Gerçek bir kahramana kucak açma zamanı: Enigma’nın kodlarını çözerek II. Dünya Savaşı’nı kısaltan matematikçi Alan Turing’e... Ünlü matematikçiyikonu alan “Yapay Oyun” sekiz dalda Oscar adayı
Almanların şifreli kod makinesi Enigma’yı çözmek için II. Dünya Savaşı sırasında bir aygıt geliştiren, milyonların hayatını kurtarıp savaşı kısaltan bir kahraman Alan Turing. Bu büyük hizmetinin karşılığı ise İngiltere’de eşcinsel olduğu için mahkum edilmek, hapse girmemek için östrojen almak zorunda bırakılmak ve hazin bir sona mahkum edilmek oluyor.
“Yapay Oyun / The Imitation Game”, Benedict Cumberbatch’in suretinde izlediğimiz Alan Turing’in hayatına üç bölüme odaklanarak bakıyor: Okulda farklı olduğu için şiddet gördüğü ve platonik bir aşk duyduğu Christopher’ın desteğiyle ayakta kaldığı yıllar, Enigma’yı İngiliz yetkililerin köstek olmasına rağmen çözme süreci ve eşcinsel olduğu için yaşadığı mahkumiyet süreci.
Ustalığını gösteren aktör
Gördüğü ayrımcılık, kadın olduğu için küçümsenen yakın çalışma arkadaşı Joan’la yaşadığı kısa nişanlılık dönemi de filmde işleniyor. Ön plandaki ise Turing’in çözülemez denilen Enigma’yı sonradan bilgisayarların temelini de oluşturacak bir
Julianne Moore’a En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar getirmesine kesin gözüyle bakılan “Unutma Beni”, sadece onun performansına sırtını yaslayan bir film
Julianne Moore “Unutma Beni / Still Alice”te üç çocuğa, mutlu bir evliliğe sahip, dil konusunda çalışan profesör Alice Howland’ı canlandırıyor. Moore’a Altın Küre ödülü getiren ve Oscar’ı da kazandırması kesin gibi duran bu rolde ufak ufak hatırlama problemleri yaşayan Alice, doktora gittiğinde genç yaşta yakalandığı alzheimer ortaya çıkıyor. Dil profesörü olmasının yaman çelişkisiyle kelimeleri unutmaya başlıyor. Kendisine telefonunda hatırlatmalar koyuyor, her gün belli soruları yanıtlıyor. Hastalık acımasızca ilerken aile fertleri filmde kendilerine ayrılan kısıtlı sürede tepki vermeye çalışıyor: Büyük kızı annesine karşı sinirli bir tutum takınırken; tiyatrocu, sorunlu küçük kızı Lydia, beklenmedik şekilde annesinin yanında olmak için elinden geleni yapıyor. Kocası John ise daha çok para kazanmak için başka bir şehre taşınmak gibi işlerin peşinde koşuşturuyor.
Lisa Genova’nın çok satan romanından uyarlanan filmin hikayesi, acıklı konuşma sahnesi, serseri evladın anneye yakın figür olması gibi akla gelen her klişeyi
Martin Luther King’in siyahların oy hakkını kullanabilmesi için verdiği mücadeleyi anlatan “Özgürlük Yürüyüşü”, izleyiciyi duygu seline sürüklemeye değil, düşünecek alan açmaya çalışan bir film
Adını Oscar adaylarının açıklanmasıyla bir kez daha duyurdu “Özgürlük Yürüyüşü / Selma”. Martin Luther King’in siyahların oy hakkını kullanabilmesi için verdiği mücadeleyi konu alan filmin sadece En İyi Film ve En İyi Şarkı dallarında aday olması, Akademi’nin “beyazlığını” tartışmaya açmıştı hatırlarsanız.
