Jurassic dünyasında yeni bir dinozor var, melez, vahşi, zeki ve en büyük. Aynı durum yeni “Jurassic Park” filmi “Jurassic World” için de geçerli mi? Hayır, değil!
Blake Lively’nin başrolde olduğu “Ölümsüz Aşk” 20’nci yüzyıl başında geçirdiği bir kazayla 29 yaşında takılıp kalan 107 yaşında bir kadının hikayesini anlatıyor
Hollywood’un kadın oyuncularını zorladığı hep genç görünme uğraşı, “Ölümsüz Aşk/ The Age of Adaline”ın ana karakteri Adaline’ı ideal kadın yapabilirdi. Çünkü 1930’larda 29 yaşındayken geçirdiği bir kaza Adaline’ı hep 29 yaşında bırakıyor, zamanı onun için donduruyor. İkileme bakın ki oyuncularını genç görünme uğraşına sokan Hollywood, “Ölümsüz Aşk”ta zamanın olağan akışına alkış tutuyor. Tabii uygun bir eş bulduğunuz takdirde.
Lively parıltı gösteremiyor
Günümüze geldiğimizde iyi bir vintage gardıroba sahip 100’lü yaşlarındaki Adaline, hayatını geçirebilecek kadar etkilendiği bir adamla, Ellis’le tanışıyor. Ama ondan da hayatındaki diğer erkekler gibi kaçma eğiliminde. Bir tür “kaçak gelin”. Çünkü zaman ilk durduğunda FBI tarafından inceleme altına alınmaya çalışılmış ve bu yüzden 10 yılda bir isim ve şehir değiştirmeye karar vermiş. Artık yaşlı bir kadın olan kızı Flemming, buna karşı çıkıyor ve genç annesine kaçmamasını öğütlüyor.
Blake Lively’nin Adaline’da 100 yılın ağırlığını ve tecrübesini
Aksiyon rolleriyle tanınan Dwayne Johnson’ın bir kurtarma ekibi şefi ve sorumluluk sahibi baba Ray’i canlandırdığı “San Andreas Fayı / San Andreas”, bir felaket filmi ve izleyicisine özel efektlerle bezenmiş felaket üzerine felaket vermeyi ihmal etmiyor.
Paul Giamatti’nin canlandırdığı bilim adamının fark ettiği küçük sarsıntılar önce Kaliforniya’yı sonra ve asıl San Francisco’yu vuran korkunç bir depremin habercisi oluyor. Bizim takip ettiğimiz karakterler ise Ray, ayrılmak üzere olduğu karısı Emma, kızları Blake ve Blake’in tanıştığı İngiliz erkek kardeşler... Biz, onların hayatta kalma ve elbette Ray’in kurtarma çabalarını izlerken şehirler altüst oluyor.
Bütün klişeler bir arada
Daha önce ana akım “Gizemli Adaya Yolculuk” gibi filmlerde imzası bulunan Brad Peyton’ın elinde Hollywood’un bütün klişelerini barındıran bir senaryo var. Geçmişten gelen travma, kahraman bilim insanı vs... Bu klişeler yeterince Hollywood filmi izleyen herkesin öngörebileceği bir sırayla karşımıza çıkıyor. Zaten yönetmen için özel efektlerle depremi ele almak önemli.
Elbette deprem gibi doğal afetlerle yaşanan acılarla ilgilenmenin yanından geçmeyen ve ana karakterlerimiz dışındakilerin hayatta kalma
Pixar’dan Brad Bird, uzun süredir planlanan bilimkurgusu “Yarının Dünyası”nı sunuyor
Pixar Stüdyosu’nun önemli ismi, “The Incredibles” ve “Ratatouille”da imzası bulunan Brad Bird’in uzun süredir planladığı bilimkurgu “Yarının Dünyası / Tomorrowland”sonunda izleyici karşısına çıkmaya hazır. Disneyland’in 1955’te açılan ve geleceği tasvir eden bölümünden ismini alan film, tasarımını ise yine Disney’in New York Dünya Fuarı’na katılan dizaynlarından alıyor.
George Clooney başrolde çocukluğunda bir bilim dehası olarak görünen ama sonra başarılı olamayan Frank’i canlandırıyor. Diğer önemli rolü ise Britt Robertson üstleniyor. Robertson’ın canlandırdığı Casey, bilime çok meraklı bir yeniyetme. Casey ile zaman ve mekan olarak bilinmeyen bir yerde karşılaşan Frank, bu yerin ve durumun sırlarını çözmeye çalışıyor. Bu sırların çözülmesi yaşadıkları dünyayı da yakından ilgilendiriyor.
Eleştirmenleri ikiye böldü
Büyük bütçeli ve büyük beklentilerle çekilen film, eleştirmenleri ikiye bölmüş durumda. Bir kısmı, bu yapım kalitesiyle göz dolduran filmin içinin boş olduğunu belirtip filmi hayal kırıklığı olarak nitelendiriyor. Bir kısmı da Bird’ün hünerlerini bir kez daha sergileyip
“Mad Max” serisinin 30 yılın ardından gelen devam filmi, hem seriye müthiş bir halka katıyor hem de son dönemde aksiyon sinemasının yüz akı...
Avustralyalı yönetmen George Miller’ın kıyamet sonrası distopya serisi “Mad Max”, başrolünde Mel Gibson’ın yer aldığı 1979-1985 arası çekilen üç filmle kült klasikler arasında. Yönetmenliğini ve ortak senaristliğini yaratıcı George Miller’ın üstleneceği 30 yıl sonra gelen devam filminin haberi, çoğu ara veren seri gibi şüphe uyandırmıştı. Mad Max’i İngiliz aktör Tom Hardy’nin canlandırdığı yeni “Mad Max: Fury Road” bütün bu şüpheleri yok eden müthiş bir devam filmi. Hem zekice hem nefes aldırmayan bir aksiyon.
