Yaşadığı kırılma noktasından sonra daha kararlı, mantıklı ve sağlam hareket ediyor insan. Peki hangi durumlarda uzamak lazım? Test edildi onaylandı!..
Herkesin hayatında bir ‘kırılma noktası’ var. Yediğin kazıklar, gördüğün ihanetler, yaşadığın hayal kırıklıkları her defasında üzüyor, yaralıyor, ağlatıyor uzunca bir zaman...
Sonra bir bakıyorsun en güvendiğinden yediğin kazık bile sana koymaz olmuş; üstünden akıp gidiveriyor pek etkilemeden; eskiden zırıl zırıl yaş akıtan gözlerin artık adeta bir ‘saldım çayıra mevlam kayıra!’ modunda bakıyor!
Ve işte güçlendiğin an da bu ‘kırılma noktası’... Buradan sonrasında daha kararlı, mantıklı ve sağlam hareket ediyor insan. “Bunu bana nasıl yapaaaar” diye böğürmek yerine uzamayı öğreniyor. Peki hangi durumlarda uzamak lazım? Test edildi onaylandı!..
* İngilizlerin “Davranışlar sözlerden daha yüksek sesle konuşur” anlamına gelen bir lafı var. Karşındakinin ağzından dökülen ve içini eriten ‘sonsuz aşk ve güven veren’ sözlerine değil, nasıl hareket ettiğine bakacaksın. Sözlerle davranışlar birbirini tutmuyorsa.. Uza.
* Aldatıldığını değil gözlerinle görmek ya da duymak ‘hissediyorsan’ bile bir bit yeniği yüksek ihtimalle
Şaşırtıcı olan magazinde ‘arkadaşının sevgilisini çalan’ kişi gibi yazılıp çizilen Naz Elmas’ın bunun doğru olmadığına dair hiçbir açıklama yapmaması ve sanki gerçekmiş gibi susması
Son zamanlarda bol bol gözümüze sokulan bir ilişki hikayesiyle ilgili yanlış bilinen birkaç ayrıntıyı açıklamak şart oldu. Oyuncu Naz Elmas’ın yeni sevgilisi Umut Eker bundan önce uzun zaman başarılı moda tasarımcısı Simay Bülbül’le birlikteydi ki magazin dünyasının kendisini tanıması da böyle olmuştu zaten. Simay Bülbül’den ayrılır ayrılmaz da bu yeni ilişkiye başladı. Ben de bunu anlamıyorum arkadaş, yıllarca hayatını paylaştığın insandan ayrılır ayrılmaz nasıl hemen bir başkasının elinden tutup çıkabiliyor insanlar!
Neyse; Naz Elmas ve Simay Bülbül’ün çok yakın arkadaş olduğu, bu üçlünün birlikte tatillere gittiği ve Naz Elmas’ın Umut Eker’i arkadaşının elinden aldığı yazılıp duruyor her yerde.. Ve Simay Bülbül hem arkadaşı, hem sevgilisi tarafından sırtından vurulmuş mağdur kişi gibi gösteriliyor. Oysa Naz ve Simay’ın değil yakın arkadaşlık arkadaş oldukları bile yok, üçlü tatil diye bir olay yok, elden alma yok, üzgün ve mağdur eski sevgili yok! Simay Bülbül’ün mağdur olduğu tek konu,
İtiraf ediyorum; eylül ayını pek sevmemin nedeni dizi sezonunun başlaması, hem takip ettiğim diziler geri dönüyor, hem de fırından yeni çıkmış diziler arasından seçim yapıyorum; kendi çapımda takılıyorum yani!
DİLA HANIM: Erkan Petekkaya ve Hatice Şendil‘li dizi daha ilk bölümüyle sezonun favorilerinden olacağını gösterdi. Fragmanları yayınlanmaya başladığında “Kadir İnanır ve Türkan Şoray gibi etkileyici değiller” demiştim ama karşılaştırma yapmadan sadece yeni prodüksiyona konsantre olunca keyifle izleniyor.
Erkan Petekkaya‘ya ‘bey’ rolü çok yakışmış.. Artık tadı iyice kaçan ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ den ayrılarak doğru bir karar verdi. Bu arada son röportajında “Kadir İnanır taht, ben sandalyeyim” diyerek gönüllerde bir kez daha ‘tahtını’ kurdu Petekkaya. İki günlük şöhretlerin burnu kaf dağındayken; uzun yıllardır kendini ispatlamış çok başarılı bir oyuncu olmasına rağmen, ‘egodan uzak ve ustalara saygılı’ duruşuyla on numara bir sanatçı.
