“Juliet, Naked”, Nick Hornby’nin romanlarını takdir edenleri memnun edecek kalbur üstü bir kendini iyi hisset filmi.
Romanlarından uyarlanan “High Fidelity”, “About a Boy” ve “Fever Pitch”in de gösterdiği İngiliz yazar Nick Hornby’nin mizahı, popüler kültür bilgisi ve insan ilişkilerine bakışı, sinemaya dört başı mamur kendini iyi hisset filmleri kazandırıyor. Yeni Hornby uyarlaması “Aşktan Kaçılmaz / Juliet, Naked” de bunun kanıtı. Bu kez farklı olarak işin içinde internet kültürü de var.
Annie’nin 15 yıldır birlikte olduğu Duncan, Tucker Crowe adlı 1990’larda ünlenmiş rock müzisyenine saplantılıdır. Annie, İngiltere’de küçük bir yerde müze işletir ve ilişkisinden beklediklerini alamaz. Annie’nin bir gün Crowe’un yeni su yüzüne çıkmış albümüne yazdığı yoruma beklenmedik bir kişi yanıt verecektir: Yıllardır kayıp olan Crowe’un ta kendisi.
Arızalı bir hayat yaşamış bir müzisyenle, isteklerinden düzenini bozmamak için vazgeçmiş bir kadının kıtalararası yakınlaşmasını, “Girls” dizisiyle tanınan yönetmen Jesse Peretz, Hornby’nin mizahını ve karakter derinliklerini koruyarak aktarıyor. Annie ve Tucker’ı canlandıran Rose Byrne ve Ethan Hawke’ın kimyası da bu romantik komediye katkıda
5-16 Nisan tarihleri arasında 38. kez düzenlenecek İstanbul Film Festivali, 186 filmi izleyiciyle buluşturuyor. Festivalin biletleri bugün satışa çıkmışken sizlere 10 filmlik bir seçki hazırladık
Çöpleri mücevhere çeviren yönetmenden
“Lanetli Kumaş / In Fabric”
(Uluslararası Yarışma)
Yön.: Peter Strickland
“Lanetli Kumaş / In Fabric”
(Uluslararası Yarışma)
Yön.: Peter Strickland
Sinemanın çöpe attığı filmleri alıp evirip çevirip mücevhere dönüştürmekte son dönemde Peter Strickland’den iyisi yok. Erotik filmleri dönüştürdüğü “Burgundy Dükü” ve izleyicileri B tipi korkuların ses stüdyosuna davet ettiği “Berberian Sound Studio”nun ardından yeni bir Strickland filmi karşımızda: “Lanetli Kumaş”. Filmin adı üstünde, Strickland bir kez daha korku, gerilim ve giallo filmlerinin diyarına girecek ve kendi imzasını atacak. Mevzu bir mağazanın kış indiriminde satılan lanetli bir elbise ve alışverişten soğutacak etkileri.
“Belgica” ve Oscar adayı “Kırık Çember”in Belçikalı yönetmeni Felix van Groeningen, “Güzel Oğlum/Beautiful Boy”da önceki filmlerinde inebildiği derinliklerden uzak.
Belgica” ve Oscar adayı “Kırık Çember”in Belçikalı yönetmeni Felix van Groeningen, İngilizce ve çok satan kitap uyarlaması filmi “Güzel Oğlum/Beautiful Boy”la karşımızda. Baba oğul David ve Nic Sheff’in anı kitaplarının uyarlaması olan film, özünde bir bağımlılık hikayesini konu alıyor.
Yazar David Sheff’in en büyük oğlu Nic, hayal gücü geniş ve yetenekli bir genç. Üniversiteye gitme arifesinde uyuşturucu bağımlısı olan Nic’in bağımlılığı sonraları daha büyük bir sorun haline gelir. Babası David, ona elinden geldiğince yardım etmeye çalışır ve Nic’in girip çıktığı rehabilitasyonlar işe yaramadıkça dram derinleşir. David’in babalık görevi, acı ve çaresizlik arasında bir yol bulması gerekmektedir.
