Bugün “Şu Çakra Denilen Şey” lerden bahsetmek istiyorum. Çakralar, sinir ağlarının yoğun olduğu bölgelerdir. Seçtiğimiz deneyimlere uygun hormonların salgılanması için 7/24 hizmet verirler. Kızgınsak adrenalin, mutlu isek seratonin salgılanması gibi.Kısaca yapılması gereken her ne ise anında yapılıverir. Bazı hormonların aşırı çalışması, hastalıklar gibi arzu etmediğimiz deneyimleri de beraberinde getirir. Bu yüzden hangi çakram kapalı, hangisi açık şeklinde tasalanmak yerine çakralardaki enerji akışını dengeleyecek deneyimleri hayatımıza çekmek en doğru hareket olacaktır. Çünkü çakralardaki enerji akışı dengelendiğinde arzu ve isteklerin gerçekleşmesi için de uygun ortam hazırlanmış olur. Enerji akışı nerelerde dengesiz, nerelerde dengeli olduğunu öğrenmenin en iyi yolu, deneyimlere bakmaktır. Örneğin korkularınız olduğu sürece arzularınız gerçekleşmeyecektir, ilerleme konusunda tereddütleriniz olacaktır. Bu da kalp çakranızdaki enerji akışının dengede olmadığını işaret eder. Korku şiddetini arttırdığında sadece kalp çakrası değil diğer çakralar da etkilenir. Örneğin boğazınızın sıkışması yani iletişiminizin etkilenmesi gibi. Şimdi istersenız çakralar ile deneyimlerin
Geçenlerde dostlarımdan biri başından geçen bir olayı anlatıyordu. “Bir yerlere gittiğimde sevdiklerime hediyeler alırım. Ve alışkanlığım çok keyif alırım. Ancak geçenlerde hediye verdiğim dostlarımdan biri “Sürekli hediye alıp duruyorsun bu konuda bir çalışman iyi olacak" dedi ve sanırım biraz üzüldüm”. Evet, bu eleştiri karşısında kim olsa üzülürdü. Çok haklıydı, buradaki güzel olan şey dostumun kızmak yerine bu konuda neler yapabileceğine odaklanmış olmasıydı.
Dostum gibi uyarı almamış olsam da benzer durumu ben de deneyimlemiştim ve bazen bu durum yaşamımda tekrarlanabiliyordu. Bendeki ümitsizce hediye alma alıskanlığının altında yatan ortaya karışık misaliydi. Yani bir değil birkaç sebebe dayanıyordu. İlki tahmin edebileceğiniz gibi “Ben de buradayım, sizi düşünüyorum, hadi beni fark edin” di. İkincisi ise aşırı görev bilincinden kaynaklanıyordu. Bir kere hediye aldım mı bu ritüeli hep sürdürmem gerektiğine inanıyordum. Bu da tabii ki bütçeme dokunuyordu. Yine de her seferinde görev bilinci kazanıyordu. Görevimi yapmak adına her türlü fedakârlığa katlanmaya hazırdım. Son keşfim ise karizmayı çizen türdendi. Şöyle ki;
Seyahat etmeyi genelde çok severim ve her seyahat
Bugünde “Her şeyi Olduğu Gibi Kabul Etmeye Ne Kadar Yatkınsınız?” isimli yazımla ilgili gelen bir soruyu ve verdiğim yanıtı sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Her şeyi Olduğu Gibi Kabul Etmek” yaşarken bunu uygulamak çok zor oluyor. Yalnız yazıda ve hayatta anlamadığım bir yer var :)) örnekte olduğu gibi feribot sırasına geldim. Sırayı beklemeyi mi kabul edeceğim, alternatifleri düşünüp körfezi dolaşmak gibi yeni çözümler mi üretmeliyim? yoksa olduğu gibi o feribot sırasını kabullenmeliyim?
Zaman zaman olanı olduğu gibi kabul etmeye bir türlü ikna olmayız. Çünkü bir çıkış yolu olmadığını düşünürüz. Aslında tüm bunlar yaşadığımız boyutun dualitesi ile ilgilidir. Zihnimiz görevi gereği sürekli bize alternatifler sunar. Kararlar ise çoğu zaman kalbimiz tarafından alınır.Kalbimizi kullanmamayı seçtiğimizde negatif taraftayız demektir. Yani olanı olduğu gibi kabul etmek yerine gerçekle savaşmayı seçer sürekli olarak dualitenin negatif tarafını deneyimleriz.
