Özellikle son bir yıldır hiç olmadığı kadar yoğun İstanbul sosyal hayatı... En lüks restorandan en basit konseptteki kafeteryaya kadar rezervasyonsuz yer bulmak oldukça zor. Aslına bakarsanız bu doluluklarda bir kimliğin olduğunu söylemek pek mümkün değil. Yeni restoranlar, dünya markaları birbirini kovalarken şehrin ruhunu hatırlamak isteyenler, klasik markaları tercih etmek istiyor.
Geleneği sürdürüyor
Son dönemde bu havayı veren, isminde yeni ama gelenekte oldukça köklü hissettiren bir mekan Olea. Mandarin Oriental Bosphorus’un bahçesinde açılan marka o eski İstanbul sosyal hayatındaki gibi çoğunlukla birbirini tanıyan bir müdavim kitlesine sahip. Hepsinin ortak noktasındaysa Emre Ergani var! 90’lı yıllardan bugüne şehrin eğlence hayatına yön veren çoğu markada imzası vardır Ergani’nin. Belki de o şatafatlı İstanbul eğlence hayatından günümüzde kalan tek ismi. Ergani her kurduğu konseptte olduğu gibi markasını ilk yılında şehrin en konuşulanlarından biri yapmayı başardı.
Her dönemde başarıyı yakalarken trendlere
Zuma, Nobu, Hakkasan ve Novikov... Dengelerin tersine döndüğü, eskiden tutunamayan global markaların ilgi odağına döndüğü bir şehir İstanbul. Bunun yanında yeni açılan yerli markalar da daha lokal dokunuşlarla samimi etki veriyor. Açıkcası bunların arasından Inari gibi bir markanın yükselişine de belki bu üstteki markalar gibi dünyaya açılışının öncü adımlarına şahit oluyoruz. Etiler’de geçen ay açılan Inari Piku’yla bu düşünce artık sabit. Böyle bir dönemde garip bir yatırımla girmiş markanın kurucusu Aycan Akdağ. Garip deme sebebim zaten iyi olan lezzetler, hazır olan müdavimlerle yetinmemiş, burayı dünyada dahi göremeyeceğimiz kafada bir mimari ve yatırımla hizmete açmış.
Finanstan mutfağa
Tabii bu yatırımı yaparken geri döneceğinden emin. Akdağ Finans kökenli eğitimi ve tecrübesine güveniyor. Madencilikle uğraşan bir ailenin dördüncü kuşak temsilcisi olarak bu işlerde ilerlemesi, ilk dönem arkadaş çevresi tarafından heves gibi yorumlanmış. Kuruçeşme’de başlayan hikâyesinde
Üç tarafı denizlerle çevrili bir coğrafyada yaşamamıza rağmen bunu ne kadar değerlendirdiğimiz hep tartışma konusudur. Su topu maçında boğulmadılar diye sevindiğimiz, yüzücülerimizin de son döneme kadar ‘Survivor’da mücadele etmesiyle tanıdığımız kadar alakalıyız denizde. Her sorunun kökeninde olduğu gibi ‘çocukluğumuzda’ bununla ilgili yeteri kadar sevdirilip eğitim almadığımızı düşünüyorum. Neyse ki son dönem bu kültürü yaymak için bireysel olarak başlatıp tüm ülke gençliğine armağan etmeye çalışan birçok organizasyon var. Yelkende de bunu Bernard Arkas’ın önderliğinde Arkas yapıyor diyebilirim. Dünyanın belki de yelkene en elverişli lokasyonlarından biri olan Çeşme’de Arkas Aegan Link Regatta’yla başlanan yolculuk altıncı yılında Türkiye Yelken klasiği olmuş durumda. Başarının arkasında turnuvadan, yarış takımına, tam anlamında profesyonel sporcu felsefesine gelişin adımlaması var. Şimdi sıra yelkenin altyapısında!
Tam zamanlı yelkenciler
Bir dönem bordrolu yelkenci
2000’lerin Türkbükü popülerliğinin tahtına tamamen oturmuş durumda Yalıkavak. Mega yatların yanaşabildiği marinadaki dünyaca ünlü restoranlar, Yalıkavak’ın popülerliğini iki yıldır marinanın dışına, Tilkicik Koyu’na taşıyor. Koydaki lüks algısından bahsederken bu algıyı oluşturan ilklerden The Galliard Cove House’dan bahsetmeden olmaz.
Markanın Vadiİstanbul ve Emaar’daki mekanlarını biliyorsanız, onları unutun. Yalıkavak’taki bu konsepti mimarisinden mutfağına Londra, New York ya da Dubai’ye aynı şekilde koysanız, yine aynı ilgiyi göreceğine eminim. Hep ekibiyle konuşulsa da kurgunun gerçek mimari kurucu Ahmet Uras.