Filmin en büyük avantajı komedi kökenli bir aktör olmasına rağmen dramlarda kendisini kanıtlayan Steve Carell ve “Call Me By Your Name”in yıldızı Timothée Chalamet’in adanmış performansları. Felix van Groeningen, yönetmen olarak hünerini düz bir zaman ekseni takip etmeyen ve uzun yıllara yayılan hikâyeyi dikiş izleri gözükmeden
“Captain Marvel”ın Marvel evreni filmleri arasında özellikle sivrilen bir yanı olmasa da kadın süper kahraman izlemenin getirdiği tazelik onu özel bir yere koyuyor.
Gişe canavarı filmler konusunda adeta bir tekele dönüşen Marvel evreninin 21. filmi “Captain Marvel”ın süper kahraman olarak bir kadını merkeze alan ilk film olma gibi özelliği var. “Captain Marvel”ın bu evrenin filmleri arasında özellikle sivrilen bir yanı olmasa da kadın süper kahraman izlemenin getirdiği tazelik onu özel bir yere koyuyor.
Kree gezegeninin bir savaşçısı olan Vers, düşman bir uzaylı ırkla savaşırken yolu Dünya’ya düşer. Dünyada hem yolları Nick Fury’yle kesişecektir hem de kendi geçmişiyle ilgili keşifleri onu Captain Marvel’a dönüştürecektir.
Brie Larson’un belli bir karizmayla canlandırdığı Captain Marvel, 1990’lar atmosferini de arkasını alarak bir köken hikayesi anlatıyor. Esprili ve karakteri tanıtmaya uğraşan bir yolu tercih eden bu yeni Marvel filmi, artık sınırları bir hayli genişleyen Marvel evreninin zirvelerinden biri değil. Ancak kadın süper kahramanıyla sunduğu yenilik onu benzerlerinden ayırıyor.
Captaİn Marvel
Yön.: Anna Boden, Ryan Fleck
Oyn.:
Geçen yılki Cannes Film Festivali’nden En İyi Senaryo Ödülü’yle dönen Alice Rohrwacher imzalı “Mutlu Lazzaro / Lazzaro Felice”, iyiliğin dünyadaki yeri üzerine masalsı ve hüzünlü bir film.
İtalyan sinemasının yeni neslinin parlak yönetmenlerinden Alice Rohrwacher, “The Wonders” adlı filmiyle 2014 yılında Cannes Film Festivali’nden Jüri Büyük Ödülü’yle döndü. Jürinin bu haklı takdirinin ardından geçen yıl Cannes’da yarışan ve En İyi Senaryo Ödülü kazanan filmi “Mutlu Lazzaro / Lazzaro Felice”ye imza attı.
Tütün tarlalarında bir sömürü düzeni içerisinde açılan filmin ana karakteri iyi niyetli bir köylü olan Lazzaro. Bu iyi niyeti ve saf iyiliği nezaketle karşılanmıyor. Lazzaro’nun geçmişte başlayan yolculuğu günümüze kadar uzanıyor.
Film, zaman eksenini yerle bir ederken Rohrwacher, İtalyan ustalardan ilham alan bir masal ve büyü havasını günümüz sinemasına taşıyor. Film, karanlık gözüken bir şimdiden hüzünle geçmişe bakıp bu karanlığın köklerini sorguluyor. Bunu yaparken de iyiliğin dünyadaki yerini merkeze alıyor. Rohrwacher’in günümüzün huzursuzluklarına içgüdüsel ve serbest şekilde
denk düşen bir atmosfer yakalamadaki başarısı takdire şayan. Alice Rohrwacher “Mutlu Lazzaro”yla
Bu gece sahiplerini bulacak 91. Akademi Ödülleri’nin aylardır süren hazırlık süreci 2017 yılı törenindeki “yanlış filme ödül” felaketinin aylara yayılmış hali gibi. Bu, öne çıkan filmleri ve önceki yıllardan hallice olan çeşitliliği değil, organizasyonu kapsayan bir saptama.
Tarih, 26 Şubat 2017. Hollywood’daki Dolby Tiyatrosu’nda 89. Akademi Ödülleri dağıtılıyor, gecenin en heyecanlı anı En İyi Film Oscar’ı. Kazanan “La La Land” olarak açıklanıyor. Sevinç dolu ekip sahneye geliyor ve kategorinin sunucuları Warren Beatty ve Faye Dunaway’e yanlış zarfın teslim edildiği, kazananın “Moonlight” olduğu açığa çıkıyor. Tam bir karmaşa.
