İlginç bir hafta yaşadık, herkesten “Kriz bitti, tünelden çıktık, yolumuz açık” mesajını duymak isteyenler gene düş kırıklığına uğradı, Dünya Bankası ve OECD’nin geçen hafta açıkladığı tahminler bir kez daha kafaları karıştırdı. Açıklanan veriler 2008’in son çeyreği ile 2009’un ilk çeyreğinde dünya ekonomisinde yaşanan büyük çöküşün akıl durdurucu boyutlarını net biçimde ortaya koydu, yapılan tahminler de önümüzdeki dönemin zorluklarını hatırlattı.
Ortaya konan tablo küresel krizin niteliğini ve boyutlarını doğru algılayanlar için fazla şaşırtıcı değildi aslında ama krizi hafife alma illetinden bir türlü kurtulamayanların bir kez daha keyfini kaçırdı. Eğer bu takımdansanız hiç zahmet edip bu yazının geri kalan bölümünü okumayın, gidin borsalardaki günlük iniş çıkışlarla, çoğu kez rengi hemen kirli sarıya dönen “yeşil filiz” balonlarıyla oyalanmaya devam edin. Gerçeklerle yüzleşmeye hazırsanız şu
Dünyada ve Türkiye’de, krizdeki ekonominin durumunu ve gidişatını anlatmak için o kadar farklı benzetmeler yapıldı ve yapılıyor ki bunları topluca izleyen birinin kafasının karışmaması olanaksız. Bu benzetmelere bakarak, ekonominin içinden kolay kolay çıkamayacağı bir çukura düştüğü korkusuna kapılabilirsiniz ya da krizin aşıldığına ve kriz öncesindeki güzel günlere geri dönülmekte olduğuna inanabilirsiniz.
Bu ortamda gerçekçi bir değerlendirme yapmak kolay değil. Ben bu kez meteorolojik bir benzetme yaparak havanın “çok bulutlu” olduğunu söyleyeceğim. Borsalardaki günlük iniş - çıkışların ötesine bakıp ciddi analiz yapanların birçoğu da sanırım bu görüşte. Geçen yılın eylül ayında patlayan ve “küresel mali sistem yere mi çakılıyor” paniğine yol açan “kusursuz fırtına”nın atlatıldığını hemen herkes kabul ediyor ama o dehşet anının atlatılmış olması, kriz öncesindeki ortama geri dönüleceği ve günlük güneşlik bir havanın hüküm
Türkiye ile IMF (Uluslararası Para Fonu) arasında bin yılı aşkın süredir devam eden ilişkileri nasıl tanımlamak gerektiğini düşünürken önce “komedi” sözcüğü geldi aklıma. Daha sonra “vodvil” ya da “fars” da olabilir diye düşündüm. Sözcüklerin Türk Dil Kurumu sözlüğündeki karşılıklarına bakınca oynanmakta olan oyuna en uygun düşen sözcüğün “fars” olduğuna karar verdim. Fransızcadan alınan bu sözcüğün sözlükteki karşılığı şöyle: “İlkel, yalın güldürme öğelerinden yararlanan, bazen inanırlığın sınırlarını aşan, güldürmeyi amaç edinen oyun.”
Türkiye ile IMF arasında oynanmakta olan oyunun amacı gerçekten insanları güldürmek mi, ya da bu oyunun sonunda birilerinin yüzü gerçekten gülecek mi, henüz belli değil ama oyunun bugüne kadar yaşanan bölümlerini izlerken sık sık gülmek ihtiyacını duyuyorum ben kendi hesabıma. Geçen perşembe günü, “IMF ile anlaşma
Türkiye uzunca bir süre “Bize bir şey olmaz, kriz bizi teğet geçecek” söylemiyle ve “krizin dibi göründü-görünmedi” tartışmalarıyla oyalandı. Ciddiye alınabilecek ekonomi tartışmaları ise yeni başladı. Yeniden ekonomi yönetiminin dümenine oturan Devlet Bakanı Ali Babacan’ın uyarıcı açıklamalarından sonra TC Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın önceki gün Ankara Sanayi Odası Meclisi’nde yaptığı açıklamalar, dünyadaki güncel tartışmaları Türkiye’nin gündemine taşıdı ve anlamlı bir tartışmaya zemin hazırladı.
Merkez Bankası Başkanı Yılmaz, ekonomideki baş aşağı gidişin yavaşlayarak sürdüğünü belirttikten sonra kriz sürecinde gelinen noktayı değerlendirirken şu ilginç soruyu sormuş: “Tünelin içine girdik. Tünel zifiri karanlıktı. Şimdi öbür tarafa doğru bir ışık göründü. Işık, öbür tarafa doğru çıkışı mı gösteriyor, yoksa üzerimize gelen bir araba mıdır?”