Film, akla ilk gelen anlamıyla bir Martin Luther King biyografisi değil. Aynı Steven Spielberg’ün “Lincoln”ü gibi King’in mücadelesinin kritik bir dönemecine; Amerikan tarihini değiştiren bir kesitine odaklanıyor: Selma’dan Montgomery’e yüz binlerin yürüdüğü; siyahların kağıt üzerinde değil, gerçek anlamda oy kullanabilmesi için gerekli kanunun önünü açan, eşit haklar yürüyüşünün öncesindeyiz. King, dönemin başkanı Johnson’la politik bir müzakere içinde ama Johnson “Bekleyin” diyor. Siyahların oy hakkı var ama seçmen olma hakkı pratikte işlemiyor. Alabama’daki Selma’da gerilim yükseliyor, polis genç bir siyahı öldürüyor. Yürüyüşlerde polis şiddet kullandıkça eşit haklar
Cannes’da Bennett Miller’a En İyi Yönetmen Ödülü getiren, beş dalda Oscar adayı “Foxcatcher Takımı”, sezonun kayda değer Amerikan filmlerinden biri ve alışıldık başarı öykülerini altüst eden bir yapım
ennett Miller (“Capote” ve “Moneyball”un yönetmeni) “Foxcatcher Takımı / Foxcatcher”da birçok Hollywood yapımında aklanıp paklanarak sunulan vatanseverlik, kazanma hırsı, zenginlik, paranın satın alacağı imkanlar ve bireysel silahlanma övgüleri gibi Amerikan filmi klişelerini altüst ediyor. Yönetmen, bunun için 1980’lerin gerçek bir hikayesine yöneliyor.
İyi imkanlara sahip olmayan altın madalyalı olimpik güreşçi Mark Schultz, milyarder John du Pont’dan reddedemeyeceği bir teklif alır: Kendisini vatansever olarak tanımlayan du Pont, olimpiyatlarda Amerikan gücünü gösterecek bir güreş takımını himayesine almak ve çalıştırmak istemektedir. Böylece Mark, Foxcatcher ailesinin uçsuz bucaksız çiftliğinde yaşamaya başlar.
Mark’ın kendisine göre çok olgun abisi David de efsane bir olimpik güreşçidir. Bir süre sonra ekibe katılır. Zaten tuhaf bir tip olan du Pont, olimpiyatlar yaklaştıkça daha da garip davranır ama parası onu çevreleyip korumaktadır.
Müthiş bir performans
Canne
“Benim Komşum bir Melek” aksi bir adamın kalbinin yumuşamasını merkeze alan bir komedi. Filmin başrolündeki Bill Murray’yi yine soğuk mizahi rollerinden birinde izliyoruz...
Yalnız, zor ve aksi bir adamın bir çocukla bağ kurup değişmesi hikayesini “Bir Erkek Hakkında” ve “Yukarı Bak” gibi filmlerde izledik.“Benim Komşum bir Melek / St. Vincent” da benzer bir izleği takip ediyor: Savaş gazisi Vincent, tek başına yaşayan, alkolik, kumarbaz ve eksantrik bir adamdır. Yana yeni taşınan komşunun küçük oğlu Oliver’a bakmayı para için kabul eder. Zamanla Oliver ve Vincent arasında baba-oğul ilişkisi gibi bir bağ kurulur elbette. Biz de antipatik görünen Vincent’ın azize benzeyen yönlerini keşfetmeye başlarız.
İlgiyi hak ediyor
İlk filmine “Benim Komşum Bir Melek”le imza atan Amerikalı yönetmen Theodore Melfi’nin en büyük avantajı başrol için Bill Murray’yi ikna edebilmiş olması, hatta rol onun için yazılmış gibi duruyor. Formül gereği filmin başlangıcında sevimsiz yönleri öne çıkarılan Vincent karakterine baştan sempati duymamızdaki en büyük etken Murray’nin bu ve benzer rollerdeki doğallığı ve karizması.
Murray ile küçük Oliver’ı canlandıran Jaeden Lieberher arasındaki kimya,
Yılın fenomenleşen yapımlarından “Whiplash”, saygın bir okulun acımasızlıkta sınırları zorlayan caz öğretmeni ile hırslı öğrencisi arasındaki dinamiklerle izleyiciyi perdeye kilitliyor
eçen yılki Sundance Film Festivali’ndeki gösteriminden beri ünü yayılan ve yılın sinema fenomenlerinden birine dönüşen “Whiplash”, caz dünyasında geçiyor ama başarı için çok çalıştıran sert koç ile yetenekli genç sporcu türü spor filmi formüllerini hatırlatan bir akışa sahip.
