İhsan Amca yine merak etmiş soruyor, “Devlet malı nedir?” diye. “Niye bunu merak ediyorsun İhsan Amca?” dedim. Hemen anlattı: Edirne’de bir akrabasının Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne bir arazisini kiraladığını, kira bedelinin yıllar içinde eridiğini, neredeyse bedavaya geldiğini, akrabasının kira bedelinin uyarlanması, artırılması için açtığı davayı kazandığını, ancak DSİ’nin mahkeme kararını yerine getirip, artırılan kira bedeli akrabasına ödemediğini, eski kira bedelini ödemeye devam ettiğini söyledi. İhsan Amca’nın akrabası da elinde mahkeme ilamı olan her alacaklı gibi, borçlu DSİ’ye karşı icra takibine geçmiş, alacağının DSİ’nin mallarının haczedilerek tahsil edilmesini istemiş.
İcra kararı
İcra Müdürlüğü, borçlu DSİ’nin “idare” olduğunu, borçlu idarenin mallarının ise İcra ve İflas Yasası’nın 82. maddesinin 1. bendi uyarınca haczinin mümkün olmadığını bildirerek, İhsan Amca’nın akrabasının kira alacağının borçlu DSİ’nin mallarını haczederek tahsil edilmesinin hukuken mümkün olmadığına karar vermiş.
Normalde, bir kimse borcunu ödemezse, icra kanalıyla malları haczedilir, hacizli mallar açık artırmayla satılıp paraya çevrilir, elde edilen hasılattan haciz masrafları
İnsanoğlunu bazen anlamak gerçekten çok zor. Türk dizilerine konu olacak ne yaşamlar var.
İhsan Amca’nın kardeşi Selim’in hikâyesi de böyle, tam filmlik! Spor var, şampiyonluk var, dram var, sonunda da hukuki sorunlar...
Selim, İhsan Amca’nın, kendinden iki yaş küçük tek kardeşi. Başarılı bir yüzücü. Erken kalkan yol alır, erken evlenen “döl” alır, deyip, evlenmede geç kalmaz. Ama çocuğu olmaz. Eşini sevdiği için bunu dert etmez.
Selim eski yüzme takımından arkadaşlarıyla sık sık Kilyos sahilinde yüzme yarışı yapar. Kilyos sahilinde bir gün hava aniden değişir, fırtına çıkar. Cankurtaranların uyarısına bile gerek duymadan Selim’in arkadaşları denize girmekten vazgeçerler.
Kimseyi dinlemez...
Selim ise dalgalara meydan okumak ister. Israrlara rağmen, kimseyi dinlemez.
Dalgalara karşı kulaç atmaya başlar, sahilden epey uzaklaşır. Herkes endişe ile onu izlemektedir. Dalgaların arasında bir kaybolup bir görünmeye başlar. Sürekli kulaç atmakta ama sahile bir milim yaklaşamaktadır.
Davaların uzun sürme-sinden, herkes gibi İhsan Amca da şikâyetçi. Gecikmiş adalet, adalet değildir! Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de kabul edilen “adil yargılanma ilkesi” aynı zamanda makul bir sürede yargıla hakkını içeriyor.
Peki, bir dava için “makul yargılanma süresi” ne kadar? Bunun için peşinen bir süre tespit edilemiyor. Davanın konusu, niteliği, yargılananların kendilerinin davayı uzatmak amacıyla taleplerde bulunup bulunmadığı, resmi makamlardan istenen belgelerin kasten geç gönderilip gönderilmediği gibi hususlara dikkat ediliyor. Mesela 7 yılı, 8 yılı aşan bazı davalarda, makul süre aşıldığı için adil yargılanma hakkının ihlal edildiği kabul edilmiş.
Mahkemelerin iş yükü azalır
Türkiye’de yargılamanın uzun sürmesinin en önemli sebebi, mahkemelerin iş yükü.
Öyleyse ne yapalım? Mahkemelerin iş yükünü azaltalım! Ne yolla? Hâkim, savcı sayısını 3 katına, sonuçta mahkemelerin sayısını 3 -4 katına çıkarsak mahkemelerin iş yükü azalır ve ideal sayıya iner. Bu, şu anda bütçede öngörülmemiş.