Yılmaz, yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da
Türkiye’de olup biteni doğru algılayabilmek için değişen güç dengelerini mutlaka hesaba katmak gerekiyor. Geçmişte, farklı güç dengelerinin geçerli olduğu dönemlerde yaşanmış olanları hatırlayıp, aynı dengeler sanki hâlâ geçerliymiş gibi değerlendirme yapmanın ve fikir yürütmenin fazla bir ‘kıymeti harbiye’si yok. Özellikle 2007’ den beri Türkiye’de yaşananları ve son günlerdeki gelişmeleri anlamlandırabilmek için önce bu gerçeği kabul etmemiz lazım.
Bu saptamayı kabul etmeyenler de olabilir kuşkusuz ama ben, son yıllarda yaşanmakta olanları açıklamak için bu saptamadan yola çıkmanın şart olduğunu düşünüyorum. Gelişmeleri etkilemek isteyenler de bu yeni güç dengelerini mutlaka hesaba katmak zorunda.
İki cephenin oluşumu
Türkiye’de güç dengelerinin nasıl değiştiğini açıklamaya çalışırken, analizi kolaylaştırmak için, kaba çizgilerle tanımlanmış iki cepheden söz edebiliriz. Bu cephelerden birinde, iktidardaki Adalet ve Kalkınma
Batı medyasının geçen hafta manşetlere taşıdığı konular arasında iki yıldız futbolcunun, Kaka ve Ronaldo’nun astronomik paralarla Real Madrid’e transferi öne çıktı. Financial Times’ın haberine göre bankalardan 300 milyon euro kredi kullanan Real Madrid’in, daha önce Galatasaray’da oynamış olan Ribery’ye de göz koyduğu ve bu yıl futbolcu transferine ödeyeceği paranın 300 milyon euro’yu bulması bekleniyor.
Real Madrid’in milyarder başkanı Florentino Perez, kulübün yıllık gelirinin 400 milyon euro’yu geçtiğini belirterek Kaka ve Ronaldo’ya yapılan yatırımın bu geliri daha da artıracağını iddia ediyor ama bu iddianın ne kadar gerçekçi olduğu tartışma konusu. Başarısız bir sezon geçiren Real Madrid’in bu yıl başarılı olacağı garanti değil, sponsorluk gelirlerinde bir azalma söz konusu ve kriz ortamında beklenen gelir artışının sağlanacağı kuşkulu.
Ronaldo’nun eski kulübü olan Manchester United’a ödenen 90 milyon euro’ya ek olarak kendisine ödenecek olan “maaş”ın da altı yılda 120 milyon
Geçen cuma başlayan ve 30 Haziran’a kadar sürecek olan Uluslararası İstanbul Müzik Festivali masal değil gerçek. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın krizlere meydan okuyarak gerçekleştirdiği festivalde bu yıl da uluslararası üne sahip solistleri, ses sanatçılarını, toplulukları ve orkestraları dinleme ayrıcalığını elde edeceğiz. Klasik müziğe gönül verenleri gerçek bir müzik ziyafeti bekliyor.
Festival’in ana sponsoru olan Borusan Holding ayrıca giderek farklı bir kimlik kazanmaya başlayan Borusan Filarmoni Orkestrası’nı geliştirmek için harcadığı çabayla da her türlü övgüyü hak ediyor. ABD’de bazı eyalet orkestralarının kriz nedeniyle can çekiştiği bir ortamda, koskoca bir senfoni orkestrasını yaşatmak ve geliştirmek hafife alınacak bir iş değil. Bunu göze alacak kişinin Borusan Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık kadar iddialı ve kararlı bir sanatsever olması gerekiyor.
Muhtar Kent’in görüşü
Ahmet Kocabıyık’ın müziğe ve sanata yaptığı katkılar nedeniyle Kennedy
Başbakan Erdoğan’ın kendi ölçülerine göre “edepsiz” diyerek suçladığı yazarlardan biri de benim. Suçum sabit. Yazılarımda ve yazı başlıklarında, Adalet ve Kalkınma Partisi’nden söz ederken, her defasında önce partinin adını bütünüyle yazdıktan sonra, defalarca “AKP” kısaltmasını kullandım. Üstelik geçen yıl yayınlanan kitabımın kapağında da “AKP Gerçeği” ibaresi yer aldı. Yani sayın Başbakan’a göre iyice “edepsiz” sayılabilirim.
“Edepsiz” sözcüğünün Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğünde iki karşılığı var: “1.Utanılacak işleri hiç sıkılmadan yapan, utanmaz, sıkılmaz, terbiyesiz. 2. Sakınılacak kötü kimse, şirret.” Sayın Başbakan’a göre, Adalet ve Kalkınma Partisi için “Ak Parti” kısaltmasını kullanacağınıza “AKP” kısaltmasını kullanırsanız, “hiç sıkılmadan utanılacak işler yapan, şirret biri” olduğunuzu ortaya koymuş olursunuz.
Geçen sabah bazı gazetelerin manşete