Piyasa ekonomisinin temelini oluşturan arz ve talep kanunu, küresel ekonominin gidişatıyla ilgili haber trafiğini de belirliyor. Geçen yılın son çeyreğinden itibaren, küresel kriz hızla yayılır ve derinleşirken neye uğradığını şaşıran insanlar, bu çöküşü açıklamaya çalışan haber ve yorumlara daha fazla ilgi gösteriyordu. Bu talebi karşılayacak haber ve yorumlarda büyük artış oldu o dönemde.
Bugün gelinen noktada denge değişmiş durumda. Piyasa sisteminin çöküşü yoğun devlet müdahalesiyle önlendi ve panik atlatıldı. Şimdi krizin bitmekte olduğunu ve eski güzel günlere geri dönüleceğini müjdeleyen haber ve yorumlara büyük talep var. Talep kendi arzını yarattığı için de bu tür haber ve yorumlarda bir patlama yaşanıyor. Bu ortamda her olumlu gelişme bir umut sinyali olarak algılanıyor.
Olumlu sinyaller
- Geçen hafta ABD’de Conference Board adlı saygın kuruluşun yayınladığı öncü göstergeler endeksinin beklenenden iyi çıkması, konut piyasasında dibe yaklaşıldığı izleniminin
Dünyada, özellikle de ekonomi ve finans dünyasında olup biteni yakından takip edebilmek için hayli çaba harcıyorum. Benim izleyebildiğim kadarıyla, Türkiye dışında hiçbir yerde, krizin çıkmasının ve sürmesinin baş sorumlusu olarak medyayı gösteren yok.
Küresel krizle ilgili olarak yapılan değerlendirmelerde krizin nedenleri sorgulanırken, bu krize öncelikle kimlerin yol açtığı ve sorumluluğun kimlerde olduğu sorusu sıkça gündeme geliyor. Hedef alınanlar arasında ilk sırada “açgözlü bankacılar” var. Hemen ardından finans sistemindeki denetim kurumları ve onların yetkilileri hedef alınıyor. Sistemi likiditeye boğarak krizi yaratan balonların oluşmasına fırsat hazırlayan Alan Greenspan gibi para otoriteleri ve tabii tüm bu uygulamalara yön veren siyasetçiler de hedef tahtasında.
Peki medyanın hiç mi kabahati yok? Küresel finans sistemini ve dünya ekonomisini temelinden sarsan bu krizin koşulları oluşurken medya üzerine düşeni yaptı mı? Oluşmakta olan devasa risklere yeterince dikkat çekti mi? Karar alma noktasında
Türkiye ekonomisi bu yılın ilk çeyreğinde % 13.8 küçüldü. Yılın bütünü için yapılan tahminler 2009’da ekonomimizin en az % 5 küçüleceğini gösteriyor. Küçülmenin % 7’yi geçeceğini ileri süren saygın kuruluşlar da var. Türkiye, küresel krizin olumsuz etkilerini en fazla hisseden ülkelerden biri olmaya aday.
Ekonominin önemli ölçüde küçülmesi, toplumun hemen her kesimindeki insanların sorunlarının büyümesi, sıkıntılarının artması anlamına geliyor. Bu ortamda ekonomideki daralmanın sıkıntılarını yaşayan herkes, krizin nasıl aşılacağını ve ekonominin nasıl büyümeye geçeceğini merak ediyor.
Bu arayışta kısa vadede sonuç vermesi beklenen çözümlerin, örneğin vergi indirimlerinin ve teşviklerin öne çıkması doğal ama bunlar günü kurtarmaya dönük önlemler.
“Türkiye ekonomisi nasıl büyür?” sorusuna daha kalıcı bir cevap arıyorsak, kısa vadeli çözüm arayışıyla yetinmeyerek farklı
Yaz sıcaklarının kendini iyice hissettirdiği şu günlerde böylesine kapsamlı bir konuyu tartışmaya açmanın zamanı mı, doğrusu pek emin değilim ama yaza ve sıcağa aldırmadan başlıktaki soruya cevap arayanlar da var. Onları üçe ayırıyorum ben.
Birinci grubu, bu kapsamlı soruya kestirme bir cevap bulmuş olan ‘işporta teorisyenleri’ oluşturuyor. Onlara göre, Türkiye ekonomisi krizi en derin biçimde hissedip hızla dibe vurduğu için, yere vurunca zıplayan bir lastik top gibi, yukarı sıçraması da hızlı ve otomatik olacak. Yetkili noktadaki bazı kişiler de bu hayli iyimser görüşü benimsemiş görünüyor.