Hepinizin bildiği gibi çekim yasasına göre dikkatimiz nerede ise orası çoğalacaktır. Buna göre dikkatimizin ana kaynağı negatiflik olunca hangi alternatifi seçersek seçelim sonuç negatif olacaktır. Algılarımız da
Değişimin gerekliliğine inansakta değişmemek için elimizden gelen her şeyi yaparız. Değişime ne kadar hazırsanız kendinize izin vermeye ve sevmeye de hazırsınız demektir. Değişim önce zor gelir ancak bize birçok güzel hediye sunar. Değişim her zaman bizimle birliktedir bizi hiç terk etmez.
Bugünkü yazımda küçük Henry’nin değişim övküsünü paylaşmak istiyorum. Bakalım Henry’nin hikâyesinde kendinizden bir şeyler bulabilecek misiniz?
İngiltere’de küçük bir köyde Ryan Ailesi yaşarmış. Ryan ailesi çiftçilik yaparak geçinirmiş. Hikâyemizin kahramanı Henry ise, Ryan Ailesinin buzdolabında yaşayan bir buz parçasıymış. Henry, görevi dışındaki konularla ilgilenmezmiş. Zamanla işine o kadar çok odaklanmış ki etrafındaki dostlarının seslerini duyamaz hale gelmiş. Artık kendini çok yalnız hissediyormuş. Bu konuda bir şeyler yapması gerektiğini düşünmüş. Aile fertlerinden birinin onu buzdolabından çıkarması dışında başka bir alternatifi olmadığını anladığı bir anda buzdolabının kapısı açılıvermiş ve buzdolabının önünde Anne Ryan; Dolly belirivermiş. Henry, içinden“Bu iyi bir fırsat olabilir, kendimi Dolly’e gösterebilirsem belki beni buradan çıkarır ve bende dış dünyaya açılabilirim”
23 Şubat. 2012..tarihinde yayınlanan "Çevremizdeki İnsanlara Ne kadar Alan Tanıyoruz?" isimli yazımı okuyan bir okuyucum hikâyede yazılanlar ile ilgili bir soru yöneltmiş. Bu soruyu ve verdiğim yanıtı sizlerle paylaşmak istiyorum
“Bugün Milliyet'te "Çevremizdeki İnsanlara Ne kadar Alan Tanıyoruz?" başlıklı yazınızı okudum. Öncelikle kısa hikâyede geçen Orhan karakterini aynı şekilde tebrik ettiğimi belirtmek isterim. Yalnız tam olarak bunu nasıl başardığını anlayamadım ben. Çünkü aynı Ali gibi, yani Ali'nin yaptığı gibi çevresinde -doğru tabiri mi kullanıyorum bilemedim ama- duvarları olan biri olduğumu düşünüyorum. Hayatı akışına bırakmamız gerekirken ben ve belki benim gibi birçok insan bunu yap(a)mıyor. Bunu tam olarak başarabilmemiz için ne yapmalıyız peki? Merak ediyorum. “
Hepimizin bildiği gibi deneyimlerimizin kalitesi mutluluk derecemiz ile direk bağlantılıdır. Burada önemli olan kendimize hangi deneyimi layık gördüğümüzdür. Hikâyedeki Orhan kahramanı, başımıza gelenler ile ilgili her zaman seçim şansımız olduğunu hatırlatarak geçmiş tecrübeleri, şimdiye yansıtmadan mutlu bir yaşam sürdürmenin mümkün olabileceğine dikkat çekmekte ve diğerleri ile aramızdaki alanı
Kullandığınız kelimeler yaşamınızı etkiler. Yeterli miktarda söylendiğinde ise gerçek olur. Yaşamınızda farkında olarak kuvvetlendirdiğiniz, en çok yöneldiğiniz olaylar ve deneyimler hayatınızı şekillendirmektedir. Ağzınızdan çıkan her cümle, düşündüğünüz her şey hayatınızın gündemini oluşturur. Örneğin “Maddi olarak karşılayamam” şeklinde bir cümle sarf ettiğinizde “Karşılayamadığım için bolluğu almam mümkün değildir“ demek istiyorsunuzdur. Veya “Kilo Vermem lazım” dediğinizde ise “ Versem bile kilo almaya devam edeceğim” demek istiyorsunuzdur.
