Disney’in 1994 yapımı sevilen müzikal animasyonu “Aslan Kral / The Lion King” de güncellenip yeni nesillerle buluşan filmler kervanına katıldı. Jon Favreau’nun yönettiği film, “The Jungle Book”ta da kullanılan çok gerçekçi animasyon tekniğinin bir adım ötesiyle gerçekleştirilmiş bir proje.
Hikayede bir değişiklik yok. Aslan kral Mufasa’nın hükümdarlığında mutlu mesut yaşayan orman sakinleri, Mufasa’nın oğlu ve geleceğin kralı Simba’nın doğumundan memnundur. Ancak Mufasa, öfkeli kardeşi Scar tarafından öldürülür. Simba, trajedinin kendi suçu olduğuna inandırılır ve ormandan kaçar. Ancak büyüdüğünde krallığın iyiliği için sorumlulukları alması gerekir. Fragman yayınlandığında yeniden çevrimin 1994 yapımı animasyonun plan plan aynısı olduğu iddialarını Favreau yalanlamıştı. Yeni film, özgün filmden daha uzun olsa da tanıdık planlar bir hayli bol. Hikaye ise tamamen aynı. İleri animasyon teknolojisinin 1994 yapımı animasyonun çizimlerinin yerine geçmesi pek mümkün değil.
“Colette”, ünlü Fransız yazarın gençlik dönemini merkeze alırken, güçlü bir kadının portresini, yan yollara sapmadan, hayranlık ve sadakatle çiziyor.
Ünlü Fransız yazar Colette’in filmlere sığması zor bir hayatı var. Bu benzersiz, kadınların geri planda olduğu bir dönemde kendisi olabilmeyi mücadeleyle elde etmiş kadının gençlik dönemi “Colette”in odağında.
Keira Knightley’nin canlandırdığı Sidonie-Gabrielle Colette, taşrada büyüyüp Willy adlı yazarla evlenince Paris’e yerleşir. Eşi Willy’nin imzasıyla “Claudine à l’école” adlı kitabı yayınlar. Claude, 19. yüzyıl sonu Fransa’sında modern kadının modeline dönüşürken Colette, hem kendi imzasına kavuşmanın hem de cinsel kimliğini yaşamanın mücadelesini verir.
“Still Alice”in ortak yönetmenlerinden Wash Westmoreland’in imzasını taşıyan film, yaratıcı bir sinema diline sahip değil. Ancak bütün odağı, az rastlanan bir biyografinin öznesinin hakkını vermek. Knightley’nin özenli bir performansı, klasik dönem filmi kalıplarını başarıyla takip etmesiyle bunu başarıyor. “Colette”, güçlü bir kadının portresini, yan yollara sapmadan, hayranlık ve sadakatle çiziyor.
“Colette”
Yön.: Wash Westmoreland
Tom Holland’ın ikinci kez Örümcek Adam’ı canlandırdığı “Örümcek-Adam: Evden Uzakta / Spider-Man: Far From Home”, ergenlik halleri arasında aksiyonu ikinci plana atıyor
Artık sınırları uzay kadar genişleyen Marvel evreninin yeni filmi “Örümcek-Adam: Evden Uzakta / Spider-Man: Far From Home”, son Avengers filmi “Avengers: Endgame”in bittiği yerden başlıyor.
Spider-Man yani Peter Parker, Tony Stark’ın yasını tutarken bir yandan normal bir lise çocuğu hayatı sürmek istiyor. Hoşlandığı MJ’ye Avrupa’ya yapılan okul gezisinde açılma planları yapıyor. Peter Parker’ın bu planları, Nick Fury’nin dünyayı tehdit eden canavarlar konusunda yeni karakter Mysterio’ya yardım etmesini istemesiyle bozuluyor.
