■ “Herkesin görevden kaçtığı bir dönemde, görevi ben kabul ettim”. “Benden önceki komutanı konutunda rahatsız eden ve santralde çalışan iki milis benim sayemde tespit edildi.” “Benim yerime, tansiyon hastası, mide kanaması geçirmiş bir komutan tayin edildi.”
Tırnak içerisindeki “ben” diye başlayan cümleler, Türkiye’de en fazla satan ve 20 yıl önce piyasaya çıkan askeri anı kitabının içerisinde yer alıyor. Biz siviller işin kahramanlık hikâyelerine bakıyoruz ama kurumsal yapısı en güçlü kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri meseleye “Ben” diye başlayan cümleler üzerinden bakıyor. Geçmişte kurumsal yapıyı hedef alan açıklamalar rahatsızlık yaratırdı, bugün o rahatsızlık çok daha ileri boyuta ulaşmış durumda.
■ Futbolcular jübile yaptıktan sonra ya teknik adam ya da yorumcu oluyorlar ya, emekli askerlerde de son dönem politikaya girenlerin sayısında ciddi bir artış var. Özellikle muhalefet partilerinde siyaset yapan emekli askerler, muhalefet söylemlerini siyaset üzerinde tutmakta başarılı olamayıp, yıllarca üniformasını giydikleri kuruma muhalefet etmeye başlıyorlar. Ne iktidar ne de Türk Silahlı Kuvvetleri eleştirilemez diye bir kural yok, olmamalı da. Doğru eleştiri doğru bilgiyle yapılır ya, Silahlı Kuvvetler, terörle mücadele araçları, terörle mücadele yöntemi ve hatta terör örgütü de yıllar içerisinde büyük değişiklikler yaşadı. Mesela vadi diplerine kurulan derme çatma karakollar gitti yerine tepelere hâkim Kalekol yapılanması geldi. Terör örgütünde artık “müttefikimiz” ABD’nin sağladığı silahlar var. Terör örgütü sınır hattında termal kameralara karşı vücut sıcaklığını saklayan ıslak battaniyeler kullanırdı, bugün tepelerinde SİHA’lar uçuyor, başka önlemler almaya çalışıyorlar.
Sonuçta eski bilgilerle bugüne dair yapılan suçlamalar özellikle de mücadele alanları ve kahraman şehitler üzerine olduğunda, eleştiri adı altında Silahlı Kuvvetler’in moral değerlerini yıpratma çabası başlayınca Silahlı Kuvvetler’deki rahatsızlık büyüyor.
Üzümlü artık bir ticaret merkezi
■ Türkiye’nin sınırlarını ülke dışında korumaya başlaması önerisini Mart 1995’teki Irak harekâtından beri tartışıyoruz. Güvenlik kuşağı önerisini ilk gündeme getiren kişi o zaman sadece DSP Genel Başkanı olan Bülent Ecevit’ti.
O dönem bunu yapamamıştık. O dönem, Türkiye sınırları içerisindeki Cudi’ye bayrak dikmekle övünen Genelkurmay Başkanı da görmüştük. Üzümlü, Derecik, Aktütün, Dağlıca, bir çırpıda adlarını sayabildiğim bu karakollar, 1990’lı ve 2000’li yıllarda terör örgütü tarafından defalarca basıldı, onlarca şehit verdik. Bugün köylüler Derecik’te manda yetiştiriciliği yapıyor, Üzümlü’de sınır kapımız turist ve ihracat merkezi durumunda. Bir zamanlar adı terörle anılan yerlerdeki yaşamı Tunca Bengin’in kaleminden yazı dizisi yaptık bu sene. Tüm bunlar, Irak’ın kuzeyinde başlayan vatan savunmasının sonucu. Orada üslerin varlığının doğru olmadığını söyleyen bazı emekli komutanlar, kendilerine bağlı karakollara yapılan baskınları unutmuş gibi duruyorlar.
■ Kendi adıma daha can sıkıcı bulduğum konu siyaset kaynaklı eleştirilerdeki kişiselleşme dozu. Geçen hafta eski bir rütbelinin “Sadece kayak yapmak için dağa çıkan amiral” diye bir eleştiri cümlesini okuduk. Bu eleştiriyi okuduğumda acı acı gülümsedim zira siyasette de aradığını bulamayan bu emekli subay, ömrünü askeri hâkim olarak geçirdi, hep rugan ayakkabı giydi, ayağı taşa değmedi. Daha önce yazmıştım Deniz Kuvvetleri’nin seçkin SAT, SAS komandoları ve amfibi piyadeleri de sınır ötesinde terörle mücadeleye devam ediyorlar. Bir not daha eklemem lazım, kayak diyerek hedef alınan kişi eğer Milli Savunma Bakanlığı Basın Müşaviri Zeki Amiral ise, son 8 yılda gitmediği üs bölgesi, karakol kalmamıştır, bir kısmında ben de oradaydım bir kısmı, bayram-yılbaşıydı, telefonda dahi konuşma imkânı bulamamıştık.