Başka ne yapalım? Ceza davalarında uzlaşmayı, hukuk davalarında arabuluculuğu teşvik edelim, hatta zorunlu hale getirelim. Böylece vatandaşlara mahkemeye gitmeden uyuşmazlığı kendi
İhsan Amca’yı geçen haftadan tanıyorsunuz. Beni yine aradı ve Antalya’da bir akrabasının internetten araç satın aldığını, parası ödendikten sonra aracın pert olduğunun ortaya çıktığını, hukuken ne yapılabileceğini sordu.
İhsan Amca, her hukuk düzeninin eleştirilecek yönleri bulunur. Bizim hukuk sistemimiz ileri düzeyde adalet ve hakkaniyete göre oluşturulmuştur. Bu sebeple, birçok ülke vatandaşlarına göre çok şanslıyız. Sadece uygulamada biraz sorunlarımız var. Kısaca İhsan Amca, senin akrabanın durumunu adil bir şekilde düzenleyen hukuk kurallarımız var ve bereket versin ki bu hukuki çözecek iyi hukukçularımız da var.
İhsan Amca’nın bahsettiği Antalya’daki akrabasının mahkemeye de intikal eden sorunu tam şöyle:
İhsan Amca’nın akrabası ikinci el bir araç satın almak ister. Bunun için hemen internete girer ve ikinci el araç ilanlarının bulunduğu sitelerde uzun uzun araştırmalar yapar. Sonunda kendisine göre bir araç bulup, pazarlıkla aracı 38 bin TL’ye satın alma konusunda anlaşmaya varır. Aslında aracın piyasa değeri 50 bin TL’dir, o yüzden İhsan Amca’nın akrabası çok kârlı bir araç satın aldığını düşünüp, için için sevinir.
İhsan Amca’nın akrabası “yaş tahtaya basmaz”, satıcıyla
Konkordato son zamanlarda epey gündemde. Eskiden iflas ertelemesini konuşurduk. 28 Şubat 2018’den beri iflas ertelemesi yok, onun getirdiği korumanın benzeri artık konkordatoyla elde ediliyor. Konkordatoya ilişkin soruların ardı arkası kesilmiyor.
Sigortadan emekli İhsan Amca soruyor: “Şirketim yok, şirketlerde ortaklığım yok, borcum var, ödeyemiyorum. Ben de konkordato ilan edebilir miyim?”
Vatandaşın hakkı
Evet, İhsan Amca, sen de, eşin Zeynep Teyze de, komşularınız da, herkes konkordato ilan edebilir. Konkordato ilan etmek için şirket olmaya gerek yok. Tek şart, borçlarını vadesinde ödeyememek veya ödeyememe rizikosu olmak. Konkordato için kesin mühlet almak ve 29 ay korumadan yararlanmak istiyorsan, borçlarını ödemede gerçekçi, mahkemeyi ikna edici bir ödeme planı, konkordato ön projesi de sunman şart.
İhsan Amca, “Konkordato ilan ettiğimi komşularımdan, gizleyebilir miyim?” diyor.
Gizli saklı olmaz
Yok İhsan Amca, konkordato ilan ettiğini gizleyemezsin, mesela bankalarından saklayamazsın. Çünkü mahkeme mühlet kararını derhal bankalara bildiriyor. Bu durumda kredi kartını veren banka harcama limitini düşürebilir. Konkordato kararı ticaret sicili gazetesinde ve Basın İlan Kurumu’nun
Ticaretle uğraşan birçok kişi bilir ki bankalardan kredi kullanırken ya limit verilen bir genel kredi sözleşmesi imzalayıp, bu limit içesinde sürekli kredi kullanıp öderler. Ya da tek bir projeyi, yatırımı finanse etmek için kredi sözleşmesi imzalayıp kredi kullanırlar. Kredi demek zaten vade demek, bazen 2 yıl bazen 5 yıl, artık ihtiyaca ve geri ödeme plan ve öngörüsüne göre.
