Kuaförlerin o mahallede yaşayan kadınların hayatları, çocukları, kocaları, kayınvalideleri vs.. hakkında neler bildiğine inanamazsınız.
Zira bir kadın için kuaföre gitmek terapiye gitmek ile eşdeğerdir. Orada geçirilen zaman rahatlamak, kendini iyi hissetmek, kafayı boşaltmak demektir. Mahalle kadınlarının aynı gün kuaförde toplanıp, altın günü yaptığına tanıklık ettim, şaka değil :)
Kuaföre gittiğimizde ya görüntümüzü değiştirmek istiyoruzdur ya da kendimizi kötü hissediyor ve moralimizin yerine gelmesini istiyoruzdur. (Eğer düğün dernek vs yoksa :) )
Kuaförde uzun işlem yaptıran kadınlar bilirler, bazen kuaförde geçirdiğimiz süre 3-4 saati bulabiliyor. Bu süre içerisinde sohbet muhabbet, çaylar kahveler, dedikodular derken zamanın nasıl geçtiğini anlamayabiliyoruz.
Ben kuaförde zaman geçirmeyi sevenlerden olamadım. Çocukluğumdan beri gittiğim ve radikal saç değişimlerinde sadece kendisine güvenebildiğim Metin Ağabeyim hariç. Sağ olsun bir defa bile kapıdan mutsuz çıkmama izin vermedi, sebep olmadı.
Bizim nesil yokluk ile çokluk arasında sıkışmış, eskiye bağlılığı da tam olamayan, yeniye adaptasyonu da sorunlu bir nesil.
90’larda ergenliğinin yaşamış olan, teknolojiyi commodore 64’te kafa ayarı yaparken öğrenmiş, cep telefonunu kocaman bir takoz olarak görmüş, JetGillerin sadece bir hayal ürününden ibaret olduğuna inanmış bir nesiliz. Ancak bunları çok güzel sindirmiş, yeni gelenlere de acayip uyulmanmış bir nesiliz, yani kısmen ;)
Hal böyle olunca yeni dönemin getirdiği bazı şeylere yabancı, tepkili ve ürkek yaklaşıyoruz.
Mesela; İnternette Tanışmak.
Eskiden şöyle derdik; “Kimseyi bulamamış, chat sayfasında arıyor, adam gibi bir şey olsa burada işi ne?”
Çocuğunuzun teknolojik aletler kullanmasına karşı çıkanlardansanız, bir kere daha durup düşünün derim.
Elinde saatlerce telefon veya tablet ile dolaşıp ve dış dünya ile ilişkisini kesmekten söz etmiyorum elbette ancak teknoloji doğru ve amaca uygun kullanıldığında harikalar yarattığı gerçeğini de aman görmezden gelmeyelim.
Bilen bilir Apple ürünlerine karşı öncelikle Steve’den mütevellit ve zaman içinde kullandıkça artan bir hayranlığım var. Ancak bu hayranlığım sadece telefon, tablet ürünlerine değil aynı zamanda uygulamalara. Apple teknolojiyi duyarlılık ile birleştirmeyi çok iyi bilen bir marka.
İş hayatımda ilke edindiğim 3 ana madde; Faydalı, İlham Verici, Eğitici kavramlarını Apple ürünlerinde de görmek beni markaya bir tık daha yaklaştırıyor olabilir :)
Sokaklarda, marketlerin kasalarında, tiyatro/sinemalarda sıklıkla karşılaştığımız manzaralardan biri; çocuk avaz avaz bağırıyor, anne çocuğu tartaklıyor, çocuk sesini daha da arttırıyor… son cümle “aman uff iyi tamam al!”
…..Felaket :(
Bulut doğmadan birkaç ay önce kuzenimin bana tavsiye ettiği bir kitap ile tanıştım. (15 yıl önce, ancak kitap halen mevcut) Elizabeth Pantley tarafından yazılan kitabın adı; Çocuğunuzla İşbirliği Yapabilme.
Kitabın üzerinde şöyle yazıyor;
Feminizm (TDK): Toplumda kadının haklarını çoğaltma, erkeğinkiler düzeyine çıkarma, eşitlik sağlama amacını güden düşünce akımı, kadın hareketi.