Yazılımcılıktan Galliard’a
Tüm ailesi hekim olan Uras’ın mutfak yolculuğu ananesiyle geçirdiği çocukluğa dayanıyor. Malum; anne-baba sürekli nöbette olunca o da ananesinin ev davetlerinde ona mutfakta yardımcı oluyor. Altı yaşında yaprak sarmayı öğreniyor. Asıl işi yazılım! Hem de finans konusunda uzman. Düşünün, Goldman Sachs gibi bir kuruluşta hızla yükselirken, tek çocuk
Transfer sezonunun en hareketli günlerindeyiz şu sıralar. Neredeyse tüm sosyal medyayı esir almış durumda transfer dedikoduları. Tabii bu dedikodular sadece yeşil sahalar da değil; otellerin mutfaklarında da dönüyor. Dünyadaki tedarik sıkıntısı Kovid-19’la gelen ekstra hijyen takıntıları zaten yükselişte olan otel restoranlarını şehrin en tercih ediliri kılmış durumda. Türk şefleri için de 2022 en hareketli yıl oldu diyebilirim. Birçok iyi şef transferlerle yer değiştirdi. Aralarındaki rekabetin dostluğun önüne geçmeyişinden sebep bu transferler bayrak teslimi hissinde de oldu. İstanbul otellerinin doluluk oranı her geçen gün artan ‘nitelikli’ turist sayısı da gastronomideki beklentiyi bu şeflerin yeteneklerini hakkını verecek seviyeye çekti.
Soner Kesgin
Soner Kesgin’le başladı
Lüks oteller arası transfer borsasında ilk hareket Soner Kesgin’le başladı. Fairmont İstanbul’un mutfağının başındayken Swissotel’de Uğur Talayhan’ın mutfak krallığının başındaki tercihi oldu. Onun birlikte Tolga Mireli de Ankara’da kendi restoranını bırakıp Swissotel
Popülerliği pandemiyle ertelenmiş mekanların başında gelir Octo! Tarihi Veli Alemdar Han’ın restore edilmesiyle açılan JW Marriott’un çatı katındaki mekan açılışıyla birlikte benimsediği deniz ürünleri konseptini şehirde en iyi uygulayan restoranlardan biri. Lezzet olarakta Türkiye’de pek rastlamayacağınız Portekiz lezzetleri menüde başı çekiyor.
Apoletli manzara
Tabii ki markayı tercihin en büyük sebebi eşsiz manzarası. Hatta bu manzara World Luxury Restaurant Awards’ta en iyi panoramik görünüşle de taçlandırılmış. Pandeminin tüm etkileri gittikten sonra şehirde geç gelen bir popülerlik yaşıyor marka. Çoğu misafiri yabancı, rezervasyonuysa günler önceden yaptırmanız gerekiyor. Mekanı araştıranlar yemek saatinden önce gelip Sky Karaköy’de sosyalleşiyor. Bu Octo’nun misafirlerinin ritüeli haline gelmiş diyebilirim.
Portekiz lezzetleri
Yemeklerde reçete Portekizli şef Jorge Lavos Costa’ya ait. İki kişilik servis edilen Arroz de Marsico yani bir nevi Portekiz paellası mutlaka denenmesi gerekli lezzetlerden.
İstanbul eğlence hayatının yazılı olmayan geleneklerinden biridir Etiler mekanlarının yazları sahile taşınmaları... Eski popüler günlerinde bile yazları hep sessiz olurdu Nispetiye üzeri mekanlar. Şu sıralar şehrin en konuşulan markalarından Amaya, bu geleneği tersine işletmiş durumda. Peki mekanın sihri nereden geliyor?
Aslında mekanın ortakları da bu erken ilgiye şaşkın! Sonbaharda kusursuz servis verebilmek için erken açma kararları bu yoğun ilgiyle başka bir seviyeye taşınmış. Onlar da iyi yemeğin yanı sıra ekim için planladıkları eğlence programlarını temmuzla başlatmış.
Doğru sentez
Her başarıda olduğu gibi burada da insan hikâyeleri başrolde. Yatırımcı olarak Yusuf Tekin, daha önce özellikle Alaçatı’da fenomen olmuş birçok eğlence mekanında imzası olan bir isim. Onu İstanbul’da bir restoran kurgusunda olmaya itense Yüksel Yavuz ve Ufuk Özcan. Eski gazeteci olan bu ikili, mesleki tecrübeden dolayı aslında birçok değme işletmeciden daha fazla gözleme sahip. Tekin’le birlikte yollarının kesişmesiyle harika bir sentez ortaya çıkmış. Tekin’de tüm
Daha öncekilere benzemeyen bir yaz sezonu olduğu kesin. Normalde sezonun final ayı gibi görünen şu günlerde bile hala yeni markalar kapılarını açıyor. Özellikle Çeşme-Alaçatı hattının rafine halini sevenler için belki de en yanlış zamandır şu sıralar. Dedim ya; bu yıl farklı oluyor.
Çok konuşulan Isla
Yeni açılan markalar arasında şüphesizki en fazla konuşulanı Isla. Tektekçi ve Korto gibi birçok ekol olmuş markanın kurucusu Berti Palambo’nun eseri. Alaçatı’da yol kenarında bir vaha gibi adeta! Bırakın bölgeyi dünyada bile konuşulacak bir ambiyansa sahip. Birbirleriyle bağlantılı dokuz bar, her yeri sarılmış muazzam botanik örtüsüyle Pınar Hacıarifoğlu adeta ‘Pinterest’lik bir mekan tasarlamış. Yemek ve serviste beklentiyi en üst seviyede tutabilirsiniz. Günlük deniz ürünlerini Peru ve Meksika tarzı dokunuşlarla harika tabaklara çevirdiklerini söylemek mümkün. Yemekle başlayan iyi müzik gece yarısına kadar devam ettiğinden buradan başka bir yere gitme ihtiyacınız da kalmıyor.