Son dönemlerde adını sıkça duyduğumuz bir oyun var. Fakat bu oyuna, oyun demek yanlış bir kelime. Çocuklar için oyun oynamanın sayısız yararı var iken, öncelikle internet ortamında oynanılan oyunları kastetmemek gerekiyor. Maalesef tüm internet oyunları da oyun olarak adlandırılıyor. Mavi Balina da bu internet oyunlarının geldiği son facia durağı...
Özellikle ön ergenlik ve ergenlik dönemine hitap eden ve çocuk-ergen kesiminin dünyasına kolayca sızan bir icat. Bu gelişim evresinde olan kişilerde merak duygusu, cesaret, karşıt gelme, isyan etme, ben merkezcilik ve içe kapanma, dünyaya hükmetmek isteme yoğun olarak yaşanır. İçsel savaşın, dışsal birçok belirtisini görürüz. Mavi Balina da bu duyguları yaşayan, karmaşık dönemde olan çocukların ve gençlerin özellikle hedef noktası. Yalnızlığa itilmiş, bilgisayar bağımlısı ve sosyal çevresi az olan, ailevi sorunları olan ergenlik döneminde ki kişiler için oldukça güçlü bir tehdit.
Yetişkin insanların yorumlarına bakıldığında, neden bu oyunun tercih edildiği ve görevlerin saçma olmasına rağmen yapıldığı üzerinde durmadıkları bir nokta var. Hatta bu gizemli nokta da istemeden, üzerinde tanıtım yapılarak pekiştiriliyor. Mavi Balina
Şu sıralar okulların açılması ile çoğu ailenin ortak sıkıntısı, okula başlama aşamasında çocuklarıyla verdikleri mücadele ya da okula devamlılık sağlama konusunda ki çocuklar ile verilen harp… Harp vermek ve mücadele etmek kulakları tırmalasa da bu merasimler malesef bu anlamlara dönüşmektedir. Tüm aileler okullar açıldığında bu sorunlara maruz kalacakları ihtimallerini hep düşünürler ve geneli de bunları yaşar. Her eylül- ekim ayının yerini şaşmayan gündemi kapınızdadır. Oysa asıl mesele öncelikle, hemen ne yaparsak çocuğumuz okula alışır ya da okuldan kaçmaz okula gider değildir. Neden çoğu çocuk ve aile aynı şeyleri yaşıyor? Neyi eksik neyi fazla yapıyoruz da bu geleneksel mücadeleleri veriyoruz sorusuna cevap ararsak çözüm için daha hakiki yollara ulaşırız.
Çocukların okula gitmemesinde çocukları suçlarız oysa bunun sebepleri genellikle aile, öğretmen, yetiştirilme tarzı, yanlış bağlanma, güven gibi faktörler bulunur. Düşünün ki yıllarca çalıştığınız iş yeriniz değişti ve sürekli karşıt işler yaptığınız rakip firmayla anlaştınız işe başladığınızda size hemen güvenebilirler mi? Ya da siz iş arkadaşlarınıza nasıl güveneceksiniz? Karşı taraftan gelmiş ve mimlisiniz. Ayrıca
Yaşam mücadeleniz zorlu işlerle, problemli anlar ile, çelişkilerle, yoğunluklarla derken geçip gitmekte. Bunun sebebi ise sadece kendiniz değil; hayatınızı basitleştirememek. Çocukluğunuzdan beri size gizilce öğretilen bir durum bu aslında… Zoru başarma hırsının göreceği mükafat ile büyütülürüz, sonrasında tatminkar olmayan ve hep daha fazlasını isteyen bir birey haline geliriz. İnsanlar artık takdir edildiklerini hissetmezler ve dehaya sahip oldukları alanlarda çalışmadıklarını düşünürler. Bu duygular hayatı boşa harcadığımızı ve daha fazlasını aslında kısa yoldan yapabileceğimizi hissettirir. Bu durum her açıdan desteklenir. Mesela reklamlar… Reklamlar farklı ürünleri tanıtsa da bize sürekli verdiği mesaj nedir? ‘’Bunu alırsan işin kolaylaşır, şunu seçersen daha hızlısın, bunu yaparsan mükemmel olursun!’’ Tüm bunlar insanoğlunda öyle bir yere tekabül eder ki dayanılmaz olur; disiplinsizlik. Evet disiplin olmadan hayatı kolaylaştırma, daha özgür, hızlı, mükemmel kılma hissiyatı sağlaması çekicidir. Çünkü disiplin bizlere sıkıcı ama şart bir koşul olarak öğretilmiştir. Oysa ki olayı çok yanlış anlamışız…
Tanıtılan birçok ürün nasıl işe yaramıyorsa, hayatınızı
Günlük rutinlerimiz hayatımızın nerede ise çok geniş bir zamanını kapsar. Sabah uyanınca 4 seçenek vardır genellikle; ya okula gidiyorsunuzdur eğitim hayatınız vardır ya işe gidiyorsunuzdur ya da ev-çocuk işleri derken zaman geçiyordur son seçenek ise bir şey yapamadan zamanı yok ediyorsunuzdur. Aslında son seçenek, diğer tüm seçeneklerin içine serpilmiş bir seçenek...
