Dünkü gazetelerde yer alan haberlere göre Başbakan Erdoğan, İtalya’da IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn ile görüşmüş. Erdoğan görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, IMF ile anlaşmanın, IMF ve Dünya Bankası’nın 28 Eylül’de İstanbul’da başlayacak olan yıllık toplantıları sonrasına kalmasını istemediğini IMF Başkanı’na ilettiğini belirtmiş. IMF Başkanı ile yapılan görüşmeye Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın da katıldığını belirten Başbakan Erdoğan, anlaşmanın kısa sürede sağlanması için çalışmaların yoğun biçimde sürdürüleceğini de açıklamış.
Ne güzel haber değil mi? Sigara yasağının genelleşmesine bir hafta kala “Buyurun bir tane de buradan yakın” diyeceği geliyor insanın. Amiyane deyimle “IMF’ye posta koymayı” haftalık programının vazgeçilmez unsurlarından biri haline getirmiş olan ve “Bizim durumumuz iyi, IMF’ye ihtiyacımız yok” diye yeri göğü inleten Sayın Başbakan şimdi IMF ve Dünya Bankası yıllık toplantılarının iki buçuk ay sonra İstanbul’da yapılacağını hatırlayıp telaşa mı kapıldı acaba?
Başbakan’ın keşfiYoksa “küresel krizden en ağır etkilenen ülke” unvanına göz dikmiş görünen Türkiye’nin IMF’ye ihtiyacı olduğunu mu keşfetti, bilmiyorum ama jeton devri geride kaldığına göre, “kontör düştü, Başbakan gerçeklerin dünyasına geri döndü” diye düşünebiliriz belki de.
IMF ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantıları üç yılda bir Washington dışında yapılıyor. Bu yılki toplantının İstanbul’da yapılması yıllar önce kararlaştırıldı. Erdoğan yönetimi de bütün dünyada, en azından ekonomiyle ilgilenen çevrelerde yakından izlenen bu organizasyona büyük önem verdi. Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nin, dünyanın hemen tüm ülkelerinden üst düzey temsilcilerin katılacağı toplantının gerektirdiği mekânları içerecek biçimde genişletilmesi için muazzam bir inşaata girişildi.
Yıllık toplantı ve TürkiyeŞimdi Sayın Başbakan’ın IMF’ye karşı takınmış olduğu, tavrı yıllık toplantı gününe kadar sürdürmesi halinde ortaya çıkacak olan tabloyu gözümüzün önüne getirelim. Dünyanın dört bir yanından ekonomi bakanları, merkez bankası başkanları, bankacılar ve dünya medyası yıllık toplantı için İstanbul’da toplanmış, ülkenin başbakanı ise IMF’ye atıp tutuyor. Söylemine bakacak olursanız, bu tür toplantılarda hep görülen protesto gösterilerinde pankart açacak olanlarla aynı saflarda yer aldığını düşünebilirsiniz.
Öte yandan, IMF’nin küresel krizden zarar gören ülkelere destek olma misyonuyla görevlendirildiği dönemde, krizden en ağır etkilenen ülkelerden biri olan Türkiye’nin IMF ile ilişkileri ise bir tür yılan hikâyesine ya da koyun pazarlığına dönüşmüş durumda.
Önceki gün yaptığı açıklamaya bakılırsa, bu tablo sonunda Başbakan Erdoğan’ı da ürküttü galiba.
IMF yeni rolüne ısınamadıBir süredir İstanbul’da bulunan Kemal Derviş, değişik gruplarla toplantılara katılıp dünya ve Türkiye ekonomisinin durumu ve geleceğiyle ilgili görüşlerini açıklıyor. Bu görüşleri ve uzantılarını başka bir yazıya bırakıp, Derviş’in IMF’nin yeni misyonuyla ilgili olarak söyledikleri üzerinde durmak istiyorum.
Bilindiği gibi daha önce “müşterisi” olan ‘Yükselen Pazar’ ülkelerinin ekonomilerini düzene sokup iç ve dış açıklarını kapatmaları ve istikrarlı bir yapıya kavuşmaları, IMF’yi adeta işsiz ve işlevsiz bırakmıştı. IMF’nin bu nedenle kriz öncesinde yüzde 20’lik bir kadro daraltmasına gittiğini belirten Derviş, küresel krizin bu tabloyu tamamen değiştirdiğini ve IMF’ye çok önemli yeni bir rol verildiğini hatırlattıktan sonra, IMF’nin bu yeni role ısınma konusunda bazı sorunları olduğunu söylüyor.
IMF’ye yüklenen yeni misyon, küresel boyuttaki resesyonu önleme çabalarına katkıda bulunmak ve küresel kriz nedeniyle sorunlarla karşılaşan ülkelere acil destek sağlamak. Bu işlevi yerine getirebilmesi için IMF’nin kaynaklarının 250 milyar dolardan 750 milyar dolara yükseltilmesi de Londra’daki G - 20 toplantısında kararlaştırıldı.
Derviş’e göre IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn ve kurumun üst düzey yöneticileri bu yeni misyonu benimsemiş durumda ama IMF’nin yıllar içinde oluşmuş olan kurum kültürü, her kademedeki IMF personelinin bu yeni misyona uyum sağlamasını zorlaştırıyor. IMF’nin yerleşik kurum kültüründe ekonomik büyümeyi destekleme motifi değil, istikrar motifi öne çıkıyor.
Bu durumda IMF ile anlaşma yapmak ve IMF’den destek sağlamak isteyen ülkelerin yetkililerinin, IMF başkanıyla ya da üst yönetimiyle iyi ilişkiler kurarak sonuca gitmeye çalışmasında yarar var ama bazen bu bile alt kadrolardaki direnci kırmaya yetmeyebiliyor.
“Yeşil filizler”e ne oldu?Rüyalarında bile “yeşil filizler” görüp yeşil filizlerle beslenen ve sürekli olarak “Dip görüldü, kriz bitti” şarkıları söyleyerek kendilerini oyalayanların keyfi kaçtı gene. Bir kez daha yeşil filizler yerine tadından yenmez sarı otlarla yetinmek zorunda kalmaları onları hayli üzüyor şu son haftalarda. Ne oldu da böyle oldu derseniz satırbaşlarıyla sıralayayım:
- ABD’den gelen haberler resesyondan çıkışın uzun ve sancılı olacağını gösteriyor. İşsizlik artmaya devam edecek, tüketici tüketimini değil tasarrufunu artırıyor, tüketici güveni tekrar düşüşe geçti.
- IMF’nin son tahminleri de, tıpkı OECD tahminleri gibi, Avrupa ekonomisindeki daralmanın bu yıl % 5’e yaklaşacağını ve Avrupa’nın 2010’da da neredeyse hiç büyümeyeceğini ortaya koyuyor. Bu bizim için hiç de iyi bir haber değil.
- “Yeşil filiz” gazına gelerek anormal yükselen borsalarda geri dönüş başladı.
- Yeni veriler, Türkiye’nin “krizden en çabuk çıkan ülke” olacağı iddiasının da yeşil filizci takımın icadı olduğunu ortaya koyuyor.