Bu gece sahiplerini bulacak 91. Akademi Ödülleri’nin aylardır süren hazırlık süreci dünyanın hatırladığı bu ‘yanlış filme ödül’ felaketinin aylara yayılmış hali gibi. Bu, öne çıkan filmleri ve beyaz erkek ağırlığının nispeten biraz daha geri plana atıldığı çeşitliliği değil, organizasyonu kapsayan bir saptama. Türkiye’de sabaha karşı ekran başına gitmeden önce bu yılın tartışma ve skandallarını hatırlayalım.
Sunucu kim, var mı yok mu?
Bazılarınca ‘Hollywood’un en kötü işi’ olarak nitelendirilen Oscar sunuculuğunu üstlenen biri bu yıl yok. Bu Akademi tarihinde
Bol ödüllü “Sibel”, bir kadının özgürleşme mücadelesini gösterirken kurduğu görsel dil ve atmosferle takdiri hak eden yılın en iyi yerli yapımlarından
Guillaume Giovanetti ve Çağla Zencirci’nin birlikte yönettikleri ilk film “Sibel”, Locarno Film Festivali’ndeki dünya prömiyerinin ardından Adana Film Festivali’nden En İyi Film Ödülü’nün de aralarında olduğu ödüllerle döndü. Film, bir kadının özgürleşme mücadelesini gösterirken kurduğu görsel dil ve atmosferle takdiri hak eden yılın en iyi yerli yapımlarından.
Karadeniz’de bir dağ köyünde köylüler bir ıslık dili kullanmaktadır. Filmin ana karakteri Sibel, dilsiz de olduğu için ıslığı tek konuşma yolu olarak kullanan yalnız bir kadındır. Bir kurdu avlamak için ormana gittiğinde gizemli bir adamla tanışır.
Damla Sönmez’in topladığı ödülleri sonuna kadar hak eden adanmış performansı filmin büyük güçlerinden biri. Bir kadının değişimini ve isyanını gösterirken masallardan mitlere çeşitli kaynaklardan ilham alan senaryo ve filmin kurduğu güçlü atmosfer “Sibel”i özel bir yere koyuyor. Özetle “Sibel” hem ele aldığı konu hem de bunu özenle anlatış tarzıyla yılın öne çıkan yerli sinema filmlerinden biri.
Haftanın diğerleri
“Karlar Kraliçesi 4:
James Cameron’ın 16 yıldır yapım cehennemindeki projesi “Alita: Savaş Meleği”, Robert Rodriguez yönetmenliğinde karşımıza çıkan bir manga uyarlaması
Hollywood’un en başarılı isimlerinden, özellikle “Avatar” gibi filmleri düşünüldüğünde yeni dünyalar kurma ustası James Cameron’ın 2003’ten beri süren bir projesi var: Yukito Kishiro’nun manga serisi “Gunnm”ı sinemaya uyarlamak. Siberpunk bir atmosfere sahip seri , Cameron’ın “Avatar” ve devam filmleri üzerinde çalışması nedeniyle yıllarca ‘yapım cehennemi’nde kaldı. Film Robert Rodriguez’in yönetmenliğinde Cameron’ın senarist ve yapımcılığında izleyicilerle buluşuyor. Filme adını veren Alita, geçmişini hatırlayamayan bir siborg. Hikaye, 2563’te bir felaket yaşamış sefil haldeki Dünya’da geçiyor. Siborg uzmanı Dr. Dyson Ido, insan beynine sahip Alita’yı buluyor. Onun geçmişini hatırlama yolculuğu Dünya’nın kaderi açısından önem taşıyor. Cameron yönetmen koltuğunda kalsa filmin akıbeti ne olurdu bilinmez ama bu dev proje eleştirmenlerden tam puan alamadı. Filmin teknik özellikleri ve görüntüleri takdir toplamakla birlikte senaryonun dağınıklığı ve devam filmlerinin tohumlarının hikayenin akışını aksatması eleştiri topladı.
“Alita: Savaş