Geçen yazıda Türkiye’nin terör sorununa “PKK” parantezi açarak başlamıştım. Amacım, 2017’ye dair öngörülerde bulunmaktı. Maalesef yeni yıla can sıkıcı bir giriş yaptık. Çok sayıda insan hayatını kaybetti ya da yaralandı. Öfkemiz ve nefretimiz büyük. Ancak aklımız duygularımızın önüne geçebildiği takdirde doğru bir mücadele yürütebileceğimizi, çıkış yolu bulabileceğimizi de biliyoruz.
Kaldığımız yerden devam edecek olursak, PKK sorununu doğrudan etkileyen ikinci değişken küresel ve bölgesel gelişmelerdir. Sosyal, ekonomik, askeri ve diplomatik eko-sistemden söz ediyoruz. Canlı, oldukça karmaşık, sürekli değişen ve birbiriyle etkileşim halinde bir eko-sistem.
Devletler, örgütler, kurumlar, bireyler bu ekosistemin esas oyuncuları. Türkiye ile başlayan liste bir hayli uzun. ABD, AB, Rusya, İran, Irak, Suriye gibi devletler, KDP, DAEŞ, ÖSO, Haşdi Şabi gibi isimleri öne çıkan devlet dışı aktörler ile fazlaca görünür olmayanlar da listede yer alıyor. Savaş ağaları, aşiretler, tarikatlar, cemaatler, şirketler gibi. Her birinin çıkarları, kapasiteleri, kültürü, askeri/politik hamleleri, yöntemi, ilişkileri ve beklentileri birbirinden farklı. Doğal olarak PKK sorunundaki rolleri, etkileri ve
Maalesef Türkiye, 2016 yılını terör sorunlarıyla boğuşarak geçirmek zorunda kaldı. Çok sayıda insanımız hayatını kaybetti. Birçoğu yaralandı. Bir yandan PKK, bir yandan DEAŞ, bir yandan FETÖ ülkenin enerjisini boşa harcamaya, yaşama sevincini azaltmaya, motivasyonun kırmaya girişti. Böylesine ciddi bir sorunla baş edebilmek, ancak meseleyi soğukkanlılıkla ele almakla, gerçeklerle yüzleşmekle mümkündür.
Merak edilen husus, gelecek yıl bu alanda bizi nasıl bir tablonun beklediğidir. Bu yazı, stratejik düzeyde PKK cephesine daha yakından bakmayı hedefliyor. Üç temel faktörü bir arada değerlendirerek bazı öngörülerde bulunabiliriz. Bunlar örgüt, diğer aktörler/bölgesel koşullar ve Türkiye’nin cevabından oluşuyor.
İlk olarak PKK’ya bakmak gerekiyor. Özellikle PKK’nın gelecek yıl hedeflerini belirleyen dünya, bölge, Türkiye okuması önemli. Ardından önceliklerine, ittifaklarına, kapasitesine, alışkanlıklarına, tecrübelerine, aldığı tavsiyelere ve bunların ışığında belirlediği strateji ile taktiklerine odaklanmak gerekiyor.
PKK, 1995’ten beri“ büyük stratejisini” değiştirmemiştir. Buna göre PKK, Türkiye’yi kesin sonuçlu bir askeri karşılaşmaya zorlamamalı. Çünkü bunun ölümcül
Doğası gereği uzayan El Bab operasyonunda işlerin daha da çetrefilli hale gelmesi sürpriz değil. DAEŞ gibi hibrit bir sorunla, üstelik iç savaşın hüküm sürdüğü bir coğrafyada sıcak çatışmaya girmişseniz, yönetmeniz gereken çok sayıda sorununuz var demektir. Yükünüzü artıran diğer konu, Suriye ve Irak’ta DAEŞ ile doğrundan çatışmaya giren tek devletin Türkiye olması. Dahası, koşullar uygun olursa harekâtın doğuya ve güneye, Rakka’ya, uzanacağı öngörülüyorsa iş yükünüz daha da artıyor demektir. Böyle bir ortamda kitap, dikkat edilmesi gerekenlere dair uzun bir liste veriyor. Bazılarına yakından bakmak faydalı olabilir.