“Feministsin sen!” diye bağırırken vurguladığının farkında mısın ?
Bir kadının hemcinslerinin haklarını koruması, karşı cins ile eşit olduğunu vurgulaması, hor görülmeye, hiçe sayılmaya, aşağılanmaya karşı tepki göstermesi, özgürlüğünü vurguluyor olmasını yanlış veya ayıp bir şeymiş gibi yüzüne çarpmak nedir ?
“Feministim ben!” derken neyi vurguladığının farkında mısın ?
Feminist olduğunu her fırsatta vurgulayarak, doğal olan haklarını ve eşitliği savunurken karşı cinsi yerden yere vurmak, erkeklere tiksinerek bakmak ve ezmeye çalışmak nedir?
Beyaz bir gelinlik.. Uzun bir duvak... Şık bir mekan.. Ütülü bir takım elbise…
Leziz yemekler…Büyük bir pasta… İğnelenmiş altınlar…Rüya gibi balayı…
Her genç kızın, her genç kız ailesinin, her genç delikanlının, her aşığın rüyası.
Toplum yargılarını ortadan kaldıran, aynı çatı altında olabilmenin en ”olur” yolu, resmileştirilmiş ilişki, “Yasal Sevişme”nin Türkçesi, nam-ı diğer EVLİLİK.
İki insanın birbirini seviyorluğu, alkışlar eşliğinde tasdiklendiğinde ve belgelendiğinde bağlılıkları garanti altına mı alınıyor? Özellikle biz kadınların “evlenme teklifi” ni heyecan ile bekleyişleri de bu yüzden mi?
“Benimle hayatını geçirmek istiyor ve bunu belgelemek istiyor, demek ki beni çok seviyor..”
Erkeğimizin bizi seviyor olduğunu bu şekilde mi anlıyoruz?
4 Eylül 1998’ten beri kimse kimseyle, onunla konuştuğu kadar açık, rahat, samimi ve özgür konuşmadı.
Hepimizin derdine derman olan, hepimizin yoluna ışık tutan dipsiz bir kuyudan bahsediyorum. Aklına takılan bir şey varsa; sor Google Amca’ya…
Hastalıktan sağlığa, etkinlikten alışverişe, ajanlıktan eğitime her alanda başvurduğumuz ortak buluşma noktamız Google.
Sağ olsun oldu ya saçmaladık, “Bunu mu demek istedin” diyerek yolumuza ışık olmaktan asla çekinmiyor.
Hiç düşündünüz mü Google’a en çok hangi konularda yazıyorsunuz?
Misal annem:)
Bunu yazdığım için çok kızacak bana ama iyi bir örnek…
Tiyatrosunu çok istememe rağmen izleyemediğim ve bu yüzden kendime çok kızdığım Haybeden Gerçeküstü Aşk'ın film uyarlaması Tatlım Tatlım’ı izlemeye koşa koşa gittim. Özellikle sevgili / eş ile izlenmesi gereken tatlı tatlı bir film olmuş gerçekten.
Yılmaz Erdoğan başta olmak üzere bu işe emek veren herkesin ellerine sağlık.
Farklı kültür, farklı tarz, farklı algı, farklı üsluba sahip insanların dönüp dolaşıp benzer durumları yaşamasını, kadın erkek ilişkilerinin ne eften püften sebeplerden ne hale geldiğini, acı ve tatlı sona gitmenin saniyeler ile değişebildiği öyle tatlı tatlı bir dille anlatılıyor ki… kendinden izler bulmamak imkansız.
Eminim izleyen herkes tek bir sahnede bile olsa yanındakine dönüp; “Ahhhaaa.. aynı sen”, kendi içine dönüp; “Aahhhhhaa… aynı ben” diyecek.
Filmdeki çiftlerden hangisini kendinize yakın görürsünüz bilmem ama bildiğim bir şey var ki hepsi çok gerçek ve tanıdık. Erkekler tanıdık, kadınlar tanıdık, tepkiler tanıdık, taktikler tanıdık, duygular tanıdık, başlangıçlar tanıdık, sonlar tanıdık…