Türk halkı olarak uluslararası ilişkilere maalesef halen duygusal bakıyoruz. Soğuk Savaş döneminde NATO’ya sağladığımız güvenliğin,1953’te Kore’de ABD için şehitler vermiş olmamızın Washington’da bir karşılığı yok.
Uluslararası ilişkiler doğası gereği karşılıklı çıkarlara dayanır.
ABD, çıkarlarının baltalandığı yerleri unutmaz, o yüzden Irak tezkeresini reddettiğimizi hiç unutmayacaklar.
Biz de Çekiç Güç’ün terör örgütüne yardımını unutmuyoruz. O yardımı unutmadığımız ve ABD’nin bölgedeki niyetlerini bildiğimiz için Suriye sınırımızda oluşturmaya çalıştıkları terör kuşağına izin vermedik, askeri harekatlarla o planı boşa çıkardık.
Türkiye, İsveç’te anayasa değişikliği sağladı, muhalefetinden çok korktuğu için attığı adımları tam açıklayamayan İsveç Hükümeti’nin terör örgütlerine karşı önlemler almasını sağladı. Aldıklarımızı yeterli görünce de İsveç’in
NATO üyeliği onaylandı.
Yan
Ekrem İmamoğlu’nun seçimlere girerken görmek istediği tablo, İYİ Parti ve DEM’in aday çıkarmayıp, kendisini desteklediği tabloydu.
Önce İYİ Parti, CHP ile yollarını ayırdı.
Ne Genel Merkez
ne de İmamoğlu cephesi bu ayrılığı fazla önemsemedi, taban ittifak yapar oylar yine CHP’ye gelir diye düşündüler.
Daha sonra CHP ile DEM Parti arasında görüşmeler başladı.
DEM’in İstanbul’da, Esenyurt, Sultanbeyli ve Adalar ilçelerinden ikisini istediği bilgisi kulislere yansıdı.
Bu kulis bilgisini kimse doğrulamadı, kimse yalanlamadı.
Henüz somut bir anlaşmaya varılamadığı belli ve Ekrem İmamoğlu için en kötü senaryo, Başak Demirtaş’ın aday adaylığı.
Türkiye’de sol-sosyal demokrat görüşün en büyük endişesi demokratik yarışın iki partili hale gelmesi olmuştu.
Sağ partilere giden oylar her zaman daha fazla olduğu için böyle bir senaryoda, sol görüşün asla iktidar olamayacağından endişe edilirdi.
Gariptir, bir zamanlar bu endişeyi dile getirenler bugün sistemi iki partiye indirmeye çalışıyorlar.
İYİ Partili isimler, televizyon programlarında 1 Nisan sabahı, AK Parti, İstanbul, Ankara, İzmir’i alırsa diye başlayan sorulara muhatap oldular.
Siyasi partiler seçimlere girmek için kurulurlar, zaman zaman ittifak ve iş birlikleri gündeme gelebilir elbette ama bu ittifaka girmiyorsan seçime neden giriyorsun gibi bir sorgulamaya dönüşmemeli.
O sorgulama başlarsa ortaya bir başka demokrasi ayıbı çıkar.
Demokratik sistemlerde siyasi partilere yetkiyi seçmen verir. Mayıs’taki seçimlerde gördük ki, ittifak diye, halk desteği yüzde değil binde diye ifade edilen partiler kurulan masada eşit yetki aldılar, bindelik bir parti istemiyor diye İstanbul Sözleşmesi’ne dönüş
- Geçen sene 26 Mart’ta İstanbul kıyılarında başıboş bir Sovyet dönemi mayını bulundu.
Korktuk ama şaşırmadık, sonuçta Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle Karadeniz’de 420 mayın olduğunu biliyorduk.
Biz işin bu kısmıyla alakadar olduk ama uzmanlar başka şeylere baktılar.
Birincisi mayınların bağlı oldukları zincirlerden kopma ihtimali yok denecek kadar azdı.
İkincisi, İTÜ’nün hazırladığı akıntı haritalarına göre mayınların Boğaz sularından önce Romanya ve Bulgaristan kara sularında görülmesi gerekiyordu. Üçüncü ama en mide bulandırıcı nokta da, 18 Mart’ta koptuğu söylenen mayınların 8 günde 360 deniz mili mesafeyi kat etmesi neredeyse imkansız gibi bir durum. Bu bilgiler aklımızın bir köşesinde dursun.
- ABD’nin 2024 yılı savunma bütçesine hepimiz YPG terörüne ne destek veriliyor diye baktık ama bir başka nokta dikkatlerden kaçtı. Washington tarihinde ilk kez savunma bütçesinde Karadeniz Stratejisi diye bir tanımlama kullandı.
Strateji dedikleri şeyin içini bölgede güvenliği arttırma, enerji güvenliği ve ekonomik kal
Siyaseten bölünmüş bir toplumun başına neler geldiğine dair ders alınacak örnekler var hayatımızda.