Sahada dişe diş bir mücadele sürüyor. Duvarda asılı harekât planlarınız, haritalarınız olup bitenlerin sadece onda birini gösterir. Siz asıl buz dağının geri kalanını görmeye çalışmalısınız. Tehdidin karakteri, yalnızlığınız, mücadelenin tipi, kayıpları dikkate aldığınızda askeri hazırlık ve hamlelerinizi “savaşa” göre yapmak zorundasınız. Ancak unutmayın, hukuki olarak yaptığınız iş bir savaş değil. Halkınızın psikolojisi hiç de savaştaymış gibi görünmez. Dahası, harekât hakkında bölünmüşlerdir. Askerler ise şaşkındır. Emir-komuta karışıktır. Bazıları El Ba’ba
ABD’nin yeni başkanı Trump’ın masasında, Obama’nın giderayak miras bıraktığı çetrefilli konularından oluşan uzun ve karmaşık bir dış politika sorunları listesi var. Konulardan birinin de Türkiye-ABD ilişkileri olduğu açık. Konuyu önemli hale getiren nedenlerin başında ise Rusya’nın Türk dış politikasında başat bir aktör haline gelmeye başlaması. Bunu, Rusya’nın Avrupa ve Ortadoğu’da artan etkinliğiyle birlikte okuyunca konunun önemi daha kolay anlaşılıyor.
Rusya, bugün sadece ABD’nin değil, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin de gündeminde. Doğu Avrupa’da karşılıklı güç gösterileriyle gerilim kendisini daha fazla hissettiriyor. NATO’nun Avrupalı üyeleri, Rusya’nın hareketlenmesinden tedirginler. Trump’ın eski dünyayı savunmak gibi maliyetli bir işin yükünü üstlenmeyeceğini açıklaması AB’nin daha fazla savunma harcaması yapması anlamına geliyor. ABD yönetiminin Ukrayna krizinin ardından Rusya’ya uyguladığı yaptırımları genişletme kararı alması, Rus yetkililerin benzer cevabı vereceklerini açıklamaları görünür gelecekte gerilimin düşebileceğine dair çok da umut verici değil.
Öte yandan, Türk-Rus ilişkilerinin değişen karakteri herkes için yeni soru işaretleri anlamına geliyor. Uçak
Son canlı bomba saldırılarının halkın ve hükümetin sabrını zorlamaya başladığı açık. Bu noktada, terörün önlenmesi, teröristlerin cezalandırılması, eylem kapasitesinin en aza indirilmesi için yapılması gerekenler yüksek sesle tartışılmaya başlandı. Hükümetin otoritesini yıpratmayı hedefleyen örgütün bu stratejisini işlemez kılacak önlemlerden biri de provokasyona mahal vermeden misliyle cevap vermektir. Özellikle, örgüt için önemli konularda ve kendisini rahat hissettiği alanlarda.
Başbakan Binali Yıldırım Suriye sınırı boyunca PKK/PYD kontrolündeki bölgeyle ilgili şunları söyledi: “Ama bakın bir Fırat Kalkan’ı hadisesi bizim Suriye tarafındaki DEAŞ tehdidini ciddi anlamda sınırlamıştır, aşağı düşürmüştür. Benzer çalışmaları bütün güney sınırlarımızda yapacağız”.
Bu ifadeler, PKK/PYD’nin kontrolünde tuttuğu, yönettiği güney sınırımıza dair hükümetin düşüncelerini yansıtması açısından oldukça önemli. Nitekim PKK, iki parça halinde, 700km uzunluğunda, yer yer 100 km derinliğinde sınır bölgesini, Suriye topraklarının 1/5’ini yönetiyor.
Söz konusu bölgenin, Suriye iç savaşının tarafları, bölgesel aktörler ve PKK terör örgütü için farklı anlamlarının olduğu açık. Bölge, PKK
Bu gün Türkiye’nin önemli güvenlik sorunlarının olduğunu biliyoruz. Güvenlik sorunlarının başında da terör geliyor. Örgütlerin çokluğuna, çeşitliliğine, hedeflerine ve etrafımızda olup bitenlere bakınca, bu sorunların kısa sürede bitmeyeceği de açık. Nitekim siyasiler ve devletin ilgili kurumları da aynı fikirde olmalı ki Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan seferberlik açıklamasıyla konuya vurgu yapı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, açıklamasında PKK’dan DAEŞ’e, FETÖ’den DHKP-C’ye kadar tüm terör örgütleriyle mücadele için “milli bir seferberlik ilan ettiğini” açıkladı.
