İflas ertelemede alacaklılara karşı korunma süresi dört yıl iken konkordatoda en fazla 23 aydır. İflas ertelemede tenzilat yapılmazken, konkordatoda alacaklılar alacaklarının belli bir miktarından vazgeçer
Gün geçmiyor ki Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde en az birkaç konkordato ilanına rastlamayalım.
Peki konkordato birdenbire hayatımıza nasıl girdi? Eskiden yok muydu?
Eskiden de vardı. Ama eskiden iflas ertelemesi diye bir kurum daha da vardı. İflas ertelemesi kararıyla, borca batık ve iflas durumundaki bir şirket, dört yıla kadar alacaklılarının takibinden kurtulmaktaydı. İflas ertelemesi ile kurtulan ve ticari hayatına devam eden birçok önemli büyük şirket var.
Ama iflas ertelemesi daha çok küçük şirketlerin borçlarını ödemeden bir süre daha kurtulmalarına hizmet eder gibi kullandıkları kurum haline gelince, alacaklıların mağduriyeti arşa yükselince, iflas ertelemesi kaldırılıp, konkordato yeniden düzenlendi.
İflas ertelemeyle fark ne?
Aradaki en önemli fark, iflas ertelemede alacaklılara karşı korunma süresi dört yıl kadarken, konkordatoda, geçici ve kesin mühlet sürelerinin toplamı, yani en fazla 23 ay kadar oluyor. Bu 23 ayda şirketinizi kurtardınız, kurtardınız, yoksa iflasla baş başasınız.
Bir başka fark ise, iflas ertelemede borçlarınızda tenzilat yapılmazken, konkordatoda alacaklılarınız alacaklarının belirli bir yüzdesinden, örneğin 100 bin TL’lik alacağının 50 bin TL’sinden vaz geçerler.
Varlık şirketine satış...
Ama borcunuzu ödeme niyetiniz varsa ve inandırıcı iseniz, bankalar zaten takibe düşen alacaklarını alacak varlık şirketlerine satarken büyük bir oranından vaz geçiyorlar. Bu da büyük bir çelişki yaratıyor. Çünkü banka, konkordato ilan eden borçludan olan örneğin 100 bin TL alacağını 30 bin TL’ye satar. Ama varlık yönetim şirketi 100 bin TL alacak için takibe devam eder. Bu durum da adil bir çözüm ister.
‘Yargıtay avukatlığı’ olmalı
Barolar, Yargıtay’ın iş yükünün azaltılması için de gayret sarf etmeli. Nasıl mı? İstinaf mahkemeleri de Yargıtay’ın iş yükünün azaltılmasına tam çare olmadı. Yanlış anlaşılmasın. Yargıtay çalışmasın demiyoruz. Ama 10 üye ve iki heyetten oluşan bir daire, yıllık ortalama 10 bin dosyanın temyiz incelemesini yapıyorsa, burada aslında fiilen yapılan temyiz incelemesi değil, mahkeme kararının dosya üzerinden gözden geçirilmesidir. Oysa Yargıtay içtihat yaratmalı, uygulamaya yön vermelidir. Şu anda durum çok farklı: Yargıtay “bunu onuyor”, “şunu bozuyor” demekten öte gidilmemekte. Ama asıl beklenen, “içtihat” zenginliğidir, bozma veya onama kararında yorum yapması, hukuk formasyonuna yön verici fikirler ve tespitler yapmasıdır.
İstinaf çare olmadığına göre, Yargıtay’ın iş yükü nasıl azalır? Hemen söyleyeyim; şimdiye kadar olduğu gibi -az bir istisnası dışında- her kararın temyiz edilmesinin önüne geçilmesiyle. İstinaf dairesinin verdiği her kararı Yargıtay’da temyize götürme hakkı var. Bu hak mutlaktır ve dokunulamaz. Ama öyle bir şey yapılabilir ki her istinaf kararının temyize götürülmesi fiilen mümkün olmaz. Bunu diğer ülkeler uzman “temyiz avukatlık” ile başarmış.
Almanya başta olmak üzere bazı ülkelerde temyiz başvurusunda bulunabilmek için özel ve zorlu sınavlardan geçme şartı var.