Mesela İsrail...
İsrail, yıllar içinde nüfus artışıyla, oy oranı yüzde 12’lere ulaşmış Ultra Ortodoks Yahudi partilerin esiri olmuş durumda.
Tek başına hükümet olamayan merkez sağ partilerin liderleri bu grupların her istediğini kabul ederek ülke yönetimine geliyorlar.
Netanyahu, içine battığı yolsuzluk çamurundan ve yargı kıskacından kurtulmak adına Ultra Ortodokslara her tavizi verdi, toplumu karpuz gibi ikiye böldü, tüm yaz ülke meydanlarında eylemler yapıldı, ülkenin pilotları başbakanı yurt dışına taşımayı reddettiler, BBC haberlerine göre Mossad’a danışmanlık yapan emekli ajanlar görevlerinden istifa ettiler, zamanını dolduranlar emeklilik dilekçelerini verdiler.
Bölünmüş İsrail, aldığı çok sayıda istihbarata rağmen Hamas’ın göz göre göre gelen 7 Ekim saldırısını engelleyemedi.
Şu an savaştalar ama her kabine ve savaş kabinesi toplantısında büyük kavgalar yaşanıyor.
Ultra Ortodoks Yahudi partilerden gelen baka
*Dün Milliyet’te Yunanistan’ın önemli gazetelerinden Kathimeri’nin Genel Yayın Yönetmeni Aleksis Papahelas’ın yazısı, Kathimerini’de de benim yazım yayınlandı. İstanbul ve Atina’da yapılan, toplam 4 gün süren, iki, Türk-Yunan Medya ve Akademi Forumu’nda başlayan konuşmaların somut bir sonucu oldu bu. Durduk yere yaşanmıyor bu gelişmeler. Milliyet, 73 yıldır diplomasi alanında Türkiye’nin en önemli gazetesi. Mehmet Ali Birand, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra Atina’ya ilk giden muhabirdi, sadece haberlerle değil, Milliyet Yayınları’ndan çıkan 30 Sıcak Gün, Diyet ve Türkiye’nin Ortak Pazar Macerası adlı 3 kitapla tarihe çok önemli notlar düştü. Türk-Yunan barışına katkılarından dolayı eski genel yayın yönetmenlerimizden Abdi İpekçi adına geçmişte Atina’da ödül törenleri düzenlendi. Diplomasi dendiğinde Türkiye’de ilk akla gelen gazete hep Milliyet oldu. Yabancı ülkelerin büyükelçileri Türk kamuoyuna mesajlarını Milliyet vasıtasıyla
- Son 3 haftada 21 şehit verdik Irak’ın kuzeyinde. Hepimiz üzüldük. Emekli birkaç subay “Orada ne işimiz var, vuralım, çıkalım” tarzı bir tartışma başlattılar. Bu tartışmayı rakamlar ve tarihle açmak lazım.
- Terör örgütü PKK, Irak’ın kuzeyine yerleşmeye Ocak 1982’de başladı, Ekim 1982’de yerleşimini tamamladı. Mayıs 1983’te Uludere’de 3 askerimizin şehit olduğu çatışmanın ardından olup bitenin farkına vardık. Bu süreçte terör örgütü İran-Irak-Türkiye sınır üçgeninde kurulan Lolan Kampı geniş bir üsse dönüştürüldü. Lak-1, Haftanin, Zaho, Miroz gibi eğitim kampları kuruldu. Aynı yıl 7 bin askerle Irak’ın kuzeyinde 3 mil derinliğe kadar ilk askeri operasyon yapıldı. Yine 1983’ten beri Irak’ın kuzeyine giriyoruz.
- 1986’dan başlayarak Irak’ın kuzeyinde hava harekâtları yapıyoruz. O harekâtlardan istediğimiz sonucu alamadığımız için Öcalan 1992’de “ayaklanma planını” uygulamaya koydu. 18 Ağustos’ta 1500 PKK
Milli İstihbarat Teşkilatı için güzelleme yapmak kolay.
Müthiş bir yerleşkede çalışıyorlar, sahip oldukları teknik ve operasyonel imkanlar son derece fazla.
Kamuoyu ile ilişkilerinde mümkün olduğunca şeffaf davranıyorlar.
Bunların hepsi doğru, bunların hepsi üzerine çok daha uzun satırlar yazılabilir.
Ancak bu yazdıklarım MİT’in gösterdiği başarının anahtarları değil.
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başarısı insan kaynağının yüksekliğinden geliyor.
Üniversite diploması ya da saha ajanlarının keskin nişancılığı değil, insan kaynağı yüksekliği.
İsrail istihbaratı 7 Ekim’e dair çok sayıda işaret almasına rağmen neden saldırıyı engelleyemedi?