Facebook’un ismini değiştirmeye kadar gidecek metaverse yatırımına sosyal medyanın geleceği demek ne kadar doğru olur? Profilimizde gösterdiğimiz ‘faceapp’li suratlarımızdan (!) yeni suretlerimize geçiş tahminimizden de hızlı oluyor.
2008 yapımı, Bruce Willis’in başrolünde olduğu ‘Suretler’ filmindeki gibi sanal dünyada kendi avatarlarıyla yaşanılan sanal evrene doğru yolculuk aslında resmi olarak başladı. Peki bu sanal evrenlerde bizim hayatımız nasıl olacak dersiniz?
Z kuşağı provasını yapıyor
Hep bahsettiğimiz Z kuşağı bu sanal evren içeriside yaşamaya başladı bile. Oyun dünyasında olanlar kulaklıklarını takıp, ekranları başında arkadaşlarıyla bu platformda buluşuyorlar. Online şekilde içerisinde bulundukları görevleri ya da kendi aralarındaki rekabetleri onların sosyalliğinin tamamını oluşturuyor. Aslında onlar metaverse evrenine uyumlular. Peki aradakiler? Onlar için nasıl olacak?
Yerini tutacak gerçek kalacak mı?
Onlar için aslında biraz mecburiyet gibi olacak. Her apokaliptik entellektüel gibi George Orwell’in 1984’ünden bir güzelleme yapabiliriz. İş hayatlarımızın sanal evrene strateji üreten değil; onların içerisinde olması da an meselesi.
Tatillerimizi metaverse’e inşaa edilmiş lüks bir otelde geçirip, kendimize hatıra olacak parçaların NFT’lerini koleksiyonlayabileceğiz. Gerçeğinin yerini tutar mı? Hızla değişen iklimle birlikte gerçek bizimle ne kadar kalacağına bağlı!
Lüksün gereksinimleri değişiyor
İklim krizinden bahsetmişken lüksün tanımında bile sürdürülebilirlik tercih edilme sebebi oluyor. En hızlı değişim otomobil sektöründe yaşanıyor.
Avrupa Birliği normlarıyla özellikle Avrupa çıkışlı markalarda hybrid motorların sayısı artıyor. İtalyan Maseratti’nin Ghibli’sinden sonra SUV’u Levante’yi de bu teknolojiyle üretmeye başlaması otomobillerdeki uç lüks beklentilerini değiştireceğinin habercisi gibi.
Ben de otomobili Türkiye’de deneyimleyen ilk kişilerden biriydim. Teknik bilgilerin uzağında aklımda kalan Tridente logosunun altındaki bu çevreci motor sürüş agresifliğinden de hiçbir şey kaybetmediğiydi.
Tabelanın hakkını vermiş
İstanbul Havalimanı’nın Asya ve Afrika’yı gerçek anlamda Avrupa’ya bağlayan transit alanların başında geldiğini söylemek pek de güç değil. Bunun bilincinde olan lüks giyim ve mücevher markaları göz alıcı mağazalarıyla sizi dış hatlar girişinde karşılıyor.
Gastronomi anlamında da birçok deneyim olan havalimanında nihayet bir Türk şefin isminde restoran da geçtiğimiz ay hizmete girdi. Ömür Akkor’un yüzlerce yıllık tarifleri aslına uygun bir şekilde sunduğu ‘The Oldest Cuisine in Anatolia’ BTA bünyesindeki tadında Anadolu girişinde hizmete açıldı. Fikrin sahibi de, hayata geçmesinde büyük emeği olan kişi de BTA İcra Kurulu Başkanı Sadettin Cesur. Ömür Akkor’a burada olma fikrini kendisi vermiş. Restoranı anlatırken bir CEO gibi değil, ortak şefmiş tutkusuyla anlatıyor. Akkor ise kendi ismini İstanbul Havalimanı’na astırmanın hakkını vermiş!
Türkiye’de birçok iyi şef olsa da Ömür Akkor gibi tarihi reçeteleri çalışmayı amaç edinmiş bir şefin olması Türkiye tanıtımı için de ayrı bir fırsat...