Eskinin de dilindeydi hep, “Eski kalite yok” klişesi! Her dönemin ruhu, sosyokültürel yapısı ve tabii ki jenerasyon farkı var. Dolayısıyla da trendlerin değişimi herkesi memnun etmeyebilir! Peki, klasikleşmiş markalarda da durum böyleyse!
En güzel sözlerden biridir, “Mekanların etkileyici dekorları insanlardır” diye... Peki nerede o insanlar? Her yer dolu olsa da eski müdavimlerin çok daha az dışarı çıktığı, restoranlardan sonra da eve döndüğü bir dönemi yaşıyoruz.
Yeme-içme’nin ‘sektöre’ dönmesindeki geçiş sıkıntılarının en belirgini bu! Kurumsallığın getirdiği bazı standartlar, o eski ‘cast’ sisteminin el değiştirmesine sebep verdi aslında... Eskiden işletmecilerin bire bir masaları yerleştirdiği düzende, kontrol el altından salon personeline geçti. Pek hoş karşılanmasa da, kapılardaki o mekana girenlere karar veren kişilerin yerini de vale şirketleri aldı.
Kapılardaki seçici sistem
Sistem doğru işlese de kusursuz medeni bir model gibi görünse de, o arızalı eski usullerin kendine göre düzeni
Büyük bir Türk klişesidir, “Üç tarafı denizlerle çevrili!” Coğrafya dışında ne deniz taşımacılığını ne de deniz ürünlerini tam anlamıyla benimser bizim halk... “Denizden babam çıksa yerim” diyenlere de bakmayın! Onlar da haftada kaç kez balık tüketir ya da balıkla alakalı pişirme dışında özel bir seçkisi var mı dersiniz? Sanmıyorum!
Küçük sohbetlerde herkesin favori 2-3 balıkçısı mutlaka vardır. Aslına bakarsanız bu sevgiyi de mutfak ve tedariğe değil; ona hürmeti kusursuz yapan salon personeline duyuyor. Zaten siparişlerini de garsonun yönlendirmesiyle yapıyor.
“Ne vereyim ağabeyime?” kültüründe salaş ve pahalı balıkçıların dışında kalan belki de dünyada sayılı olabilecek deniz ürünleri restoranları da mevcut şehirde... Bunlardan bazıları Michelin’in listesinde kendine yer bulmayı da başardı. Tabii ki bu tanıma en fazla uyan restoranlardan biri Azur!
Şeran’ın serüveni
Harika ambiyansı ve kusursuz servisi öne çıksa da, Azur’u şehrin deniz restoranları arasında
Sürdürülebilirlik, geri dönüşüm, atık krizi ve çevre duyarlılığı! Uzun yıllardır markalar tarafından basın bültenine dönmekten öteye geçmeyen içi boşaltılmış o kadar çok iş gördük ki! İçerisinde bulunmamıza rağmen görmezden geldiğimiz iklim kriziyle mücadeleyi ‘göstermelik’ yapan markalar alfa kuşağının öncülüğünde saygı görmüyor. Tabii gerçek anlamda konuyla ilgisi olan, bu işi dert edinmiş markalar projeleriyle karlarında vazgeçip, sürdürülebilir bir dünya için çalışıyor.
Atık yok!
Bu markalardan biri de Big Chefs! Kurucusu Türk kadınına ilham veren büyük figürlerden Gamze Cizreli. Kadın üreticiye destek veren, yerel çiftçiyi destekleyen, şehir gastronomilerini kendi restoranlarında tanıtan kurgudan sonra şimdi de atıksız mutfak felsefesine hazırlanıyor. Atıksız mutfak prensibiyle tanınan, hatta bu konuyla Michelin Yıldızı bulunan şef Tomasso Arrigoni’yle ortak bir menü çalıştı marka! Big Chefs mutfaklarının baş şefi Murat
Tersten bir okuma yaptığınızda gastronomisi en kimliksiz şehir diyebilirsiniz Londra’ya! Fakat dünyada belli seviyede başarılı olmuş her markanın önce rüştünü burada ispat etmesi gerekiyor. Kendi yereli neredeyse yok denecek kadar olmayan şehirde dünya lezzetlerinin herkesin damak tadına uygun halde harmanlanmasıyla oluşan birçok konsept buradan dünyaya açıldı. Bunlar arasında Hint denilince akla ilk gelen Madhu’s, Londra’dan sonra yurt dışına açılımında ilk adımını İstanbul olarak seçti.
Dostlukla gelen öncelik
Buckingham Sarayı davetlerinin tanımlı catering’lerini yapan bu konuda başarılarından dolayı MBE nişanına layık görülen Sanjay Anand markasını Londra’dan ilk kez çıkarma hikâyesine İstanbul’dan öncülük etme sebebi, Swissotel Bosphorus Genel Müdürü Uğur Talayhan’ın kişisel dostluğu! Dünyanın her yerinde çalışıp, kendi ismini ispat etmiş Talayhan’ın Anand ile Londra’dan uzun yıllara dayanan bir dostluğu var. Yetenekleri ve Londra’daki başarıları da Anand tarafından bilinen
Eşsiz konumuna rağmen özellikle yerli sosyallikte tam anlamıyla bir popülerlik sağladığını söylemek pek mümkün değil Galataport’un! Tabii bu sahip olduğu markalarla pekişen niş bir kitlenin de ayağının kalıcı olarak alışmaya başladığı gerçeğini değiştirmiyor. Sait’in Bodrum’dan sonraki ilk mekanını burada açması, The Populist’in konsepti, Muutto’nun bayrak dükkanını burada açması derken, Kaya Demirer’in Frankie’sini yeniden burada tanımlamasıyla bambaşka bir ambiyansa kavuştu bölge... İçeride dikkat çeken tek global marka Roka da, pandemi çıkışıyla birlikte hatırı sayılı bir müdavim kitlesine ulaştı.
