Bodrum’un kendi gastronomisinin dışında inanılmaz bir suşi tercihi var diyebilirim. Yeni açılan mekanların neredeyse tüm konseptlerinin başrolünde Japon lezzetleri... Biz ne ara bu kadar suşi sever olduk bilmiyorum ama hiç de kötü olmayan markalar ardı ardına lüks konseptli otellerin içerisine açılıyor. Bunların en yenisi belki de Türkiye’deki Japon mutfağı kültürünün kilometre taşı diyebilirim.
Markayı şefi Kenji Kume’den bağımsız konuşmak olmaz! Belki de ülkede gördüğümüz çoğu Japon şef onun yanından yetişme. 1998 yılında Londra Mayfair’de Rahmi Koç’un Kenji’yi kendi restoranında ziyaret etmesiyle başlıyor tüm hikaye... Önce bir aracı vasıtasıyla Rahmi Bey’in Japon restoranı açma teklifi kendisine gelen Kenji, Türkiye’ye dair fikri olmadığı için nazikçe kabul etmediğini bildirmiş. Sonrasında Rahmi Bey’in İstanbul’daki tatil davetinden sonra tüm fikri değişmiş. O günden bu yana İstanbul aşığı olarak aynı yerde hizmet veriyor. Açılış ritüelinde Divan Grubu Genel Müdürü Murat Tomruk’un teşekkür konuşmasındaki teşekkürden öğrendiğimiz kadarıyla açılış gününde babasını kaybetmesine rağmen açılış için mutfakta hazır bulundu. Marka bir süre sonra Ankara’da da şubeleşecekmiş.
Köklere bağlı değişim
Maromi’yle beraber Lokanta isminde yepyeni ‘fine-dine’ konseptli bir marka da kurmuş Divan! Bundan sonra açılacak konsept otellerin içerisinde olacak ve bu restoranların menüsünü Giancarlo Gottardo hazırlamış.
Bodrum’daki uygulama oldukça başarılıydı. Bunda otel müdürü Savaş Türkay ve ekibinin titiz hazırlığının da önemi büyük. Türkay’ın Divan Bodrum’daki üçüncü yılı. CEO Murat Tomruk’un getirdiği tutkulu yenilik rüzgarına doğmuş bir isim aslında. Divan eski ismiyle Palmira, geleneklerinden koparmadan Tomruk’un vizyonunu da hızlıca uygulamaya geçirmiş.
Mesela bulunduğu yeri kıymetlendirmek için pazardan alınmış malzemelerle menüye bir salata ekletmiş. Hatta Divan’ın meşhur döner günleri bile değişmedi.
Ama ‘Poke bowl’ gibi hem sağlık hem trend tercihleri başarıyla uygulatıyor. Divan Otelleri F&B Direktörü Todor Başoğlu’nun standartlardaki uzmanlığının katkısını da azımsamamak gerek. Bu arada perşembe günleri canlı müzik programı yapmaları da köyün arayışı olan 30’lu yaşların üstü eğlence açığına hitap edecek.
Türkbükü klasikleri
Hatırlıyorum; Conde Nast’ın popüler olduğu dönem Turkish Riviera yazısının ilham kaynağıydı Türkbükü... Şu an popülerliği Yalıkavak’a kaptırmış gibi görünse de coğrafi olarak alternatifsiz bir yer. Köy o sempatik halinin dışında biraz ‘pasaklılığını’ atsa, dünyaca ünlü modaevleri otellerin içerisine değil Türkbükü sahiline açılıp, gerçek bir turizm eko sistemine dönüşür.
Türkbükü’nün bir yüzü olsa muhtemelen o kişi Cemal Yarar olur. Kimler geldi kimler geçti ama o hep köyün içerisinde bir şekilde ‘fahri muhtar’ gibi her markaya geçiş konusunda yardımcı oluyor. Kendi markası Mavi, zaten klasikler arasında...
Sess birçok şubesi olan bir marka olsa da Türkbükü belki de bayrağın sahibi. “Kendi içinde bile üretemeyen Türkçe müzik sektöründe nasıl oluyorda hâlâ bu içerikle bir kültür oluşturuyor” derseniz, orada tam bir ekip başarısı var. Nedim Binler’in liderliğinde; Ecevit ve Yüksel Yılan Kardeşler müşteriyi sadece eğlendirmiyor, onlara özel hizmet ve ilgi gösteriyor. Kendi kemik müşterilerinin 20’li yaşlardaki çocuklarına kadar sürdürülen bir başarı bu. İskelesindeki Arnavutköy Balıkçısı da köyün en tercih edilenlerinden...