Tom Holland’ın bir önceki Spider-Man filmi “Spider-Man: Homecoming”le kahramanı devralması, Spider-Man’e gençlik aşısı olmuştu. Ergenlik hallerinin ve mizahın öne çıktığı “Homecoming”deki bu eğilimler “Evden Uzakta”da da devam ediyor. Ancak bu kez, okul gezisi üzerinden ilerleyen hikayede, aksiyonun fazla arka planda kaldığı ve filmin hitap ettiği kitlenin yaşının iyice düştüğünü söylemek mümkün. Yetişkin izleyiciler için seyir deneyimi pek eğlenceli bir hal almıyor. Dolayısıyla “Evden Uzakta”nın
“Kimse, The Beatles’ın olmadığı bir dünya istemez” fikriyle kalabalıkları birleştiren Boyle, yaza uygun hafif bir ‘kendini iyi hisset’ filmi sunuyor
Danny Boyle, hangi türe el atsa kalburüstünden harikaya uzanan skalada filmler yönetiyor. “Trainspotting”den “Milyoner”e yönetmenin müzik kullanımındaki zevki ise herkesin malumu. “Yesterday” ise yönetmenin direkt müziği merkeze alan ilk filmi.
Filmin ana karakteri Jack Malik, müzik kariyeri bir türlü tutmayan bir müzisyen. Ona güvenen arkadaşı / menajeri Ellie’nin desteğiyle boş salonlara konser veriyor. Bir gün dünyada bir şey oluyor ve Jack kendisinin hatırladığı The Beatles’ın yeryüzünden silindiğini fark ediyor. The Beatles şarkılarını söylemeye başladığında dünyanın en önemli müzisyenine dönüşüyor.
Boyle, “Kimse, The Beatles’ın olmadığı bir dünya istemez” fikriyle kalabalıkları birleştiriyor. “Yesterday”, finaline doğru fazla şirin bir hal alsa da tam yaza uygun, hafif ve eğlenceli bir kendini iyi hisset filmi. The Beatles şarkılarının güzelleştirdiği film, müzik endüstrisiyle dalga geçmekten kelime esprilerine izleyicisinden gülümsemeyi eksik etmiyor.
Kötü bebek evreni genişliyor
Kötü bebek ününü Chucky’den çalan Annabelle’in üçüncü
Ana akım animasyonların en iyi serisi “Toy Story”nin dördüncü halkası, izleyiciler ve özlenen kahramanlar arasında güzel bir buluşma vadediyor
Pixar’ın hem izleyicilerin hem eleştirmenlerin gözdesi olan serisi “Toy Story”, 2010 yılında çok güçlü ve duygusal bir üçüncü filmle hikayesini tamamlamış gözüküyordu. Dokuz yılın ardından gelen devam filmi, Woody, Buzz Lightyear gibi oyuncakların Andy’den sonra Bonnie’nin yanında yaşadıkları maceraları konu alıyor. “Toy Story 3”, aslında üçlemeye mükemmel bir nokta koymuş olsa da, dördüncü film serinin gücünü kaybetmediğini gösteren başarılı bir ekleme.
Andy’nin üniversiteye gitmesinin arından Bonnie’ye verilen oyuncaklar burada hayatlarını sürdürür. Bonnie yuvaya başlayınca plastik bir çataldan yaptığı oyuncak Forky de aralarına katılır. Ancak Woody, Forky’nin çöpe dönme isteğinin önüne geçmeye çalışırken kendisini yeni maceralarda bulur.
Pixar, bu sevilen serisinde teknik mükemmelliğine bir kez daha mizah ve duyguları yerli yerinde eklemeyi başarıyor. “Toy Story”nin zaten zengin olan karakterler galerisine ikinci el bir dükkanda karşımıza çıkan yeni oyuncakların ve Forky’nin eklenmesi, ekibin hayal gücünün de eksilmediğinin göstergesi.
Besson
İsmini 1972 tarihli Elton John şarkısından alan biyografik filmin yapısı fantastik anlar da barındıran bir rock opera olarak çiziliyor
Elton John ve eşi David Furnish, yaklaşık 20 yıldır John’un hayatını beyazperdeye aktarmaya çalışıyor. Değişen yönetmenler, stüdyolar ve aralarında Justin Timberlake’in de düşünüldüğü başrol oyuncularının ardından sonunda film tamamlandı. Yönetmen koltuğundaki Dexter Fletcher, Bryan Singer filmi bıraktıktan sonra Freddie Mercury biyografisi “Bohemian Rhapsody”i de tamamlayan isim. Elton John’u canlandıran Taron Egerton ise “Kingsman” serisiyle ünlenen, neslinin en parlak isimlerinden.
