Son zamanlarda duyduğumuz elektrik alamadım cümlesine aşinayız. Çekim hissedemediğimizde kibarca elektrikle bunu ifade etmeye çalıştığımız şey bir nevi karşı tarafta aradığımızı bulamamak ve etkilememek hatta kriter listelerimize uymaması. Peki bu kriter listesini neye göre oluşturduk ve dönüşümledik?
Daha önce ki ilişkilerimizde ki kişilere göre ve ideallerimizi yaşayabileceğimiz vasıflara göre oluştu ve şekillendi. Belli kalıplarımızın oluşmasında ve kriterlerimizde özellikle eski ilişkiler hem neyi sevdiğimizi\sevmediğimizi ve istediğimizi\istemediğimizi öğretirken aynı zamanda bazı durumlarında açıklamasız nedeni olabiliyor. Özellikle karşı taraftan aradıklarımız ya eksikliğini hissettiğimiz ve ihtiyaç duyduğumuz ya da ideal benliğimize bizi ulaştıracak niteliklerdir. Benim tarzım bu dediğimiz durumlar ise kriterlerimizi oluştururken bu kriterlerin oluşma biçiminden ise hayatımıza girenlerin etkisi oldukça büyüktür. Yani kişi hayatının bir döneminden sonra sadece esmer kişilerden ya da sadece mavi gözlülerden hoşlanırım diyebiliyor. Uzun boylulardan,
Genellikle haksızlığa uğradığmızda ya da kendimizi sevgisiz, değersiz hissettiğimizde; belki de en çok anlaşılmadığımızı düşündüğümüzde bunun karşımızda ki kişiyle alakalı olduğuna inanırız. Yani o beni anlamıyor, o beni sevmiyor ya da o bana değer vermiyordur açıklamalarımız. Zaman zaman bu duruma tahammül edebilirken bazı anlarda ise sabrın sonuna gelirken buluruz kişileri. Karşı tarafa çevrilen oklarda ise kimse kendisini görmek istemez.
Çünkü kişiler kendilerini mağduriyet çatısı altına alır ve mağdur biriymiş gibi davranılmaya ya da kendilerine davrandırmaya devam ederler. Üstlenilen rol mağduriyet olduğunda ise suistimaller artar. Tüm bunlara en büyük payın ise kendimize nasıl rol biçtiğimiz ve asıl dışardan beklediklerinizle, kendimize olan yaklaşımımızın paralel olmamasıdır. Anlaşılmamanın, değersiz ya da sevgisiz ve yetersiz hissettirilmenin hep mi başkalarıyladır ilişkisi?
Aslında başkaları dediğimiz şey belki de cesaretsiz olan yanımızı temsil ediyordur ya da kendimizi görmezden geldiğimiz o kör noktayı. Oysa kişinin kendine üşenmesi başkalarınında ona üşenmesine, kendine değer ilgi vermemesi başkalarınında onu önemsememesine yahut kendini sevememesi ve yetersiz
Hatasız kul olmaz sözüne dayanarak bir çok hatayı ört pas edebilirken, bazen son şansların sonsuzluğunu yaşayabiliyoruz. Eğer mevcut bir ilişkimiz varsa flört ya da evlilik gibi ‘’ilişkime bir şans daha verdim’’ ya da ‘’bu son şansın’’ gibi anlaşmaları sıklıkla duyuyoruz. Birçok kez bağışlanan çeşitli hatalar, hem ilişkiye hem de kişinin kendine güvensizlik ve suçluluk duygularını getirirken; doğru ilişki kurabilmeyi uzaklaştırıyor.
Son şanslar bir de, mevcut bir ilişkiye başlamadan ve karşısındakini son kurtuluşu gibi gören kişilerde söz konusu olabiliyor. Bu benim son şansım, son kurabileceğim ilişki diye düşünerek insanlar nikah masasına oturabiliyor. Son şansı sanarak bir aile kurmaya çalışıyor. Bu oyunun içerisinde ise beklentilerden uzak mutlu görünmeye çalışan ancak mutsuz evlilikler yer alıyor.