Tek bir sahneye takıldığımı söylemeden geçemem; Dila Hanım hayatında ata ilk kez binip de nasıl dağlara taşlara kendini salıp kusursuz bir şekilde dört nala gidebildi anlaşılır gibi değil! Bu dört nal denen şeyi öğrenmek bayağı zaman
Bülent Ersoy Cahide‘de verdiği konser sonrası, “Yeni nesilden sanatçılar yetişseydi, benim burada ne işim olurdu? Kim bana teklifte bulunurdu? Yeni yetişen sanatçı yok, hâlâ ben şarkı söylüyorum” demiş ama yanlış söylemiş!
Yeni yetişen sanatçı çok da, hâlâ eskiler şarkı söylediği için ve her köşeyi tuttuğu için yenilerin ortaya çıkacak, kendini gösterecek fırsatı olmuyor. Allah aşkına kaç tane eski sanatçı var, yenilere yardım eden, elinden tutup destek olan... Aklıma bir Sezen Aksu geliyor. Halbuki her eski sanatçı 1-2 yetenekli gence destek verse bakın nasıl çıkardı ortaya yeni isimler.
‘American Idol’ yarışmasında Jennifer Lopez’li, Steven Tyler’lı jüri üyeleri yetenekli buldukları gençleri alıp hep birlikte çalıştırıyor, yetiştiriyor ve yüreklendiriyorlar yeni sanatçı adaylarını.
No destek, yess köstek!
Bizdeyse yardım etmeyi bırak, başarıya doyması ve gençlere yol açması gereken sanatçılar, hâlâ müzik listesi yapan DJ’leri arayıp “Neden bu gencin şarkısı birinci sırada da benimki değil?” deme hırsından bile vazgeçmiyor. Arkadaşım bi dur, bi fırsat ver şu yenilere, hadi destek olmuyorsun bari üzerine basmaya kalkma!!
Müzik dünyasını bir
Yabancı şarkıcıların yerli taklitlerini gördükçe ağzımı açıp gözümü yumasım, her birinin teker teker ismini yazıp, birebir kopyaladıkları sanatçılarla yan yana resimlerini koyasım geliyor
Dünya starlarının çakmalarını görmekten içimiz kıyıldı! Peki bu arkadaşlar “Orijinali varken neden beni izlesinler ki?” diye hiç düşünmüyorlar mı?! Hadi taklit ediyorsun, bari kostümünün rengine, püskülüne kadar ‘kopyala-yapıştır’ yapma, di mi ama?!
Bu müzikseverleri aptal yerine koymaktan başka bir şey değil. Sanki onların bildiği yabancı şarkıcıları biz bilmiyoruz, onlar takip ediyor da biz sadece yerli şarkıcılarla sınırlı bir dünyada yaşıyoruz.
Başkası olma kendin ol!
Etrafımızı Jennifer Lopez’ler, Rihanna’lar, Beyonce’ler sardı! Saç aynı, makyaj aynı, kostüm aynı, klip aynı, sahne tavırları aynı... (Tavırlar aynı derken lafın gelişi tabii zira bir ödül töreninde taklitçi bir şarkıcımızı izlerken gülmekten gözümüzden yaşlar gelmişti!)
Rica ediciim birazcık özgün olun artık, ayıptır yahu! Sanat dediğin yaratıcılık ister, gerçek sanatçı da başkalarını kopyalamaz, kendine özgü haliyle fark yaratır.
Spontane gelişen buluşmalar, hep daha keyifli ve eğlenceli olur. Geçen gün yorgunluktan bitap düşmüş bir vaziyette yatarken kankuşum Zeynep, “Hadi sahile gidelim, hava çok güzel” diye aradı. Dört arkadaş buluştuk, kendimizi Caddebostan’a saldık
Anadolu yakası Avrupa tarafından kesinlikle çok daha ‘yaşanılası’ bir yer. Özellikle Caddebostan civarında gezerken kendimi tatilde hissediyorum, sayfiye yeri gibi. Ve sanki bu tarafın insanları hayatın tadını çıkarmayı, güzel yaşamayı daha iyi biliyorlar. 1-2 telefonla arkadaşlar toplanıyor, herkes birbirine yakın oturuyor, o çok özlediğim mahalle hayatı bu yakada hâlâ yaşatılıyor.
