Evrenin bolluk, bereket kaynağının sınırsız olduğunu bilir, çoğu zaman da bunu unuturuz. Bolluk ve bereket kaynağındaki sevgi, şefkat, mutluluk, huzur, neşe, coşku, güven, kızgınlık, pişmanlık, üzüntü, öfke, korku her ne var ise tüm bu duyguları bize hissettirecek her şeye sahip olmak için yanıp tutuşuruz. Sevgiyi “Benim Sevgim” haline getiririz. Sevgi “Benim Sevgim” haline geldiğinde mutasyona uğrar ve evrenselliğini kaybeder. Durum böyle olunca sevginin zıt kardeşi korku hayatımıza sızmaya başlar. Kaybetme korkusu arttığında sevgi hemen mekân değişikliği yapar. Çünkü gerçek sevgi özgürlüğüne çok düşkündür. Sevdiklerimizle aramızdaki ilişkinin zaman zaman arzuladığımız gibi gitmemesi işte bu yüzdendir. Benzer durum kızgınlık ve öfke için de geçerlidir. Öfkemizi dışarıdakilere karşı kalkan olarak kullanmayı seçtiğimizde onu “benim öfkem” haline getiririz. Öfkeye hayatımıza aldığımız sürece aynen sevgideki korku gibi öfkenin zıddı olan mutluluk, bizi terk eder.
Şimdi bir tavus kuşu hayal etmenizi istiyorum. Tavus kuşunun kanatları altında herkesi büyüleyen güzel tüyleri vardır. Çiftleşme zamanı geldiğinde tavus kuşu, gagasını kanatlarının altına vurur ve bu görkemli tüyler
Geçtiğimiz yıl Guru Amma ile tanışmak amacıyla Güney Hindistan’daki ashramına gittim. Bilmeyenleriniz için, Guru Amma, Hindistan’da ünlü guru Babaji’den sonra guruluğunu ilan etmiş iki kadından biridir. Guru Amma’nın ashramını ziyaret ettiğinizde Guru Amma ile ünlü kucaklaşma ritüeline katılıyorsunuz. Ayrıca Amma’yı ziyarete gelen spiritüel hocaların düzenlediği spiritüel aktivitelere de katılabiliyorsunuz. Bu yazımda oradayken katıldığım aktivitelerden “Gülme Yogası” çalışmasnda bahsetmek istiyorum.
Gülme yogası hocamız Anna, günde kaç kez güldüğümüzü sorarak çalışmasına başladı. Sonuç kötüydü. Her birimiz ortalama günde sadece 4-5 kez gülüyorduk. Hâlbuki 4 yaşında bir çocuğun her 4 dakikada bir güldüğü tespit edilmişti. Vahim bir durumdaydık. Acilen bir şeylerin yapılması gerekiyordu. Ama zaten bunun için burada değil miydik?
Önce çok komik bir şeye gülüyormuşuz gibi rol yaptık. Ortada bir neden yokken farklı ülkelerden gelmiş 30 yabancının önünde tek başına gülmeye çalışmak kolay değildi. Herkes kontrolü elden bırakmamak adına etrafını kolaçan ederek bir sonraki hareketini belirliyordu. Bir müddet sonra yalancı gülmenin sihri hepimize dokundu ve her birimiz
Çevremizdeki insanların hayatını kolaylaştırmak için elimizden ne geliyor ise onu yapmaya çalışırız. Hatta bu kolaylaştırma işini öyle abartırız ki birde bakmışız, kendi hayatımızı kolaylaştırmada sınıfta kalmışız. Peki, bu durumda insanlara hiç yardım etmeyecek miyiz? Tabii ki, yardım edeceğiz. Ancak uyum ve dengeyi hep gündemimizde tutacağız. Bugünkü yazımda diğerlerinin yaşamlarını kolaylaştırma işinde deneyimi olan Sevgili Zeliha’nın hikâyesini anlatacağım.
