Geçen hafta Suriye’de “güvenli bölge” tartışmaları yeniden alevlendi. Konunun gündeme gelmesini, Trump’ın ABD ordusuna verdiği DAEŞ’le mücadele için alternatif planların hazırlanması emrinin bir parçası olarak düşünmek gerekir. Plan, aynı zamanda Trump’ın mülteci karşıtlığına çare bulmayı, geldikleri yerlerde tutmayı hedefliyor. Teorik olarak bu fikir Avrupa’da da hatırı sayılır taraftar bulabilir.
Ancak, Suriye’deki askeri, siyasi ve ekonomik tabloya bakınca düşüncenin hayata geçirilmesinin hiç de kolay olmadığı görülüyor. Bu gün sayıları 6.5 milyonu geçen mülteciler için Suriye’de “güvenli bölge/bölgeler” inşa etmenin önünde ciddi zorluklar olduğu açık. Başka bir ifadeyle, önceki yıllarda var olan fırsatlar artık kaçırılmış gibi görünüyor.
Her ne kadar teorik olarak güvenli bölgeler, savaştan kaçan insanlara hayatta kalma imkânı vermeyi amaçlıyor, asgari yaşam koşularını sağlıyor olsa da fiiliyatta sonuç böyle olmayabiliyor. Niyet açıklamaları da buz dağının görünen, kamuoyuna pazarlanan kısmı olarak gündeme geliyor.
En önemli sorun, kimlerin “güvenli bölgelere” dönmeye razı olacağıdır. Doğal olarak, bu yeni bir tartışma başlatacaktır. Birleşmiş Milletler verilerine göre
Medyaya göre, ABD Başkanı Trump, ordudan DAEŞ’le mücadele için alternatif planlar hazırlamasını istedi. Halen Irak’tan Suriye’ye, Libya’dan Nijerya’ya, Afganistan’dan Yemen’e kadar geniş bir bölgede operasyon yürüten ABD ordusunun elinin altında çok sayıda planın bulunması sürpriz değil. Muhtemelen eski çalışmaları raftan indirip, yeni duruma göre bazı düzeltmeler yaparak başkan Trump’ın önüne koyacaklar.
Planlarda farklılıklar olsa da bazı ortak noktaların bulunacağı açık. Öyle ki plan, ABD gibi büyük bir güç tarafından hazırlansa bile, tehdidin karakterini, coğrafyanın genişliğini, siyasi karar alıcıların ödemeye razı oldukları bedelleri ve sistemdeki diğer aktörlerin yaklaşımlarını göz ardı etmek zorundalar.
DAEŞ gibi hibrit bir sorunu fiziki “coğrafya” ile sınırlamanın mümkün olmadığını biliyoruz. Musul’u, Rakka’yı DAEŞ’ten almak “teorik olarak” mümkün. Eğer sonrası için işe yarar bir plan mevcut değilse günün sonunda örgütü Irak ve Suriye’de yerin altına itmek gibi bir sonuç vereceği açık. Planın esasını, DAEŞ’in yerine konacak otoritenin niteliği, inşa edilecek düzenin nasıl olacağı, bu rolü kimin üstleneceği ve meşruiyetinin nasıl inşa edileceği oluşturmak zorunda.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Referanduma, OHAL ile mi gidilecek?” sorusu üzerine “OHAL ile gidilmesinde sorun yok. Çok daha rahat bir zemin de hazırlayabilir. Hükümetin de bu inançta olduğu kanaatindeyim” dedi. Erdoğan “2019’u beklemeden genel başkanlığa dönecek misiniz?” sorusuna da “Bağlayıcı bir şey yok” yanıtını verdi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz pazar günü başlayan, Tanzanya, Mozambik ve Madagaskar’ı kapsayan doğu Afrika ziyaretini izleme olanağı bulduk. Erdoğan, dönüş yolunda, gündeme ilişkin sorularımızı yanıtladı:
Doğu Afrika’daki bu ülkelere yapılan ziyaretlerin, ilişkileri geliştirmenin yanı sıra FETÖ ile mücadele açısından da önemli olduğunu vurgulayan Erdoğan, “Buralar, FETÖ’nün Afrika’daki önemli yapılanma merkezleri. En önemli yerlerden biri de Güney Afrika. İnşallah oraya da gideceğiz” dedi.