''Geçen 33 sene boyunca her sabah aynaya baktım ve kendime eğer bugün hayatımın son günü olsaydı, bugün yapmak üzere olduğum şeyi yapar mıydım?' diye sordum ve birkaç gün üst üste cevap hayır olduğunda bir şeylerin değişmesi gerektiğini anladım" demiş. Steve Jobs, şimdi bu söz bir yandan size mantıklı gelirken diğer taraftan yapmak istemesek de başka yolu yok, işi gücü bırakıp sahil kasabasında ki güneş ışığı karnımızı doyurmayacak deyişinizi duyar gibiyim...Haklısınız da... Fakat ömür denilen kum saatimiz her an azalır iken sevdiğimiz şeylerden kendimizi bu kadar soyutlamak, fırsat tanımamak kendimize yaptığımız haksızlık olsa gerek...''Zamanım yok! '' cümlesi ise bu haksızlığın sadık eşi.
Ailemiz, çocuklarımız, kendimiz için hep çalışırız, bir yerlere gelmek, bir şeyleri başarmak isteriz. Bunların her
Günümüzde sınavlar tüm öğrencilerinin her yaş diliminde maruz kaldığı bir problem halinde iken, ‘’sınav kaygısından’’ aileler ile birlikte yoğun bir kaçış istediği ile neler yapılması ve yapılmaması gerektiği konusunda derin bir arayış mevcuttur. Aslında sınav kaygısı bir kar tanesi iken, çevrenin sorgulamaları, ailelerin baskıları, Everest’te ikamet eden hedefler ile bir çığ gibi büyüyerek çocukların altında kaldığı bir felakete dönüşmektedir. Öncellikle bilinmesi gereken asıl sınav kaygısını hiç hissetmeyen çocuk için kaygılanmak gerektiğidir. Duygular doğuştan geldiği gibi korku ve kaygıda doğamızın bir parçasıdır hele ki hayatınıza yön verecek durumlarda bu duyguları hissetmek kadar olağan bir durum yoktur. Fakat kaygı sizi tüketmeye başladığında, fizyolojik belirtiler kontrol edilemez hale geldiğinde, hayat akışınız bozulduğunda bir alarm verilmiştir; Kaygı dozunuza dikkat !
Sağlıklı kaygı düzeyi yok olmuş olan kaygı değildir, ortalama düzeyde var olan kaygı düzeyidir. Kaygıyı aşırı düzeyde hissetmek bir problem olduğu gibi, kaygı hissetmemekte bir problemdir. Toplumumuzda sık söz edilen ‘’Çok çalışsaydın heyecanlanmazdın.’’ Gibi söylemler işlevsizdir, çok çalışmak kaygı
Çocukların dünyası oyundur. Çocukların kelime repertuarları yetişkinler kadar zengin değildir. Bu nedenle kendilerini oyun ve oyuncaklar üzerinden anlatırlar.