Uzak diyarların birinde Zeliha isminde bir kız yaşarmış. Zeliha'nın iki ablası ve iki küçük erkek kardeşi varmış. İki ablası evliymiş. Şimdilerde erkek kardeşleri, anne ve babası ile aynı evde yaşıyorlarmış. Zeliha, ortaokulu bitirdikten sonra şehir merkezindeki liseye devam etmek yerine evde kalıp annesine ev işlerinde yardım etmeyi tercih etmiş. Zeliha, son günlerde kendini çok mutsuz hissediyormuş. Onu çok mutlu eden şeyler eskisi gibi mutlu etmemeye başlamış. Ev işleri, kardeşlerinin derslerine yardım etmek o kadar çok vaktini alıyormuş ki bu konuda neler yapabileceğini düşünmeye vakit bulamıyormuş.
Günlerden bir gün Zeliha ev işlerini bitirdikten sonra tarlada çalışan babasına öğlen yemeğini götürmek üzere
2006 yılında astroloji konusunda kendimi geliştirmek adına Hakan Kırkoğlu’nun Astroloji Okuluna başlamıştım. Dersler sırasında öğrendiklerimizin pratiğini yapabilmek adına bazı ünlü kişilerin ve tabii ki kendi astroloji haritamıza bakardık. Derslerden birinde haritamda maymun iştahlılık teması olduğu ortaya çıktı. Büyük bir hayal kırıklılığına uğramıştım. İçimden şimdi bu da nereden çıktı dedim. Yanlışlık olabilir mi diye düşünsem de geçmiş hayatıma şöyle bir baktığımda birbirinden farklı bir sürü aktivite denediğimi hiç birisinde ise bir baltaya sap olamadığımı fark ettim. Yani ben de o çok kiritize ettiğim doyumsuz insanlardan biriydim. Bu durumumu kabul etmeliydim.
Sonra 2009 yılında Vipassana çalışmasına katıldığımda maymun iştahlılığım tekrar karşıma çıktı. Bu sefer maymun iştahlılığın altındaki aç gözlülüğü fark etmiştim. Bu tanı beni derinden yaralamıştı. Evet, çok doğruydu, ben de açgözlülük denen şey de vardı. Çünkü aynı anda birkaç kitabı okumak, 3 günlük geziyi rahat rahat yapabilecekken extra aktiviteler eklemek aç gözlülük kokan seçimlerdi. Evet, bendeki açgözlülük insanlara zarar veren cinsten değildi ama yine de açgözlülüktü. Ve ben ne yazık ki açgözlü
Geçmişte sigara ve alkolü bırakmakta güçlük yaşayanların “iradesiz “ olduklarını düşündüğüm zamanlarda aslında benim de bir sürü bağımlılığın olduğunu keşfettim. Ancak atı alan Üsküdar’ı geçmişti. “Adım Sibel, Ben sevgi bağımlısıyım. Sevgi bağımlığını bırakalı 4 gün oldu” diyebileceğim bir tedavi grubum dahi yoktu. İçimdeki ses sürekli olarak “ Ama her şey sevgi için değil miydi?”, “hani sevgi çok önemliydi ve onun için gerekir ise her şey yapılabilirdi” diyerek nasıl oldu da bu hale geldiğini anlayamıyordu. Sevdiğim insanlara sıkıca tutunmuştum. Kontrolün tamamen ben de olduğunu düşünüyordum. Ufak bir aksama olsa sevgiyi hemen tekrardan yapılandırıyordum. Benimkisi yaraya merhem sürüp geçiştirmek şeklindeydi. Yapılması gerekenin yaranın kökünü kurutmak olduğunu düşünemiyordum. Yıllar, yılları kovaladı ve yapılandırma işinde kötü performans göstermeye başlamıştım. Kontrol etmem gerekenler artmıştı ve ben hepsine yetişemiyordum ve sonunda önemli an geldi, öfke hayatımı esir almıştı. Ve bu “yeni ben” hiç mi hiç hoşuma gitmiyordu.
Çok şükür geçmişte iyi bir şeyler yapmış olmalıydım ki bir şekilde “transformal nefes” hayatıma girdi. Genelde maymun iştahlı olan ben, nedense nefesi
“Şefkatin Açamayacağı Kapı Yoktur” başlıklı yazımda şefkatin gerçek anlamı keşfetmekten bahsetmiştim. Şimdiki yazımda ise, yaşamınızda şefkati biriktirmenize yardımcı olacak bazı rituellerden bahsedeceğim.