İsmini 1972 tarihli Elton John şarkısından alan film, ilk gösterimini geçen ay Cannes Film Festivali’nde yarışma dışı olarak yaptı. Elton John’un rehabilitasyon merkezinde bağımlıklarını itiraf etmesiyle açılan film, John’un çocukluğunun ve gençlik yıllarının önemli olaylarına dönüşlerle ilerliyor. Filmin yapısı fantastik anlar da barındıran bir rock opera olarak çiziliyor.
Elton John’un da filmdeki kararlarda yürütücü yapımcı olarak rol almasıyla ilerleyen projenin eleştirmenlerden aldığı yorumlar olumlu. Özellikle Egerton’ın Elton John’u canlandırırken gösterdiği
Ana “X-Men” filmlerinin sonuncusu “X-Men: Dak Phoenix” adını taşıyor ve telekinetik güçleri olan Jean Grey’e odaklanıyor
Çizgi roman uyarlaması seriler arasında kalbur üstü filmleriyle özel bir yerde bulunan “X-Men”in yedinci ve ana “X-Men” filmlerinin sonuncusu “X-Men: Dak Phoenix” adını taşıyor ve telekinetik güçleri olan Jean Grey’e odaklanıyor. 1990’larda geçen filmde, Charles Xavier tarafından eğitilen Jean Grey, hali hazırdaki güçlerine yenilerini ekliyor. Xavier ve arkadaşları bu güçle karanlık yerlere giden Jean Grey’i durdurmaya çalışıyorlar. Film, serinin olay ve zaman eksenini yeniden yerle bir ederek kafa karıştırıcı bir hal almakla eleştirildi ve X-Men serisinin en kötü yorumlanan filmine dönüştü. Daha önce gösterime girmesi planlanan ancak son bölümü yeniden çekildiği için vizyon tarihi ertelenen film, bu hamleyle de X-Men serisinin düzeyine ulaşamamış gibi gözüküyor.
HAFTANIN DİĞERLERİ
Evcil hayvanların insanlar yokken yaşadıkları maceralara odaklanan 2016 yapımı sevilen animasyon “Evcil Hayvanların Gizli Yaşamı”nın devam filmi Chris Renaud’nun imzasını taşıyor “The Secret Life of Pets 2 / Evcil Hayvanların Gizli Yaşamı 2”de, köpek Max, ailesinin hayatındaki
Japonya çıkışlı canavar Godzilla, Hollywood yolculuğuna “Godzilla II: Canavarlar Kralı / Godzilla: King of the Monsters”la devam ediyor. Aynı zamanda Godzilla’nın kendisini gösterdiği 35. film olan yapım, Michael Dougherty’nin imzasını taşıyor ve 2014 yapımı “Godzilla”nın devamı niteliğinde.
Filmde Godzilla’nın San Francisco saldırısında oğullarını kaybeden bir ailenin üyeleri Mark Russell ve Emma Russell ile kızları Madison ana karakterler. Dünyadaki titanlar insan eliyle tek tek uyanmaya başlayınca düzene bir denge getirme işi Godzilla’ya kalıyor. Bir kez daha gezegene denge gelmesi için insanların ölmesi gerektiğini düşünen kötü taraf ile hümanist yaklaşan iyi tarafın mücadelesini izliyoruz. Ancak karanlık çekimler, özel efekt bombardımanı ve kapışan dev canavarlar arasında, akan bir olay örgüsünden bahsetmek mümkün değil. İzleyicisine ana akım, özel efektli eğlence vaat etmesi gereken film, bu iddianın altından zayıf hikaye örgüsü ve klişeleri bile yerine getiremeyen karakterler nedeniyle kalkamıyor. Kıyaslamak gerekirse, benzer bir izlekten kendisini ciddiye almayan tam bir kaçış filmi sunan Guillermo Del Toro imzalı “Pacific Rim”in yakınından geçebilen bir film sunulamıyor.