Çiftlerin birlikteyken ya da bir birlikteliğe başlarken bilmeleri gereken ilk şey, kimsenin kimse için son şans olmadığıdır. Bir ilişkiye son şans vermek yerine ise ilişkiyi şansa bırakmamak daha doğru bir hamle olacaktır. Çünkü şans dediğimiz şey kişinin şanslı olduğuna inancı ve şanslı olabilmek için yaptıklarının çarpımından ibarettir. Sizin çabanız yoksa şans okları sizi
Tuvalet konusu Freud’a göre de en az anneler kadar önemliydi. Kişilik oluşumunun ilk beş yılda büyük oranda temellerinin atıldığı ve ilerleyen yaşlarda bu temel üzerinden işlendiğini ifade ederdi. Bu yaş aralığında ise çocuğun tuvalet ile ilgili yaşadığı durumlara karşı olan tepkisi kişiliğinde çok önemli yeri olduğunu gösteriyordu. Tuvalet olayı sadece altını pisletmesi ya da temizleyebilmesi kadar salt bir durum değildir. Yanlış tutumlar çocuğun tüm hayatını etkileyecek sonuçlara neden olabilir.
Eğer tuvalet eğitiminizde sert ebeveyn tutumları dediğimiz aşırı kuralcı, titiz, katı davranımlarınız var ise çocuk bu baskılardan dolayı kabız olabilir. Bu tutumlarınız çocuğun tüm davranışlarını etkilemeye başlar ise, çocuk tutucu bir kişilik geliştirir. İnatçı, asi, cimri, sinirli olabilir. Ya da baskıcı tutumların bir diğer sonucu olan anneyi cezalandırmak için yapılan tuvaleti tutma eylemleri sonucunda gelişen davranışlar ise ilerde çocuğun, dağınık, eziyet etmeyi seven, acımasız bir kişilik oluşturmasını destekleyebilir. cimri, hırçın, pasif, inatçı bir karaktere dönüşmesi çocuk için kaçınılmaz olacaktır. Ailenin uygun zamanda teşvik edici olması bu yüzden
(Çocuğunu Fark Et Kitabımdan)
Günümüzde en büyük sorunlardan birisi haline gelen ekran bağımlılığından sadece çocuklar sorumlu değil. Sorun tamamen teknolojinin gelişmesi ve ayak uydurmaya çalışmakta değil. Her aletin bir kullanım kılavuzu vardır ve kullanıcı hatalarından sorumlu değiliz yazısı vardır. Bu kullanıcı hataları yerini dikkat eksikliği olarak çocuklara bırakabiliyor. Telefon, televizyon ve ipad gibi cihazların kullanımında aileleri yaklaşımları ile 3’e ayırabiliriz;
1) Aslında televizyon, telefon yararlı bir sürü eğitici oyun buluyoruz, çizgi film izliyoruz yeni şeyler öğretiyor bizde izliyoruz diyenler.
2) Çocuk televizyonsuz, telefonsuz yapamıyor çok alıştı yemek yerken bile olmazsa savaş çıkıyor, durmuyor.
3) Biliyoruz çok zararlı ama ne yapsak olmuyor kurtulamıyoruz diyenler
Birinci gruptakiler, yararları var bizim zamanımız da bunlar yoktu okumayı, saymayı hatta birçok bilgiyi öğrendi çocuğumuz şeklinde kolaya kaçan aileleri görüyoruz. Çocuğunuz saymayı pirincin içinden taş ayıklarken de öğrenebilir, annesine çamaşır asması için mandal verirken de üstelik elleri çalışır kaba-ince motor dediğimiz becerisi artar. Hem kalıcı öğrenir, hem size yardım
Sosyal medya denildiğinde, adı üstünde ‘’sosyal medya’’ diyemeyeceğimiz bir kavram ortaya oluşmaya başladı. Çünkü ortada amacı sosyallik olarak yapılan tek şey yok. Aksine asosyalliği, gerçek paylaşımı körelten, egolarımızın acil doyurulma ihtiyaçlarını artırıp yarıştıran sosyal medya, bir süslü kelime aslen. En ilgilisinden en ilgisizine kadar ila ki birkaç popüler programı kullanmayanımız yok. Sigara bağımlılığı ile savaşırken, bilgisayar televizyon saatini azaltmaya çalışırken bağımlılığın bir başka türü olan sosyal ağlar sinsice hayatlarımızda… Her an elimizden düşmeyen telefonlar, dakika aralıklarıyla sırayla sosyal ağları yenileyip an ve an yeni paylaşımları takip etmekteyiz.