İkinci grubu ‘komplo teorisyenleri’ oluşturuyor. Onlara göre, 2001 krizi sırasında Türkiye’ye dışarıdan kabul ettirilen ve ulusal ekonomimizin iliğini kurutan “sıcak parayla gününü gün etme” modelini yeniden geçerli kılmak isteyen iç ve dış güçler hazır bekliyor. Küresel kriz izin verirse, Türkiye ekonomisi bir kez daha bu kıskaca sokulacak ve aldatıcı bir büyüme sürecine
Dünkü gazetelerde yer alan haberlere göre Başbakan Erdoğan, İtalya’da IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn ile görüşmüş. Erdoğan görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, IMF ile anlaşmanın, IMF ve Dünya Bankası’nın 28 Eylül’de İstanbul’da başlayacak olan yıllık toplantıları sonrasına kalmasını istemediğini IMF Başkanı’na ilettiğini belirtmiş. IMF Başkanı ile yapılan görüşmeye Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın da katıldığını belirten Başbakan Erdoğan, anlaşmanın kısa sürede sağlanması için çalışmaların yoğun biçimde sürdürüleceğini de açıklamış.
Ne güzel haber değil mi? Sigara yasağının genelleşmesine bir hafta kala “Buyurun bir tane de buradan yakın” diyeceği geliyor insanın. Amiyane deyimle “IMF’ye posta koymayı” haftalık programının vazgeçilmez unsurlarından biri haline getirmiş olan ve “Bizim durumumuz iyi, IMF’ye ihtiyacımız yok” diye yeri göğü inleten Sayın Başbakan şimdi IMF ve Dünya Bankası yıllık toplantılarının iki buçuk ay
Pepsi Cola’nın CEO’su Indra Nooyi, şirketin New York yakınlarındaki merkezinde kendisini ziyaret eden Hürriyet gazetesinin ekonomi müdürü Vahap Munyar ile Radikal gazetesinin ekonomi müdürü Ruhi Sanyer’e ilginç açıklamalar yapmış.
İki yıl önce Fortune dergisi tarafından “iş dünyasının en güçlü kadını” seçilen Nooyi’nin krizden çıkış süreciyle ve dünyanın gidişatıyla ilgili olarak söyledikleri, aylardan beri “kriz bitti - bitiyor” masallarıyla insanları avutmaya çalışan vüzeraya ve ulemaya göre değil. Buna karşılık, küresel krizden çıkış süreciyle ilgili gerçekçi bir değerlendirme yapmak isteyenler Nooyi’nin saptamalarından yararlanabilir.
Çıkışın ölçütü istihdam
Satırbaşlarıyla şunları söylemiş Pepsi’nin Tamil kökenli CEO’su:
- Krizde dibi gördük mü, bilmiyorum. İyimser “boğalar” 2010’un ilk çeyreğinde çıkarız diyor, karamsar “ayılar” ise
Küresel krizi en kötü yöneten ülke hangisi? Bu soruya cevap ararken hangi ülkenin krizden nasıl etkilendiğini gösteren temel göstergelere, örneğin ekonominin ne kadar küçüldüğüne, uğranan gelir kaybının büyüklüğüne, işsizliğin ne kadar arttığına bakmak yeterli değil. Bu temel göstergelere bakmak gerekli ama bunların ötesinde, her ülkenin krize girerken hangi durumda olduğuna da bakmak ve hükümetlerin krizi yönetmede gösterdiği başarıyı buna göre değerlendirmek gerekiyor.
Örnek ülke Türkiye
En ilginç örneklerden biri olarak Türkiye’nin durumunu ele alalım ve küresel krizin ağırlaştığı noktada Türkiye’nin ne durumda olduğunu hatırlayalım.
- Ekonomi yavaşlamakla birlikte büyümeye devam ediyordu.
- Banka sisteminin sermaye yapısı sağlamdı.
- Bankalarımız krize yol açan “toksik varlıklar”a hemen hiç bulaşmamıştı.
Pazar günü koşulan Gazi Koşusu nedeniyle Veliefendi Hipodromu’ndan yapılan naklen yayını izledim. Günün mana ve ehemmiyetine uygun kıyafetleriyle padok çevresinde dolaşan TJK TV’nin sunucuları, at sahiplerine, antrenörlere, jokeylere ve bulabildikleri herkese koşuyla ilgili “duygu ve düşüncelerini” sordu. Onlarca kişiye mikrofon tutuldu ama alınan cevap hep aynıydı. Herkes, bazen Allah’ı da işin içine sokarak, “Yarışa katılan bütün atların düz basmasını” diliyor, hemen ardından da “Ulu Önder Atatürk’ün adıyla anılan bu koşuya katılmanın bile büyük bir şeref olduğunu” söylüyordu. Farklı bir şey söyleyeni duymak için sabrımı dakikalarca zorladım ama sonuç alamadım.
Türkiye’yi yönetenler, acaba insanımızdaki bu bir ezbere takılıp kalma özelliğine güvenerek mi “Kriz bizi teğet geçecek” lafını belleklere kazımaya çalıştı? Bunun inandırıcılığı kalmayınca da “Türkiye krizi en hafif atlatan ülke olacak” söylemi tekrarlanır oldu?
K&uu