Max’i özlediğimizi hatırlatıp onu Hardy’nin suretinde izlemenin garipsenmeyeceğini kanıtlayan bir girişin ardından Max’in Immortan Joe adlı bir adamın yönettiği bir şehrin esirine dönüşmesini görüyoruz. Joe’nun sağ kollarından güçlü kadın Furiosa’nın, serinin altını petrol almak için dev bir TIR’la çıktığı olağan yolculuk olağanüstü bir maceraya dönüşüyor. Furiosa’nın TIR’ında Joe’nun çocuklarını doğuran kadınlar var. Eşlerini bulan bu kadınlar yeşil bir yer, özgür olacakları bir yuva bulmak için şehirden kaçıyorlar. Serinin
Amerikan sinemasının özgün isimlerinden Paul Thomas Anderson, uyarlanamaz etiketli yazar Thomas Pynchon’ı hakkıyla sinemaya aktarıyor
Amerikan sinemasının her filmiyle ses getiren otantik yönetmenlerinden Paul Thomas Anderson, “Gizli Kusur / Inherent Vice”la uyarlanamaz etiketli bir yazarı, Thomas Pynchon’ı sinemaya uyarlıyor. Film, kara filmlerin, Raymond Chandler’ların evreninin hippi dünyasında vücut bulmuş hali gibi. Kafası dumanlı dedektif Doc, eski sevgililerinden birinin yardım istemesi üzerine bir emlak kralıyla ilgili bir iş üstlenir. Kullandığı uyuşturucuların etkisiyle rüyamsı bir türde giden araştırma onu hippi dövmeye meraklı polislerden dişçiler birliğine uzanan absürt bir komplonun içine çeker.
1960’lara yakışıyor
Anderson, Pynchon’ın eşsiz edebi cümlelerini bir üst sesle filmine yansıtırken, sadık bir uyarlamayla yazarın hem mizahi hem de ciddi temaları ele alan dünyasını sinemaya eşsiz bir tatla yansıtıyor. Müthiş aktör Joaquin Phoenix ve hakkı yenen oyunculardan Josh Brolin’in rollerini üstlerine geçiren performanslarıyla hippi dünyasında geçen bu modern kara film, izleyicisini dünyasına davet ediyor.
Tüm dikkatinizle bile çözülmesi zor bir komplo
Gişede büyük başarı elde eden süper kahramanlar karması “Yenilmezler”in devam filmi, ilkinin gerisinde kalsa da kaçış sinemasından bekleneni vermeyi başarıyor
Marvel Comics’ten sinemaya uyarlanan “Yenilmezler/ Avengers”, süper kahraman filmlerinin A takımı gibi. Dünyaya karşı tehditlere karşı güç birleştiren kahramanlar arasında Dr. Jekyll ve Mr. Hyde benzeri yeşil dev Hulk, Asgard adlı gezegenden gelen tanrı Thor, silah tüccarı ile barış savaşçısı ikilemini bünyesinde barındıran Iron Man, mükemmel suikastçılar Romanoff ve Barton ve eski moda kahraman asker Kaptan Amerika bulunuyor.
Yeni karakterler
Bu takımın beyazperdedeki ilk macerası 2012 tarihli “Yenilmezler / Avengers”,
dünya gişelerinde fırtına gibi esmiş, süper kahraman epiği olarak herkesin bu kaçış sineması deneyimine ihtiyaç duyduğunu ortaya koymuştu. Şimdi vizyona giren devam filmi “Yenilmezler: Ultron Çağı/ Avengers: Age of Ultron”da
aynı ekip Ultron denilen bir düşmanla karşı karşıya.
Bir yapay zeka olarak tanımlanabilecek Ultron’u yaratan da teknoloji meraklısı Tony Stark’ın dünyayı korumak için bir program geliştirmek istemesi. Stark bir tür iyi niyet taşlarıyla cehenneme giden yolu döşüyor. Seriye
Bir kadının yas ve iyileşme sürecini konu alan “Cake”in en dikkat çekici yönü rol kalıplarının dışına çıkan Jennifer Aniston’ın performansı
Jennifer Aniston’ın alışıldık çizgisinin dışına çıktığı ve iddialı bir performans sergilediği “Cake”in ona En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar adaylığı getireceği düşünülüyordu. Bu olmadı. Ancak film, Aniston’ın saygınlık peşindeki büyük bir adımı olarak hatırlanacak. Klişe senaryosuyla bundan fazlası olması ise pek kolay değil.
Klişelere bağlı kalıyor
Aniston’ın canlandırdığı Claire Bennett, ona fiziksel yaralar, hiç dinmeyen bir ağrı ve derin bir ruh yarası getiren bir kaza geçirmiş bir kadın. Mutsuz, kocasından yeni ayrılmış. Avuç avuç aldığı sakinleştiriciler ve ağrı kesicilerle yaşıyor. Acıları için gittiği bir terapi grubundaki Nina’nın intiharının ardından Nina’nın hayalini görmeye başlıyor. Nina’nın kocası ve çocuğuyla tanışması ise Claire’in iyileşmek için adım atmaya başlamasını sağlıyor.
Film, Hollywood’da ve bağımsız sinemada sıkça işlenen acı çeken, yas tutan kadının içsel yolculuğu izleğini takip ediyor. Bunu yaparken, izleyicisine belli ruh durumlarında karakterinin duygularını paylaştırsa da klişelere bağlılığı dikkat