■ Kişiselleştirmenin bir diğer çirkin hali, “Ya Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler yalan söylüyor ya da Savunma Sanayii Başkanı (Eski demeyi unutmamak lazımdı) yalan söylüyor” diye kurulan nezaket özürlü cümle. Bu cümle MİLSAR radarlarıyla ilgili ve 12 vatan evladımızı şehit verdiğimiz saldırılarla ilgili kuruldu. Ya o, ya bu diyerek cümle kurmak için MİLSAR’ın teknik özelliklerini doğru bilmek lazım. 12 vatan evladı şehit olduğu için acaba mı diye tüm kaynaklarımla konuştum. Görevdeki askerler, bu satırları kaleme alan emekli subaya nezaketle cevap verdiler. “Keşke görevdeki bir silah arkadaşımıza telefon açıp doğru bilgiyi alsaydı” demekle yetindiler. Silah arkadaşlığı hukuku ve nezaket adına bunu özellikle vurgulamak istedim.
■ Daha acısı, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni aciziyet içerisinde gösteren cümlelerin, bitme noktasındaki terör örgütüne moral verirken, önce Silahlı Kuvvetler’de sonra da evladı sınır ötesinde görev yapan aileler üzerinde yarattığı tahribat. Bu durum için ben yazık demekle yetineyim ama terörle mücadelede bedel ödemiş insanlar yazıklar olsun derlerse de ayıplamam...
■ Yazının başlangıç kısmında belirtmiştim, terörle mücadele araçları ve hatta terör örgütünün donanımı, Irak ve Suriye’deki pozisyonu değişti. En önemli değişiklik de savunma sanayiinde yaşadığımız büyük atılım. Görev yaptığı dönemde TSK’nın envanterinde SİHA olmayan emekli askerlerin bugün ne zaman ve hangi şartlarda uçuş yapılacağına dair eleştiride bulunmaları trajikomik bir hal almış durumda. Türk Silahlı Kuvvetleri, Libya’dan Azerbaycan’a kadar bir sürü coğrafyada savaşların kaderini değiştirirken SİHA kullanmayı biliyor ama kendi terörle mücadelesinde acemilikler mi yapıyor? İddialar gerçekten uzaklaşınca iddia sahibini komik duruma düşürüyor.
Sahada parametreler değişiyor
■ Bölgeyi bilen albayların emekli edilmesi kısmına dair de cümleler kurmak lazım. Bu mantıkla hareket edecek olsak 1984’ten beri bölgeyi bilen komutan ya da asıl hep sahada olan uzman çavuş, teğmen, yüzbaşı, binbaşı kim varsa görevde kalmalıydı. Böyle saçma bir önerme olur mu?
Sahada bir senede onlarca parametre değişiyor. Hoş Irak’ın kuzeyinde terör örgütünden ele geçirilen ABD yapımı silah ve termal cihazlar, müzakere masasında Türkiye’nin kullandığı koz halindeyken Irak’ın kuzeyinde olmak hatalı diyenleri de görünce iş saçmalık yarışı finallerine dönüyor.
■ 1990’lı yıllarda bölgedeki okullara kitap taşırken, saat 14:00’ten sonra yola çıkmasına izin verilmeyen biri olarak yazıyorum, geceleri yolların ve arazinin terör örgütü kontrolüne geçtiği zamanlar yaşadık. Her Nevruz öncesi şehirleri lastik dumanı kapladığında ve sabaha kadar silah sesleri sürerken, terör örgütü sadece karakolları değil, ilçeleri, kamu lojmanlarını basar, gazeteler okunmasın diye dağıtım kamyonlarını yakarken, yollarda kimlik kontrolü yapılıp, askerler şehit edilirken de oradaydım. Terörle mücadele nereden nereye geldiğimizi yaşamış biri olarak yazıyorum bunları. Eskiye oranla çok daha şeffaf bir süreç yönetiliyor. Bugünün komuta kademesi o makamlara dışarıdan atamayla gelmedi, hepsi terörle mücadele yıllarında görev yaptılar.
■ Doğru bilgiyle doğru eleştiri zenginleştirir, değer katar. Yanlış bilgiyle, siyasi amaçlı eleştiri askerlerin motivasyonunu olumsuz etkileyip, toplumda tereddüt ve endişeye yol açar ki bu da terörle mücadeleye ve kamu barışına zarar verir. Bilgiden yoksun suçlamalar, terör örgütünün propagandasına alet olmak demektir. Bu ülkeye hizmet etmiş subayların kendilerini böyle bir duruma düşürmesinden sadece üzüntü duyuyor insan...