Üstelik sosyal ağlarda tüm insanlar mutlu, harika ve lüks hayatları, sınırsız eğlenceli yaşamları, süper arkadaş çevreleri ile kimsenin ne bir hastalığı ne bir üzüntüsü ne de başka bir şeye ihtiyacı var… Yedikleri içtikleri an ve an gözler önünde, pekin ördeklerinden ve sushiden başka bir şey yemeyen, içtikleri kahvenin köpüğünün güzelliğini hemen paylaşmadan edemeyen ya da doğa üstü manzaralarda sürekli olan oraya kimse gidemez ben buradayım diye bağıran fotoğraflar sürekli yarış halinde.
Çocuğun hayatında anne kadar önemli diğer kişi babası olduğunu biliyoruz ancak genel anlamda babaların iş hayatı ve diğer sorumlulukları gibi cümlelerinin altında, baba ile çocuk arasında ki kopuk bir bağ oluştuğunu görmekteyiz. Bu bağ yalnızca baba sevgisinden ve ilgisinden mahrum kalmayı değil; çocuğun yaşamının her tarafında farklı şekillerde yer alıyor. Okulda arkadaşları tarafından dışlanan, kendini zor ifade eden, derslerinde sorunlar yaşayan, ilişkilerinde problemli ya da zayıf ilişkiler kuran, iletişimi az, öfkeli, şiddetli çocuklara dönüşmeleri oldukça mümkün. Bu gibi sorunlarda genelde okul, öğretmen ya da yetiştirilme tarzına aileler yönelirken, öncelikle anne ve baba ile kurulan ilişki ve bağı daha az akıllarına getiriyor.
Annenin sesinin daha fazla olduğu, çocuk için ortak karar ve kurallar alınamayan ya da anne ile daha çok vakit geçiren çocuklarda sıklıkla birçok sorun başka formatlarda kendini gösteriyor. Babanın eksikliğinin nereden ve ne şekilde çıkış göstereceği her çocuğa göre değişebiliyor. Ancak en gerçekçi sonuç çocuğun hayatını olumsuz etkilediğidir. Çocukla baba ilişkisinin en temelinde öncelikle; anne ile babanın ilişkisinin sağlıklı olması
Evlilik kurumu kolay kurulmadığı gibi yeni bir hayatın başlangıcıdır. Artık kendi ailenizi kurmak üzere adım attığınız bu yolda yolunuz uzun ancak her zaman pürüzsüz olmayacaktır. Kişiler artık ‘’benlerinin’’ yanında biz kavramını da oluşturmaya ve bunu hem resmi hem uygulamalı şekilde hayata geçirmeye başlarlar. Yeni bir oluşum ve paylaşım yalnızca ilişkinizde değil tüm yaşamınız da bir ortaklık halini almaya başlar. Öğrenmenin sınırı olmadığı gibi evlilik sürecinde de birçok şey bilgi edinilebilir ve ilişkisi kalitesi artırılabilir. Aile danışmanlığın denildiğinde bu yüzden sadece ilişkide sorunlar olduğunda başvurulan bir alan değil; evliliğin doyumunun, kalitesinin, sürdürülebilirliğin artırılma çalışması anlamına da gelmelidir. Nitekim çoğu ilişkiler kişilerden ziyade birbirleriyle kurdukları ilişkilerin hatalı olmasından dolayı can çekişmektedir. Aile danışmanları hem aileyi geliştirmek hem de sorunlu ilişkileri iyileştirmek için çalışmaktadır. Bu süreçte nelerin aykırı, nelerin ortak olduğunu anlamak ve neden aykırı durabildiklerini anlamaya çalışmak tek başına çiftler için kolay olmayabilir. Aile danışmanları kimsenin özel hayatını merak eden, karşınızda sizi