Fakat oyuncaklar sadece çocuğun kendini ifade etmesini sağlayan araçlardır demek yeterli olmaz. Oyun çocuğun hayatını ortaya koyduğu bir sahnedir.
Bu sahne çocuğun rol model aldığı birey, izlediği bir an ya da travmasını yaşayışı bile olabilmektedir. Çocuğunuz ile oyun oynamak zaman darlığınız içinde, çocuk güzel vakit geçirsin diye katlanmak olmamalıdır.
Çocuklarınıza okumayı ya da çarpım tablosunu erkenden öğretmenin zeka belirtisi olarak algılandığı toplumumuzda büyük bir yanılgılar vardır. Türkiye eğitim sisteminde başarı olarak Dünya çapında düşük derecelerde yer almaktadır.
Yıllar geçtikçe rakamlar değişiyor; değişmeyen tek şey ise, her yeni yıl yaklaşırken sayacın tek hanesinin oynayacağı o küçük rakamdan, büyük beklentiler beklememiz. Yeni bir yıla tonlarca güzel dileklerle giriyoruz, kutluyoruz, seviniyoruz, sevdiklerimizle olmaya özen gösteriyoruz buraya kadar tüm motivasyonumuz, enerjimiz çok güzel şekilde ilerliyor. Değişmeyen bu rutinler ile değişmeyen bir şey daha var; veda edeceğimiz sene kesinlikle ‘’ÇOK KÖTÜ BİR YILDI’’ ve ‘’YENİ YIL GÜZEL GEÇSİN’’ beklentisi. Yeni yil ne zaman yaklaşsa, muhakkak geçmiş olan yıl çoğunluk için çok olumsuz değerlendirilmekte, felaket yılı olarak anılmakta ve bir an önce geçmesi dilenmekte...
Peki her yeni seneden beklentimiz aynı ve her seneniz kötü geçiyor ise yanlışlık nerede? Bu kadar iyi dilekler neden hiç gerçekleşmeden tekrarlanıyor? Sorun şu ki, şahsen ben kendim yeni yıl olsam bu kadar beklenti üzerimdeyken telaştan hiçbirini beceremezdim ve elim ayağıma dolaşırdı… Beklentimiz yanlış yerde. Geçmiş senenizi kötü olarak değerlendirirken neden kötü olduğuna odaklanmaktan, kötü olaylar ile güzel olayları bastırmaktan kendimizi alamıyoruz. Nedenler yerine; bu olumsuz olayların size ne kazandırdığı,
Öncelikle yakınlarını kaybedenlere ve bütün ülkemize başsağlığı diliyorum. Yaşanan olaylar bir hayli insan olarak dengemizi sarsacak kıvamda iken, özellikle olay anında yakında bulunan ya da bulunmayan herkesi etkileyecek niteliktedir. Unutulmamalıdır ki, herkes aynı tepkiyi aynı zamanda, aynı devamlılıkta göstermez. Travmada da yaşantı anında ya da yaşantıdan sonra, bir etkiyle karşılaşılması mümkündür. Travmatik olaylar insanlarda farklı dönemlerde farklı tepkilere neden olabiliyor.
Voltajın fazla gelmesi sigortayı attırır böylece beyin travmatik olaylarda sürekli uyarımda olup, işlemleme de zorlanarak kendini koruyamayabilir. Şok Dönemi diye söz ettiğimiz sürecin, bir ay hissedilmesi normaldir sonradan etkiler azalmaya başlar. Şok döneminde şalterler kapalıdır yani konuşmak istenmeyen kendi kabuğuna çekiliş dönemidir. Daha sonrasında karmaşık duygular (suçluluk, korku, dehşet) başlar. Daha sinirli ve hırçın bir sürece geçilir. Dikkat dağınıklığı, hatırlamada güçlük yaşabilir, iştah- uyku artışı ya da azalışı olabilir, tüm yaşam şartları kötüleşmeye başlayabilir. Aslına bakarsanız bu belirtilerin hepsi normaldir çünkü yaşananlar anormaldir. Patlamalar,