Amerika’nın saygın bir müzik okulundayız. 19 yaşındaki caz davulcusu Andrew, okulun sert, maço ve yaratıcı hakaret uzmanı öğretmeni Fletcher’ın caz orkestrasına seçilir. Dehayı bulmak için insanları şiddet ve hakaretle terbiye etmek gerektiğine inanıp “aferin”in vasat yarattığını düşünen mükemmeliyetçi Fletcher, inatçı, çalışkan ve hırslı Andrew üzerinde eğitim anlayışını deneyecektir. Zamanla iki erkek arasında zeka oyunları hız kazanırken, Andrew da Flecther’ın dişine göre bir karakter olduğunu kanıtlamaya başlar.
Film izleyiciye etik olmayan bir zevk veriyor
Yönetmen Damien Chazelle sert hoca ve inatçı öğrenci ikilisi üzerinden testosteron yüklü; caz dünyasında geçen bir tür “Siyah Kuğu” yaratıyor. Filmin caz
Kanadalı dehşet sineması ustası David Cronenberg, “Yıldız Haritası”nda Hollywood’a bakıyor ve beklendiği gibi büyüleyici değil, kabus gibi bir yer görüyor...
Dünyanın en saygı duyulan yönetmenleri arasında bulunan David Cronenberg, “Yıldız Haritası / Maps to the Stars”ta Bruce Wagner’in Hollywood taşlaması denebilecek orijinal senaryosundan yola çıkıyor. Sonuç, Cronenberg’in, bazılarının alıştığı bazılarının ise mesafeli yaklaştığı “Cosmopolis”, “Şiddetin Tarihçesi” gibi yapımlarının olduğu yeni dönemiyle uyumlu bir film. Aynı zamanda karanlık, eğlenceli ve komik. Karanlık dışındaki sıfatları Cronenberg filmleriyle aynı cümlede pek sık kullanmıyoruz ama “Yıldız Haritası” bir istisna.
Performanslar zirvede geziniyor
Filmde Hollywood’a gelen tuhaf kadın Agatha, efsane oyuncu annesinin gölgesinde yaşayan aktris Havana’nın asistanı olur. Diğer yandan Havana’nın terapisti Stafford Weiss’ın oğlu Benjie şımarık bir çocuk yıldızdır.
Ticari sinema sektörünün efendisi Hollywood, zaman zaman “Hollywood Hollywood’a bakıyor” tarzında taşlamaların öznesi oluyor. Mesela 1992 tarihli Robert Altman filmi “Oyuncular” gibi müthiş işler çıkabiliyor. Cronenberg, Hollywood’u hicvetmek
Bir psikolojik gerilim filmi olan “Uyuyana Kadar”, her sabah uyandığında hafızasını boş bulan bir kadını anlatıyor
ngiliz yazar S. J. Watson’ın çok satan romanından uyarlanan “Uyuyana Kadar/ Before I Go To Sleep”, “Akıl Defteri” ve “50 İlk Öpücük”ün ana karakterleri gibi hafıza kaybı yaşayan sinema kahramanlarına bir yenisini ekliyor: Christine.
Her sabah anılarını tamamen yitirmiş olarak uyanan Christine, güne kocası Ben’in açıklamalarıyla ve hafızasını yenilemek için yapıştırdığı notlarla başlar. Ama Ben işe gittikten sonra kocasından habersiz Doktor Nasch tarafından hafızası konusunda tedavi edilip video günlükle o gün öğrendiklerini kaydetmektedir. Bu seanslar ve video günlükler ilerledikçe bu hafızası kayıp kadın, geçmişiyle ilgili birçok sırrı keşfeder.
İddialı bir oyuncu kadrosuna sahip ama...
“Brighton Rock” adlı filmde hatırlanabilecek yönetmen Rowan Joffe, elindeki hikayeye psikolojik gerilim türünün kalıpları içinde yaklaşıyor. Ama hızlı kurgu, tekrarlanan görüntüler gerilim veya gizem duygusunu ayakta tutmak için yeterli değil. Christine’in Ben’le ilişkisinin yenilenmesinin “50 İlk Öpücük” gibi romantik bir yanı yok. Filmin olay örgüsü “Memento” gibi