Belki de İstanbul yazlarının en yoğun dönemi! Neredeyse oteller tam doluluğa çok yakın. Hem de muadili olan Paris, New York ve Londra gibi metropollerle hemen hemen aynı fiyata bu ilgi var. Şehrin bu turist yoğunluğuyla birlikte lüks otellerin çatı katları resmen şaha kalktı. 16 Roof, Spago ve Bebek Otel derken, son dönem bu lige Ukiyo da girdi diyebiliriz.
Yüzen dünyaya gönderme
Aslında Fairmont Quasar İstanbul açıldığından bu yana hizmette Ukiyo. İstanbul’un balkonu denilebilecek nitelikte bir manzara ve havuzun içinde Japonca kendi anlamı yüzen dünyayı betimleyen, altın rengi topları sosyal medya fenomenlerinin fotoğraflarından sıkça görmüşsünüzdür. Bu kadar sosyal bir havuzun yanı başında şehrin en iddialı Uzak Doğu restoranlarından birinin olduğundan aslında çoğu kişi habersiz. Fairmont’un kendi müşterisinin buraya ilgisi de markanın kendisini duyurması konusunda bir çaba göstermemesine sebep olmuş. Bu harika Uzak Doğu mutfaklarının arkasındaysa lüks otellerin uzman şefi Ercan Yamantürk var. Yamantürk iyi olan Ukiyo’nun
İstanbul’da Michelin yıldızlı restoranları beklerken, Michelin yıldızı apoletli şefler Bodrum’da pop-up konseptleriyle boy gösteriyorlar. Paco Roncero Tomas Bühner, Anthony Genovese, Yoji Tokuyoshi, Anatoly Kazakov gibi şefler Türk tedarikleriyle kendi şef menülerini uyguluyorlar. Kendi restoranlarında dahi 15 gün üst üste göremeyeceğiniz bu şeflerin mutfağın başında, misafirlerle direkt temasta ve Bodrum’da olması çok kıymetli.
Aslında hikaye Be Premium’un bünyesine Michelin yıldızlı bir restoran katma fikriyle başlıyor. Hepimizin bildiği o büyük restoranlarla temasa geçerken “Acaba birkaç tanesini mi getirsek?” deniyor. Otelin executive şefi Veli Bayraktar’ın da fikriyle ‘pop-up’la beş şef performansına dönüştürmeye karar veriyorlar. Gastronomi dünyasındaki uluslararası çevresiyle bilinen Gökmen Sözen’le birlikte hummalı çalışmaya başlamışlar. Yaklaşık altı ay boyunca onlarca şefle hem tarih hem de konseptlere olan uygunluk üzerine titiz bir çalışma gerçekleştirdiler.
Kazakov’un
Bodrum’un kendi gastronomisinin dışında inanılmaz bir suşi tercihi var diyebilirim. Yeni açılan mekanların neredeyse tüm konseptlerinin başrolünde Japon lezzetleri... Biz ne ara bu kadar suşi sever olduk bilmiyorum ama hiç de kötü olmayan markalar ardı ardına lüks konseptli otellerin içerisine açılıyor. Bunların en yenisi belki de Türkiye’deki Japon mutfağı kültürünün kilometre taşı diyebilirim.
Markayı şefi Kenji Kume’den bağımsız konuşmak olmaz! Belki de ülkede gördüğümüz çoğu Japon şef onun yanından yetişme. 1998 yılında Londra Mayfair’de Rahmi Koç’un Kenji’yi kendi restoranında ziyaret etmesiyle başlıyor tüm hikaye... Önce bir aracı vasıtasıyla Rahmi Bey’in Japon restoranı açma teklifi kendisine gelen Kenji, Türkiye’ye dair fikri olmadığı için nazikçe kabul etmediğini bildirmiş. Sonrasında Rahmi Bey’in İstanbul’daki tatil davetinden sonra tüm fikri değişmiş. O günden bu yana İstanbul aşığı olarak aynı yerde hizmet veriyor. Açılış ritüelinde
Hep iş hayatı için kullanılsada aslında Türk insanının sosyalliğinde de büyük etkisi vardır FOMO’nun. O sebepten popüler kültürün beşiği Amerika’dan hemen sonra yakalarız tüm trendleri! Şimdilerde Türk sosyalliğinin bayrağını elektronik müzik konseptleri taşıyor. Yabancı DJ’lerin Türkiye’de verdiği konserlerde ambiyans Ibiza’yı Tulum’u aratmıyor. Pek biz ne ara bu kadar sevdik elektronik müziği! İşte orada o FOMO, yani trend bir şeyi kaçırma korkusu devreye giriyor. Organizasyonlar ne kadar kusursuz olursa olsun bir anda 10 binlere hitap edecek kalabalığın oluşması bambaşka bir kültür. Bu konseptlerde liderliği Z kuşağı üstlensede kalabalığın çoğunluğunu 35 yaş üstü oluşturuyor. Bu kitle Burning Man Festivali’nden bile daha apokaliptik? Kostümlerle bulunduğu konseptle bütünleşiyor. Belki 3-4 yıl önce daha alaturka konseptlerde gördüğümüz beyler bu partilerin en sıkı takipçileri.