Banka ve müşterisi sözleşmeyle anlaştıkları gibi hareket etmek zorundadır. Banka keyfi olarak krediyi vadesinden önce geri çağıramaz. Ki biz buna hesabın kat’ı diyoruz. Müşteri taksitleri ödemede gecikip temerrüde düşemez. Çünkü herkes hesabını ona göre yapar: Banka da kullandırdığı kredinin taksitlerinin zamanında yapılacağını düşünerek finansal ve mali yapılanma ve plan yapmıştır. Taksitlerin geri ödenmesi aksarsa, bankanın da finansal plan ve yapılanmasında aksama olur.
Bankacılık bakımından geri dönmesi şüpheli ve riskli her ödeme, kredidir. Bu ayrı bir konu. Kullanılmış kredinin geri ödenmesinde risk gerçekten gerçekleşmişse, artık banka vadeyi ve taksitleri beklemez, hesabı kat ederek krediyi geri çağırır.
Bu mümkün mü?
Evet, mümkündür.
İhsan Bey, çoğunluğuna sahip olduğu şirketin yönetim kurulu başkanı
İflas ertelemede alacaklılara karşı korunma süresi dört yıl iken konkordatoda en fazla 23 aydır. İflas ertelemede tenzilat yapılmazken, konkordatoda alacaklılar alacaklarının belli bir miktarından vazgeçer
Gün geçmiyor ki Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde en az birkaç konkordato ilanına rastlamayalım.
Peki konkordato birdenbire hayatımıza nasıl girdi? Eskiden yok muydu?
Eskiden de vardı. Ama eskiden iflas ertelemesi diye bir kurum daha da vardı. İflas ertelemesi kararıyla, borca batık ve iflas durumundaki bir şirket, dört yıla kadar alacaklılarının takibinden kurtulmaktaydı. İflas ertelemesi ile kurtulan ve ticari hayatına devam eden birçok önemli büyük şirket var.
Ama iflas ertelemesi daha çok küçük şirketlerin borçlarını ödemeden bir süre daha kurtulmalarına hizmet eder gibi kullandıkları kurum haline gelince, alacaklıların mağduriyeti arşa yükselince, iflas ertelemesi kaldırılıp, konkordato yeniden düzenlendi.
İflas ertelemeyle fark ne?
Aradaki en önemli fark, iflas ertelemede alacaklılara karşı korunma süresi dört yıl kadarken, konkordatoda, geçici ve kesin mühlet sürelerinin toplamı, yani en fazla 23 ay kadar oluyor. Bu 23 ayda şirketinizi kurtardınız, kurtardınız, yoksa iflasla
Miras yasal bir haktır. Mirasın sağ kalan eşe ve çocuklara geçmesi de hemen hemen her toplumda ve dinde kabul edilen bir kuraldır.
Ama miras hakkı olan herkesin, bu hakkını kullanmak istememesi, mirası reddetmesi de mümkündür.
Peki, reddedilen miras kime geçer? Mirası reddeden kişinin kendi mirasçılarına mı geçer? Mesela, eşi önceden vefat etmiş olan Aylin Hanım, Allah rahmet eylesin, o da vefat etti. Geriye iki kız evlat ve 3 torun bıraktı. Aylin Hanım’ın yasal mirasçıları annelerinin mirasını reddettiler. Şimdi Aylin Hanım’ın mirası çocuklarına mı geçer?
Hukuk bilen avukat
İşte cevabı: Aylin Hanım bankadan konut kredisi çekmiş, satın aldığı konut üzerine de banka lehine ipotek koydurmuştur. Aylin Hanım kredi borcunun bir iki taksitini ödedikten sonra vefat etmiştir. İpotek alacaklısı banka Aylin Hanım’ın yasal mirasçısı olan iki kızına karşı dava açar. Ama Aylin Hanım’ın mirasçıları hemen mirası reddederler.
Miras reddedilince, mirasın, mirası reddeden iki kızın kendi mirasçılarına, yani Aylin Hanım’ın torunlarına geçeceğini düşünün; banka davayı bu sefer hatalı olarak torunlara yöneltir. Oysa TMK, en yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddedilen mirasın, sulh mahkemesince