İlk ritüelimizde, şefkat hissini çağrıştıracak herhangi bir şeyden ilham almakla başlıyoruz. Örneğin yeni doğmuş pembe yanaklı bir bebek, kocaman gözleri ve dişsiz ağzıyla kıkırdadığını akıl gözünüzün önüne getiriverin. Ona her baktığınızda içinizden yükselen şefkat hissine odaklanın. Şefkat hissinin yükselmesi ile algılarınızın, beş duyunuzun açıldığına fark edin. Şimdi bebek imgesi olmadan şefkat hissini hissedin. Şefkat hissinden uzaklaştığınızı her fark ettiğinizde tekrar bebeğe odaklanın, şefkat hissini tekrar hissedin.
İkinci rituelde (*) ise, size sevdiğinden emin olduğunuz bir kişinin size şefkat gönderdiğini akıl gözünüzde canlandırın ve ondan gelen şefkat hissini bedeninizde hissedin. 1-2 dakika kadar bu histe kalın. Bu çalışmanın ikinci aşamasında ise bedeninizde hissettiğiniz şefkat hissini ilişkiniz de zorluk yaşadığınız bir kişiye gönderin. Diyelim ki bu çalışmayı her gün tekrarladınız ve oldu ya bir şekilde o kişi ile yüz yüze geldiniz, önce ona karşı
Her zaman iyimser bir tavır içinde, pozitifte kalma rolü yaparak tüm kapıların size açılacağını düşünüyorsanız maalesef yanılıyorsunuz. Çünkü iyimser bir tavır içinde olmak egonuzun en çok sevdiği rollerden biridir. Egonuz kızgınlığını, kritik ediciliğini saklamak istediğinde bu role bürünür. Egonuz içinizdeki öfke ve kızgınlığı ne kadar saklamaya çalışsa da öfke ve kızgınlık bir şekilde fark edilir ve bazı kapılar size açılmaz. İşte açılmayan kapılardan biri de gerçeklik kapısıdır. Gerçeklik kapısının önünde gözle görünmeyen koruyucular vardır. Ve hazır olmayanları içeriye almazlar. Aslında koruyucular hem gerçeği hem de bizi korumak için oradadırlar. Nasıl mı?
Şimdi tüm yaşamınızı yuvarlak bir oda olarak kabul edin ve bu yuvarlak odanın tam ortasında ayakta durduğunuzu imgeleyin. Yüzünüzün dönük olduğu bölüm aydınlık, diğer taraflar ise karanlık olsun. İşte gerçeklik kapısının koruyucuları tıpkı yuvarlak oda örneğinde olduğu gibi sadece baktığınız yönde görüneni size gösterirler. İllüzyon yaratmada o kadar ustadırlar ki yarattıkları yanılsama ile odanın diğer taraflarına bakmak aklınıza bile gelmez. Hâlbuki bulunduğunuz noktadan saat yönünde döndüğünüzde diğer tarafları da
Ses ve müzik, duygularımızı derinden etkiler. Uyumlu müzik ve ses, duygularımızı dengeleyerek, olumlu düşüncelerin oluşmasını sağlar ve sonuç olarak daha sağlıklı bir bedene sahip oluruz. Özetle ;
Uyumlu müzik/ses > Dengeli duygular > Sağlıklı beden ve Uyumlu duygular > Olumlu düşünceler> Sağlıklı beden
Eski çağlarda ses ve kelimeler şifa sağlama amacıyla kullanılırmış. Ses şifa yöntemine göre; bedenin her parçasını temsil eden bir ses vardır ve bedendeki herhangi bir bölgeye uygun ses üretildiğinde ise o bölge bazında denge sağlanmış olur. Dolayısıyla mantra söylemek, zikir yapmak bedene, zihnimize ve ruhumuza çok iyi gelir. Bugünkü yazımda mantra söylemekten bahsedeceğim.
Mantrayı zihnin müzik aleti olarak tanımlayabiliriz. Eski inanışa göre ses, evrensel zihnin ifadesidir. Mantra kişiyi düşüncenin kaynağına yani bilincin kaynağına taşıyan bir elemandır. Doğanın kendisi bir titreşimdir. Titreşim, titreşim ile etkileşmekte ve ortaya ritmik ve müzikal sonuçlar çıkmaktadır.
Mantra öncelikle zihinsel titreşim yaratır. Ve bu titreşim sizi saf bilinç yani ruhunuza götürür. İşte size birkaç mantra önerisi;
İlk örneğimiz; “So-Hum” Arzu ve isteklerinizin