Mano Burger süper
Bilmediğim yerde yemek yemekten pek hoşlanmasam da beni inatla Mano Burger’e götürdüler. Aman Allah’ım o nasıl güzel bir hamburgerdir, fındık kadar midemi Mano Burger ve baharatlı patates kızartmasıyla öyle bir doldurdum ki mide fesadı geçirecektim. Yolunuz Caddebostan’a veya Asmalımescit’e düşerse mutlaka deneyin.
Yemek sonrası içeceklerimizi aldık, sahile indik. Caddebostan sahili güzel havalarda cıvıl cıvıl. Bisiklete binenler, paten kayanlar, spor yapanlar, köpeğini gezdirenler, uçurtma uçuranlar... Herkes kendi kafasında keyif
Erkan Petekkaya’yla Hatice Şendil, gerçekten zor bir işin altına girdi. Kadir İnanır ve Türkan Şoray’lı ‘Dilâ Hanım’ın dizi versiyonunda oynuyorlar. Bakalım bu imkansız aşkın yeni kahramanları, bizi eskisi gibi etkilemeyi başaracak mı?
Aylardır beklenen ‘Dilâ Hanım’ dizisi, 14 Eylül’de dizikoliklerle buluşacak. 1978’de çekilen film versiyonundaki unutulmaz ‘zeybek’ sahnesinin yeni hali de fragman olarak ekranda dönmeye başladı.
Kadir İnanır ve Türkan Şoray’lı aynı sahneyi bilenler karşılaştırıyor tabii... Kadir İnanır, zeybek oynarken her hareketi, her bakışı ayrı bir karizmatik, yakışıklılığından bahsetmeye gerek bile yok; izlerken insanın nutku tutuluyor.
Türkan Sultan’a gelince; her bir bakışında ayrı bir anlam var, resmen gözleriyle konuşuyor ve anlatıyor duygularını... Güzellik deseniz, onun gibisi bir daha gelmez. Her ikisi de konuşmadan sadece bakarak birbirlerine olan aşklarını ve o aşkın imkansızlığını hissettiriyor izleyene. Boşuna Türkan Şoray ve Kadir İnanır olunmuyor, onlar yeri doldurulamayacak sanatçılar.
Dilâ Hanım’ın hikayesinde en sevdiğim noktaysa ‘kadınların peşinde sıraya dizildiği bir adamın’ bile gerçekten aşık olduğu zaman başka hiçbir kadınla
Yaz başladı, tatildi, arkadaşlar arası daha çok bronzlaşma yarışıydı, koşturmacaydı, yaz bitiyor, bayramdı, seyrandı derken göz açıp kapayana kadar Eylül’ü bulduk yine. Geriye sadece 3-5 anı kaldı ve ben bunların en afililerini tabii ki anlatmadan geçemem
‘Kızlar’ tatilimizin ilk gecesi Bodrum’un en gözde mekanlarından ‘Club 29’a gittik. Türkbükü Maki Otel’de, deniz kenarında bulunan 29’daki yemekleri anlatamam, tatmanız lazım! Ördeğinden karidesine, salatasından köftesine her şey muazzam lezzetli; şefe selamlar! Yemek sonrası kulüp bölümündeki harika müziklerle coşmaya başladık.
Ben dansa kendimi kaptırmış kıvırtadurayım; bir de baktım masamıza bir erkek musallat olmuş ve bir arkadaşımla ille de konuşmaya çalışıyor. Yaşı da ben diyeyim 18 siz diyin 20; daha fazlası yok! Nazik bir şekilde kız kıza eğlenmek istediğimizi, üstelik kendisinin henüz bir bebe olduğunu belirttikten sonra minik arkadaştan masadan kalkmasını rica ettim. Aman etmez olaydım!
“Senin kafanı kırarım!”
Hemen masasına geri döndü ve eliyle koluyla işaret ederek beni masanın ağır abisine (pardon bebesine) şikayet etti. Ağır bebeye yaklaşıp “Bir sorun mu var? Neden beni göstererek konuşuyorsunuz bi