Bu yüzden de arzu ve isteklerinizi gerçekleşmediğinde “şu olmasaydı olmazdı”, “ aslında bu onun suçu” gibi suçlamalarda bulunmanın faydası yoktur. Burada önemli olan yaratımın sorumluluğunu almaktır. Yani “maddi olarak karşılayamam” cümlesini kullandığınızda yaşamınıza bolluğun girmeyeceğini baştan kabul edin.
Düşüncelerinize ve ağzınızdan çıkanlara hâkim olamıyorsanız niyetinizi pozitife çevirmek alternatif bir uygulama olabilir. Dışarıda her ne oluyor ise içinizde ve niyetinizde olan odur. “Ne yani şimdi, üzüntü çekiyorsam bu durumu ben mi istedim” şeklinde düşünüyor olabilirsiniz. Ben de size son 3 gündür sizi eğlendirecek, mutlu
Bazen arzu etmediğimiz deneyimler yaşarız. İşte o zaman başımıza geleni ya kabullenir ya da başkalarının suçu olduğunu düşünürüz. Başkalarının suçu olduğunu düşündüğümüzde her şey başlamadan önce yapmış olduğumuz seçimi göz ardı ediyoruz demektir. Hâlbuki hayatımızda her ne oluyor ise önceden yapmış olduğumuz seçimle bağlantılıdır.
Seçimlerimizin sonuçları bazen mükemmel deneyimler olarak kendini gösterir. O zaman keyfimize diyecek olmaz. Bazen de bu keyfi daha ileriye götürmek isteriz. İşte o zaman işin suyu çıkabilir ve seçimimizin negatif tarafını deneyimlemeye başlarız. Çünkü her şeyde olduğu gibi seçimlerin de negatif ve pozitif yanı vardır. Peki, nasıl oluyor da son derece iyi niyetle kendimiz için istediğimiz şeye sahip olduğumuzda bir şekilde negatif yanını deneyimleriz? Bu durumu örnek bir senaryo ile sizi anlatmak istiyorum.
Çok arzuladığınız bir niyet gerçekleşti ve gerçekleşen her ne ise target="_blank">www.yourwishisyourreality.com
*** Farkındalık geliştirmek ile ilgili “ Şu farkındalık denen şey” isimli yazımı okuyabilirsiniz.
“Melek Rehberleriniz her zaman sizinledir ve sizinle birlikte olduğuna dair işaretler gönderir.”
Spritüel çalışmalara ilk başladığım günlerde, bu söz her söylendiğinde gülüp geçerdim. Şu Melekler de neyin nesiydi? Melekler vardı da ben mi göremiyordum, zaten tüm işler benim tarafımdan yapılmıyor mu? diye düşünürdüm.
O zamanlar başıma gelen her şeyin tesadüf olduğuna inanmıştım. Spritüel çalışmalarda derinleştikçe bir şeylerin beni izlediğini, yol gösterdiğini fark eder oldum. Örneğin arabayla tam bir yere çarpmak üzereyken aniden tehlikenin geldiği yöne bakma hissi geliyor ve kaza yapmaktan kurtuluyordum. İşaretler sadece koruma amaçlı olmuyor, bazen de bazı gerçekleri de hatırlatabiliyordu. İki sene önce Nepal’de bolluk ve şefkat tanrısı Ganesh’in tapınaklarından birini ziyarete gitmiştim. Tüm tapınaklarda olduğu gibi burada da bir sürü dilenci vardı. Tapınakta kendim için bolluk ve bereket diledikten sonra tapınağın çıkışında yerde demir bir para gördüm. Oradaki dilencilerden hiç birisi bu parayı fark etmemişti. Melekler sanki “bolluk ve bereket zaten orada onu fark etmeni bekliyor “ mesajını veriyordu. Üstelik böyle düşünmek çok hoşuma gitmişti.
Sonra onların bazı