Seferberlik, devletin, ulusun bekası için yürütülecek uzun soluklu bir mücadele, savaş için ihtiyaç duyulan eksikliklerin tamamlanması, fiziki ve fikri hazırlık yapılmasını amaçlar. Anlaşılan koşullar harekete geçmeyi gerektiriyor.
Terörle mücadele seferberliğinin amacına ulaşması öncelikle “entegre bir terörle mücadele stratejisi” belirlemekle mümkündür.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın listelediği örgütler, tehdidin niteliği ve taktikler bağlamında benzerliklere sahipler. Ancak stratejinin belirlenmesinde, mücadelenin en uygun araçlar ve maliyetle yürütülmesinde farklılıkların benzerliklerden çok daha önemli olduğu göz ardı
Geçen yazımda işi şansa bırakmak istemeyen FETÖ’nün TSK içinde Sovyet Kızıl Ordu modeli “siyasi komiserlik” mekanizmasını nasıl kurup işlettiğinden söz etmiştim.
FETÖ, söz konusu mekanizmanın sonuç vermesinin çocuk yaşta eleman devşirmekle mümkün olduğunu gördü. Bu nedenle ikna etmenin en kolay olduğu yaş grubuna odaklanarak 1980’lerden itibaren işe girişti. FETÖ’nün açtığı kurslarda yeterince çocuk vardı. Henüz 11-12 yaşındaki ortaokul öğrencilerinin beynini yıkayarak, doktrine ederek, askeri liselere hazırlamaya koyuldu.
Bu süreç, dikkat ve sabrı gerektiren meşakkatli, uzun bir yolculuktu. Nitekim FETÖ’cü bir tuğgenerale sahip olmak için en az 30 yıl özenle çalışmak gerekiyordu. İstihbarat ve/veya terör örgütlerinin uyguladığı “uyuyan hücreler” modeli esas alınmıştı. Projenin açığa çıkması halinde her şey berbat olabilirdi. Bu nedenle adaylar hırslı ve çalışkan olmalı, rekabeti gerektiren askeri ortamda kendisini iyi gizleyebilmeliydi. Gizlilik ve sadakati sağlamak ancak işlevsel mekanizmalar kurmakla mümkündü.
Çocukların terör örgütlerine katılımı üzerine yapılan araştırmalar, üç alana odaklanmak gerektiğini söyler. Bunlar; örgütlerin geliştirdikleri stratejiler, ailelerden
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında sıklıkla sorulan sorulardan biri de FETÖ’nün TSK’ya bu kadar büyük ölçekte nasıl nüfuz ettiği, gizlilik ve sadakati nasıl sağladığı, üyelerinin kendilerini yıllarca nasıl saklayabildiğiydi.
FETÖ’nün askeri kanadında yer alan subaylara dair ifadeler ortaya çıktıkça bu konularda ilginç bilgilere ulaşıyoruz. İşin siyasi boyutu ile TSK’nın günah ve kusurlarını bir yana bırakarak, örgütün bireysel düzlemdeki ilişkilerine daha yakından göz atmakta fayda var. Sonuçta hiçbir şeyin tesadüf olmadığını görebiliyoruz.
Gizli bir örgütün ilk evrelerinde tutunabilmesi, insanları inandıracak, fedakârlığa sevk edecek “işe yarar bir gerekçesinin olmasına bağlıdır”. Örgüt palazlandıkça, çekim merkezi oluşturdukça bu gerekçe geri plana düşer. Artık yapılması gereken uygun yer ve zamanda, kapasite ve kabiliyete bağlı strateji ve taktiklerle işi büyütmektir. Tüm örgütler gibi FETÖ de böyle davranmıştır.
Birçok FETÖ’cü subayın ifadesinde belirttiğine göre amaç, “TSK’yı ateist ve Alevilerin elinden kurtarmaktı”. Bunun için örgüt melez bir strateji uyguladı. Bu strateji dört farklı sosyal ve siyasal hareketin gizlilik, büyüme ve sadakat taktiklerinden üretilmişti.