Eğer belli bir tecrübeye sahip avukat iseniz ve sınavlarda başarılı olmuşsanız, “Yargıtay avukatlığı” yapma yetkiniz olur. “Yargıtay avukatlığı” yetkisine sahip olmayanlar, avukat olarak temyiz başvurusunda bulunmazlar. Bu neyi sağlar? Her davanın temyize götürülmemesini. Çünkü uzman “Yargıtay avukatı” iseniz, temyize edilirse hangi kararın bozulma şansının olduğunu bilirsiniz. Temyizde hiçbir şansı olmayan kararı da temyiz ederseniz, itibarınız zedelenir, uzmanlığınız sorgulanır. Avukatlık itibar mesleği değil midir?
İstisnasız bütün avukatların değil, sadece “Yargıtay avukatları”nın temyiz dilekçesi yazabileceği bir yargı sisteminde Yargıtay’ın iş yükü en azından yarı yarıya azalır. Öyle kararlar var ki “Beni temyiz etme, hiç şansın yok” diye bağırıyor, ama “Hele bir temyiz edeyim” diye temyiz edilip, adaletin gecikmesine neden olunuyor.
‘Pratisyen’ ve uzman avukatlık
Peki, barolar ne yapmalı da hem mesleklerini hem de hızlı, iyi ve adil bir yargılamaya katkıda bulunmalılar?
Öncelikle baroların yeni yönetimlerinin meslektaşlarını koruma yerine mesleklerini koruma refleksi içinde hareket etmeleri gerekir. Avukatlık etiğine aykırı hareket eden meslektaşlarından kendilerini soyutlamalılar.
Barolar şu anda yasal bir düzenlemesi olmasa da, avukatların uzmanlaşması için eğitim faaliyetlerine yoğunlaşmalıdırlar.
Her şeyden önemlisi, uzman avukatlık müessesinin gelmesi için çalışmalara başlamalıdır. Vatandaşlarımızın “pratisyen avukat”ların yanında “uzman avukat” ihtiyacı da olduğunu düşünerek, yasal düzenlemeler için çalışmalılar. “Uzman avukat”lığın kime ne zararı olabilir ki?
Barolar, belirli davalarda (örneğin ağırlaştırılmış müebbet hapis), yeni avukatlardan ziyade, belirli yıl avukatlık tecrübesi olanların vekil olarak yargılamada yer alma şartı için çabalamalılar.
Baro seçimleri ve avukatlar
Türkiye’de 110 bine yakın aktif avukat var. 736 kişiye bir avukat düşüyor. Türkiye’de 145 bine yakın doktor var, her 559 kişiye bir doktor düşüyor. Ama bu rakamlar hatalı sonuca götürebilir; çünkü yeni doğmuş bir bebek dahi doktordan sağlık hizmeti alır, avukattan hukuk danışmanlığı almaz. Doktora yılda birkaç ama avukata ömrümüz boyunca birkaç kere gideriz.
Günümüzde mevzuat çok karmaşık hale geldi ve hatta hiçbir avukatın tüm mevzuata hâkim olması insanüstü meziyetlere sahipse mümkün olur.
Avukatlık da hekimlik gibi olmalı, “pratisyen” ve “uzman” avukat.
Gözünüzden rahatsızlığınız olsa, pratisyen hekime mi yoksa uzman göz doktoruna mı muayene olmak istersiniz?
Avukatlık da aynı; ceza hukukuyla ilgili bir sorununuz olsa, ceza hukuku uzmanına, imar hukukuyla ilgili bir sorununuz olsa, imar hukuku uzmanına gitmek istemez misiniz? Avukatın baktığı davanın uzmanı olmaması, davayı uzatır. Uzayan davanın maddi ve psikolojik maliyeti, davayı kazansanız da her zaman daha ağır olur.
Seçimler bu hafta sonu
Ekim ayı, barolarda seçim ayı. İstanbul, Ankara ve İzmir baroları dışında birçok baroda seçimler yapıldı, sonuçlar belli oldu. İstanbul, Ankara ve İzmir barolarında da seçimler bu hafta sonu yapılacak.
Peki, ne değişecek? Sadece yönetim değişecekse, bu seçimlerin çok bir anlamı kalmıyor. Baroların toplumumuza karşı aslında çok büyük görev ve yükümlülükleri var: İyi, adil ve hızlı bir yargı için çalışmak. Çünkü her şey hâkimlerin elinde, nihayetinde kararı hâkimler veriyor diye düşünmek oldukça yanıltıcı olur.
Avukatlar yargı sisteminin, iddia, yargı ve savunmadan oluşan üç sacayağından biridir. Biri aksayınca, zayıflayınca, diğer ikisi güçlü nasıl olsa, denilemez.