Konseptle bütünleşiyorlar
Geniş beyaz bir tişört üstüne uzun bir kolyeyle Alaçatı
Sosyallikte alışkanlıklar değişiyor, moda olan demode; unutulan da tekrar gündem oluyor. Medyada sosyallik Alaçatı olarak konuşulsa da dinginlik yavaş yavaş Çeşme tarafına kayıyor. Çok değil, 10 yıl önce bunun tam tersini söylerdik aslında. Sakin akşam yemekleri, sessiz plajlar Alaçatı’dayken kalabalık eğlence Çeşme mekanlarında fazlasıyla olurdu. Marina sosyalliğine de bu yansımış durumda. Port Alaçatı’daki popüler mekanların başarısından bağımsız Çeşme Marina’daki sakin anlayışın müdavileri oldukça fazla. Müdavimleri en sevdiği mekanın Çeşme Marina Yacht Club olduğunu söyleyebilirim.
Çok yer verilmeyen müzik tarzlarına ev sahipliği yapmaya çalışan Jazz ağırlıklı sahneleriyle bilinsede iddialı bir mutfağa sahip marka. Mutfağın başında Aylin Güvenek var. Harika da tadım menüsü hazırlamışlar. İpek börülce, deniz mahsüllü mantı, semiz otlu köy salatası, Urla kınalı bamya kızartması gibi muazzam spesiyalleri var. Enginar ve kuşkonmaz eşliğinde yorumladığı Kaya Levreği de oldukça denenesi. Mekanın sahibi
Açıklanmasına ramak kala herkeste bir michelin totosu var. Hele ki “Altı mekanı belirlemişler” dedikodusu... Hiç gülmeyen; sektörde duayen denilecek insanlar bile buna inanmış durumda! Şimdilik Maksut Aşkar, Fatih Tutak ve Mehmet Gürs’ün restoranları favori gibi görünüyor. Tabii Guide’ın eski popülaritesini yakalamak için sürpriz peşinde olduğunu da unutmamak gerek.
Michelin heyecanı bu kadar yüksekken gizliden gizliye Michelin imzalı şefin yemekleri konuşuluyor şehrin sosyal WhatsApp gruplarında. Eğlencesiyle önde olmasından mutfağının hakkı pek teslim edilmeyen 16 Roof’un özellikle bu yılki lezzet algısı çok başka. Sene başında Swissotel Bosphorus’un tüm mutfağının başına geçen Soner Kesgin ile göreve başlayan Tolgar Mireli iyi olan mekanın mutfağını bambaşka bir seviyeye taşımış. Ankara’da yetişen Tolgar daha sonra Hamburg’a taşınıp tek michelin yıldızlı Le Canard Nouveau’da çalışmaya başlamış. Sonrasında Burc el-Arab içerisindeki Al Muntaha’da iki micehlin yıldızlı şef deneyimiyle ustalığını
Ege’nin iki kıyısı… Bazen gergin, çoğunlukla dost! İşin siyasi boyutu devletlerin çıkarları göz edilerek yürütülürken gastronomi anlamında da sürekli bir tatlı rekabet olur. Bırakın yemeklerin benzerliklerini; kimi zaman isimleri bile aynıdır. Yunan gastronomisinin bu kadar ileride olmasının sebebinin İstanbul’dan göçen Rumların olduğu da herkesin kabul ettiği bir gerçek. Yine gerginliğin tırmandığı bir dönemde iki mutfağın kaynaştığı harika bir menüden bahsetmenin tam zamanı.
Şehrin sosyalliğinin son dönem en popüler noktası Bebek Hotel’de şef Demir Özkal’ın ‘komşunun’ en başarılı şeflerinden Athinagoras Kostakos’un menüsüyle yemeklerini taçlandırıyor. Mykonos’taki Bill and Coo’nun şefliğini yürüttükten sonra, Scorpios, Noema, Branca ve Londra Meraki gibi restoranların danışman şefi olan Kostakos Yunanistan’daki Top Chef jüriliğinden sebep farklı bir şöhrete de sahip.
Markanın sosyalliğini konuşurken bunda en büyük etkilerinden biri olan mutfak tarafının hakkı az
Norveç meclisinin geçen yıl tasarılaştırdığı ‘filtreli fenomen’ düzenlemesiyle aslına ilk kez gündeme geldi bu konu. Kimine göre bu ‘nitelikli dolandırıcılık’ kimine göre de kişilik bozukluğu ve yanlış örnek teşkil etme. Büyük markalar, itibarlı PR kuruluşları da dijital dönüşümde fenomen olgusunu negatif yönde değerlendirmeye başladığına dair haberleri her gün okuyoruz.
Aslında reklam sektörünün içerik konusunda sıkıştığı bir dönemde vaha gibi ortaya çıktı sosyal medya. Eskinin reklam müdürlerinin etik yayıncıları habere ikna etme çabaları yerine ‘ver bütçesini ya da hediyesini’ diyerekten tüm çalışmaları buraya kaydırdı. Markaların bütçeyi tüketirken yaptıkları raporlamaları da beğenilme ve takipçi sayılarıyla makyajladılar. Ölçümlemelerin rakamlara tabii olduğu bu dünyada beğenilerin, takipçilerin 10 saniyede 100 bin arttığı bu dünya bize modayı öğreten, hobilerinin aşığı, şefim diyene tarif veren, muhteşem ebeveynliklerini paylaşan