Cumhurbaşkanı’nın diğer güncel konulara ilişkin sorulara verdiği yanıtlar ana hatlarıyla şöyle:
Türkiye, hedefi, yapısı, ideolojisi farklı terör örgütleriyle çeşitli cephelerde mücadele ediyor. PKK, DAEŞ, FETÖ ve diğerlerinden söz ediyoruz.
Bir yandan devlet kurmak isteyen coğrafya merkezli hiyerarşik yapısıyla politik-askeri strateji izleyen klasik etnik terör örgütü PKK. Şimdilik, şok edici, seçme hedeflere yönelmiş, mezhebi terör örgütü DAEŞ. Dini motivasyonlu olduğu iddiasında siyasi hedefleri olan FETÖ. Son olarak Soğuk Savaş mirası diğer örgütler. Bu farklılıklar ilgilisine, bakış açısının, mücadele stratejisinin, istihbarat ihtiyaçlarının, organizasyon modelinin ve insan niteliğinin de farklı olması gerektiğini söylüyor. Başka bir ifadeyle, aynı bakış açısı, strateji ve insan sermayesiyle etkili bir mücadele mümkün olmaz/olamaz.
Yılbaşı gecesi, DAEŞ’li terörist 39 insanın hayatına kıydı. İyi haber, fail sağ olarak yakalandı. Eylem, operasyonu, o da çok sayıda veriyi ve ardından istihbaratı getirecek demektir. Şimdi, yapılması gereken öncelikli iş olayı her yönüyle masaya yatırarak dersler çıkarmak, eksiklikleri gidermek ve tedbir almak. Bu yazının amacı, orta ve uzun vadeli politik, ideolojik, sosyal ve askeri alanda yapılacaklar bir yana, kısa vadede güvenlik
Türkiye anayasa değişikliğine odaklamış durumda. Ancak etrafımızda, önemsizmiş gibi görünen bazı gelişmeler olduğu bir gerçek. PKK’nın üs bölgesi haline gelmeye başladığı, zamanla kök salacağı Ezidilerin yaşadığı Sincar bölgesi bunlardan biri.
Sincar’ı gündeme taşıyan, 2014 yaz başında DAEŞ’in saldırıları oldu. Zulme uğrayan, yüzyıllardır yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalan Ezidilerin trajedisi medyada yer buldu. Peşmergenin ricatı, PKK’nın ise propaganda savaşının gereğini yapması, AB’nin mali desteği, HDP’li belediyelerin katkısıyla konu önce medyaya, ardından da siyasi arenaya taşındı. Son aşamada PKK, gelişmeleri hızla politik askeri kazanıma tahvil etti. Irak’ta koşullar ve öncelikler değiştikçe PKK’nın Sincar’daki varlığı tartışılmaya başladı.
Sincar’ı önemli hale getiren birden fazla neden var. İlki, Sincar’ın stratejik öneme sahip askeri değeri. Sincar, Suriye’nin kuzeyinde fiili kontrolü elde tutan PKK’nın kuzey Irak üs bölgelerine uzanan hat üzerinde menteşe rolü oynuyor. Coğrafi konumu ona militan ve lojistik transfer noktası, geri üs bölgesi, rolleri biçiyor. Üstelik “referandumla geleceği belirlenecek” bölgede yer alması, onu uzun süre tartışmalı bir konumda
İç ve dış politikada gündem çok hızlı değişiyor. Çoğu zaman günlük tartışmaların dışına çıkmak mümkün olmayabiliyor. Oysa zamanın ötesine uzanmak, öngörülerde bulunmak, yapılanları, yapılabilecekleri değerlendirmek gerekir. Bugün bu amaçlarla yazılmış ABD Milli İstihbarat Konseyi’nin “2035 Küresel Stratejik Öngörü” raporundan söz edeceğim. Rapor, 1997’den beri her dört yılda bir düzenli yayımlanıyor. Tasnif dışı olarak sınıflandırıldığı için kamuoyuna açık.