Sırrı Japon ızgara
Son dönemki popüler Uzak Doğu restoranlarında olduğu gibi Roka da, Londra’da kurulmanın verdiği lezzet esnekliğinin avantajını yaşıyor. Kimliği yok gibi görünse de, Londra’da iyi bir restoran herkesin damağına uymalıdır felsefesi burada da geçerli. Deneyimsel lezzetler herkesin seveceği şekilde executive şef Hamish Brown tarafından kurgulanıyor. Pişirmelik ustalıktaysa ‘Robota’ adı verilen
Günümüz eğlence dünyasının en büyük gelişimi hızla ilgili olacak. Bambaşka bir felsefeyle büyüyen Alfa kuşağının yavaş olan hiçbir şeye tahammülü yok. Sanıldığı gibi bir şeyleri sorguladıkları da yok! Onlar için deneyim ve samimiyet her şeyden önemli.
Spor dünyasının yerini e-spor’a kaptırmaya başlamasının sebebi de bu hız sorunu! Tabii onlar için araştırma yapmakta bu hızla ilintili. Bana ilk duyduğumda ilginç geldi ama bu jenerasyon tüm internet aramalarını sesli yapıyor! Bunun tüm marka dünyasının reklam algısını değiştireceğini trafikte kalmışken ‘Tüketime Övgü’ isimli iş dünyası podcast’ini dinlerken öğrendim. Programı hazırlayan Hande Aydın ve Hakan Şık, 2023 trendleri arasında en az yapay zekâ kadar önemsiyor bu gelişimi... Bunu ‘Ses Devrimi’ olarak yorumluyorlar.
Ne kadar fazla sınırsız kaynak olsa da araştırmak kolaylaştıkça detaya inme zahmetine girmiyor insanoğlu! Alfa kuşağında da bu böyle oluyor. Arama motorlarında yazılı aramalarda çıkan ilk sonuç çok
Özellikle NFT teknolojisini sanat tarafında bambaşka bir seviyeye taşıyan öncülerden Beeple’ın geçen haftaki eseri geleceğe dair ilham vericiydi. Bilmeyenler için sanatçı her gün gündeme göre eser üreten bir isim. Yapay zeka çılgınlığından olsa gerek, böyle bir eser hazırlamış. Futuristik düşünürsek bu çok da uzak bir gelecekte gibi görünmüyor.
Teknolojinin gelişiminde iletişim, araştırma ve ulaşım konusunda bize sağladığı avantajlardan bahsediyorduk. WEB2, sosyal medya teknolojileri etkileşimi yani kendimizi ya da markalarımızı aracılar, yayınlar olmadan pazarlamayı sağladı. WEB3’le birlikte hayatımıza gelecek teknolojiler yaşayışımızı tamamen değiştireceği için aslında bunu ‘yıkıcı’ teknoloji olarak yorumlamak oldukça mümkün. Blok zincirlerin kodlayacağı, yapay zekanın bizim için düşünüp, çalışacağı bir düzene geçiş yapıyoruz demek yanlış olmaz.
OpenAI’ın kullanıma açtığı ChatGPT, “Futuristim” diyen birçok fenomenin anlattığının tam tersi bir
Uludağ, Kartalkaya, Erciyes ve Palandöken! Bu bölgelerin dışında birçok yeni bölge de kış turizminde yerli turiste alternatif oluşturuyor. Hepsinin tercih edilme sebebi farklı olsa da bunlar arasında ulaşım açısından en avantajlısı Palandöken diyebilirim. Kayak merkezine 10 dakika mesafedeki havalimanı, şehir merkezinden tırmanışla bir dağ yolu olmadan dümdüz gelinebilmesi Palandöken’i eşsiz kılıyor. Son 10 yıldır Sway Hotel’in liderliğiyle de sosyal kanaat önderlerinin, ünlü isimlerin bölgeye akın etmesiyle herkesin dikkatini ayrıca çekmeyi başardı dağ! Otelin sahibi Berke Dikmen bir yatırımcıdan ziyade, iş geliştirmenin başında olan aynı zamanda otel müdürü gibi davranan bir karakter. Avrupa standartlarında oluşturduğu kayak tesislerinde hava durumuna göre tesisi besleyen yapay kar makinaları, sezonu tahmininizden de uzun tutuyor. En iyi otellerden kış için üst düzey personel toplamada da müthiş bir düzeni var Dikmen’in!
Elektriğini kendi üretiyor
Otel sürdürülebilirlikte ciddi bir adım atıp tüm elektriğini güneş