Batı medyasının geçen hafta manşetlere taşıdığı konular arasında iki yıldız futbolcunun, Kaka ve Ronaldo’nun astronomik paralarla Real Madrid’e transferi öne çıktı. Financial Times’ın haberine göre bankalardan 300 milyon euro kredi kullanan Real Madrid’in, daha önce Galatasaray’da oynamış olan Ribery’ye de göz koyduğu ve bu yıl futbolcu transferine ödeyeceği paranın 300 milyon euro’yu bulması
Zenginlerin borç çıkmazı
Geçen hafta İstanbul’da gerçekleştirilen ve fazla dikkat çekmeyen 9. Kamu Borcu Yöneticileri Forumu’nda, 25 ülkeden gelen kamu borcu yöneticileri, merkez bankaları yetkilileri ve bazı özel sektör temsilcileri küresel krizin kamu borcunu nasıl tırmandırdığını tartıştı.
İstanbul’daki Forum’u Hazine ile birlikte düzenleyen IMF’nin başkan yardımcılarından Murilo Portugal’ın Forum’u açarken yaptığı konuşmada verdiği rakamlara göre, yalnızca banka sistemini ayakta tutmak için sağlanan kamu desteğinin ve verilen garantilerin GSYH’ya oranı ABD’de % 18’i, Euro alanında % 21’i, İngiltere’de % 69’u, İrlanda’da % 200’ü bulmuş.
IMF’nin borç sorunuyla ilgili olarak gerçekleştirdiği araştırmada yer alan veriler kamu borcundaki tehlikeli artışın, öncelikle zengin Batı ülkeleri için çok ciddi bir tehdit oluşturduğunu ortaya koyuyor. G-20 ülkeleri arasında yer alan ve ‘Yükselen Pazar’ diye nitelenen ülkelerde toplam kamu borcunun GSYH’ya oranının önümüzdeki beş yıl içinde artması beklenmiyor ve bu oran % 50 dolayında kalıyor.
Buna karşılık G-20 içinde yer alan zengin ülkelerde kamu borcu/GSYH oranının 2014 yılında, gerçekleşmesi muhtemel olan baz senaryoya göre % 114’ü bulacağı, en kötü senaryoda ise bu oranın % 150’ye kadar tırmanmasının söz konusu olacağı belirtiliyor. Baz senaryoya göre 2014 yılında kamu borcu/GSYH oranının İngiltere’de % 88’i, Fransa’da % 90’ı, Almanya’da % 91’i, ABD’de % 107’yi, İtalya’da % 129’u, Japonya’da % 234’ü bulacağı tahmin ediliyor. Buna göre söz konusu zengin ülkelerin vatandaşı olan her kişinin borcu 2014 yılında 50 bin doları bulacak.
Borçlu ve yaşlı
Büyük bir borç yüküyle karşı karşıya bulunan zengin ülkelerin küresel krizi aşmak için yaptıkları harcamaların bu yükü daha da ağırlaştırdığı görülüyor. Öte yandan giderek yaşlanan bir nüfusa sahip olan söz konusu ülkelerde, emeklilik çağına giren geniş kesime vaat edilmiş olan sosyal hakların da giderek büyüyen bir harcama gerektireceği görülüyor. Bu nedenle 2030’a ve 2050’ye uzanan uzun vadeli projeksiyonlar da zengin ülkelerin durumunun hiç de iç açıcı olmadığını ortaya koyuyor.
“Dipten döndük” avunması
The Economist dergisinin kapağında, ayağında devasa boyutlardaki borç prangasıyla emeklemeye çalışan bebeğin umutsuz çabasını görüyoruz. Zengin ülkelerin bu devasa borç yüküyle refah düzeylerini korumaları ve yeni kuşaklara umutlu bir gelecek vaat etmeleri herhalde pek kolay olmayacak.
Başta ABD olmak üzere söz konusu ülkelerin hızla büyüyen kamu açıklarını finanse etmek ve borç servisini gerçekleştirmek için muazzam miktarlarda borçlanmaları gerekiyor.
Ancak orta ve uzun vadede bir borç çıkmazına girmesi olası görünen bu ülkelerin artan miktarlarda borçlanması bir noktadan sonra hiç de kolay olmayabilir ve ancak daha yüksek faizler ödeyerek borçlanabilir hale gelebilirler. Bunun da ekonomide özlenen canlanmayı caydırıcı etkisi olabilir.
Uluslararası Finans Enstitüsü’nün geçen hafta açıklanan tahminine göre, bu yıl % 4.1 küçülmesi beklenen gelişmiş ekonomilerin 2010’da da ancak % 1.6 büyümesi öngörülüyor. Buna karşılık ‘Yükselen Pazar’ ülkelerinde bu yıl % 0.6’da kalması beklenen büyümenin gelecek yıl % 5’e yükselmesi bekleniyor.
Bu koşullar altında, ABD’de ve bazı diğer gelişmiş ülkelerde, giderek daha belirgin hale gelen dipten dönüş belirtilerini “Tamam kriz bitiyor, eski güzel günlere dönüyoruz” diye algılamanın âlemi yok. Dipten tabii ki dönülecek ama özellikle zengin ülkelerin önündeki yolun kolay bir yolculuğa elverişli olmadığını unutmamak gerekiyor.