Raporun amacı, dünyayı nelerin şekillendireceği, işlerin nereye gideceğine dair öngörüde bulunmak ve karar alıcılara, meraklılara fikir vermek. Raporun son versiyonunun Trump’ın başkanlığına denk gelmesi onu biraz daha ilgi çekici hale getiriyor. Bu nedenle geleceğe dair analizlerde işe yarayabilir, küresel ölçekte “Nereye gidiyoruz?” sorusuna ilgi duyanlar için okumaya değer.
Raporu ilgi çekici yapan diğer husus, sadece istihbaratçıların değil aynı zamanda akademisyenlerin, uzmanlarının da katkı sunmuş olması. Bölge uzmanları, ekonomistler, güvenlik disiplininde çalışanlar, teknolojik gelişmeleri izleyenler, siber alan uzmanları, terör ve çevre sorunları üzerine kafa yoranlardan, dünyayı ve geleceği takip edenlerden söz ediyoruz.
Sadece Türkiye’de değil dünyada da ilginç gelişmelere tanıklık ediyoruz. Özellikle ABD-Rusya ilişkilerinden söz ediyorum. Gelişmelere ve aktörlere bakınca, değişimin “stratejik ölçekte” olduğunu söyleyebiliriz.
Obama, giderayak Kırım’ın işgali nedeniyle Rusya’ya uyguladığı yaptırımları artırdı. Avrupa sınırı boyunca askeri konuşlanmayı ve tatbikatları sürdürüyor. Bir yandan da Rusya’nın ABD başkanlık seçimlerine “siber müdahalede” bulunduğu iddiasıyla 35 Rus diplomatını sınır dışı etti.
Putin ise, bu “psikolojik harekâta” yumuşak bir hamleyle cevap verdi. Mütekabiliyet çerçevesinde ABD’li diplomatlara benzer uygulama yapmayacağını ifade etti. Böylece Obama’ya sistemde etkisini yitirdiğini, hamlelerini ise ciddiye almadığını gösterdi. Bir anlamda Trump’a da göz kırpmış oluyor.
Rusya ile ilişkileri Trump, Obama çizgisinde yürütecek olsaydı, önümüzdeki aylar ve yıllar için analiz yapmak, öngörülerde bulunmak herkes için kolay olacaktı. Ancak, yeni başkan Trump, yayınladığı bir seri Tweet’le, Rusya ile iyi ilişkilere sahip olunmasına karşı olanları “aptal insanlar” ve “ahmaklar” şeklinde nitelendirdi. Böylece işi yeni ve farklı bir boyuta taşıdı. Bununla da yetinmeyen Trump,
Terör çalışmaları tarihinde Türkiye’nin müstesna bir yeri vardır. Ona, bu sıfatı sağlayan ise meseleyi anlama kapasitesi ve bu alana yaptığı bilimsel katkılardan dolayı değildir. Onu müstesna yapan, neredeyse iki yüz yıldır modern terörün kurbanı olmaya doğru düzgün itiraz etmemesi, kaderine razı olmasıdır. Anlaşılan, bu pozisyonumuzu değiştirmeye de hiç niyetimiz yok. Çünkü terörü anlamak için çaba harcamak istemiyoruz. Sorunu anlarsanız çözüm üretebilirsiniz. İşi komplo teorilerine sardırarak geçiştirmesiniz. Mevcut veriler Reina saldırısının ne ilk ne de son olacağını söylüyor. Ortada sadece bizim değil, tüm dünyanın uğraşmak zorunda olduğu, ciddiye alınması gereken kanlı bir “terör” örgütü var.
DAEŞ, bu güne kadar uğraştığımız terör örgütlerinden farklı niteliklere sahip. Birincisi, örgütün etkinlik ve faaliyet alanını siyasi, coğrafi haritalarla sınırlamak mümkün değil. Coğrafi uzaklık beladan kurtulmaya yetmiyor.
DAEŞ, sadece Irak ve Suriye’de değil. Artık Kuzey Afrika’dan Fransa’ya, Almanya’dan Belçika’ya, Afganistan’dan Nijerya’ya kadar geniş bir alanda faaliyette. Örgüt etkinlik haritasının genişliğini internet, cep telefonu ve televizyon sinyallerinin ulaşabildiği