Kızlar dikkaaat! Siz aşka meşke, duygularınıza takılıp kalmışken, karşınızdaki adamın tek derdi egosunu tatmin etmek olabilir
Televizyon keyfi yaptığım bir gece Ashley Judd ve bakmalara doyulmaz Hugh Jackman’ın oynadığı ‘Bazıları Çabuk Bıkar /Someone Like you’ filmine takıldım.
Başrol karakterimiz her şey yolunda zannederken erkek arkadaşı tarafından bir anda terk edilince aptala dönüyor. Terk eden sevgili daha sonra sürekli olarak arayı düzeltmeye çalışıyor, kızı tam yumuşatınca yine ortadan kayboluyor. Ve son olarak “Yılbaşı gecesini birlikte geçirebilir miyiz?” diye dil döktüğü kız yelkenleri suya indiriyor, o gece heyecanla hazırlanıyor, süsleniyor; tabii ki yeni yıla yapayalnız giriyor!
İnanın hemen hemen aynı deneyimi yaşadım. Eski sevgilim uzunca bir zaman benimle bir araya gelmek için dil döküp, buluşmayı kabul edince son anda ortadan yok oluyordu. Ve bu oyuna kaç kez geldim Allah bilir! Kadın kısmı sevdiği adama ne olursa olsun inanmak ister malum, “Bu kez beni üzmeyecek” diye düşünür.
Hayat mucizelerle dolu
Ama maalesef işin aslı böyle değil. Bazı erkeklerdeki ego manyaklığını Allah düşmanıma yaşatmasın! Bütün istedikleri kendilerini seven kadının
‘Şarkıcı’ sıfatını gerçekten hak edenlerden olduğu, sempatisini ve alçakgönüllü halini hepkoruduğu için...
1. İlk çıktığı günden bugüne düzgün duruşunu ‘bir kere olsun’ bozmadığı, çok iyi bildiğimiz bazı isimlerin aksine özel hayatı ve ucuz polemiklerle magazini kullanmak yerine; sadece sanatıyla var olup yükseldiği için..
2. Yorumunu ve kendini her yeni albümüyle daha da geliştirdiği ve yerinde saymadığı, sadece konuşma tonunda şarkı söyleyip; teknolojinin nimetleriyle sesi varmış gibi göstererek canlı sesini duyduğumuzda bizi şoka uğratanlardan olmadığı, ‘şarkıcı’ sıfatını gerçekten hak edenlerden olduğu için..
3. Soyunup dökünerek değil; bakışları ve tavırlarıyla masum bir seksapeli olduğu için.
4. Yeni şarkısını dinleyen ve klibini izleyenlere; ‘İşte kalite budur’ hissini verdiği için.
5. Gencecik yaşında Türkiye’nin parmakla gösterilen kadın popçularından biri olmasına rağmen asla şımarmadığı, sempatisini ve alçakgönüllü halini hep koruduğu için.
‘Evim Sensin’de Özcan Deniz hem yönetmen, hem de oyuncu olarak tabiri caizse ‘döktürmüş’
Eve geldiğimde filmden çıkalı üç saat geçmişti ve ben hâlâ ara ara ağlamaya devam ediyordum. Ama bahsettiğim öyle gözden yaş süzülmesi değil; bayağı katıla katıla, bağırarak ağlamak.. Film sırasında sesli ağlayıp rezil olmayayım diye o kadar kasılmışım ki, çıkıp da kendimi arabaya attığımda, motoru çalıştırmadan önce yarım saat kadar böğürerek ağladım!
Filmden sonra bir arkadaşımla değerlendirme yaparken fark ettik ki; ilk defa bir filmde ‘kendimizden bir şey bulduğumuz’ için değil; sadece ve sadece ‘filmdeki karakterlerin hikayesi’ için ağlamışız! Ve izleyene bunu verebilmek her baba yiğidin harcı değil!
‘Evim Sensin’ duygusallara yasaklanmalı!
‘Evim Sensin’den bahsediyorum arkadaşlar; yok efendim senaryosu Güney Kore filminden alınmış, yok orijinal versiyonu daha güzelmiş, yok Fahriye Evcen’in tavırları çok şımarıkmış vesaire vesaire şeklinde eleştiri yağmuruna tutulmuş olsa da; filmi izleyip de etkilenmeyecek adamın alnını karışlarım! Ha “Bende duygu yok, tek derdim kötüleyecek bir şeyler bulmak” diyen varsa onu bilemem tabii!
Kendi yapımlarımızın başarılı ve güzel
Engin Akın’ın yeni yemek kitabı ‘Çadırdan Saraya Osmanlı-Türk Mutfağı’nı görünce içimde bastırılamaz bir yemek yapma isteği uyandı! Sadece yemek tariflerinden oluşan bir kitap değil bu; okuru Türk yemeklerinin tarihine doğru kapsamlı ve keyifli bir yolculuğa çıkarıyor
Ne büyük şans ki her gün güzel yemekler yapılan bir evde büyüdüm. Antakyalı olan rahmetli anneanneciğimin muhteşem yemekleri bizim sülalede pek meşhurdu. Anneannem başta zengin Antakya mutfağı olmak üzere bütün Türk yemeklerini harika yapardı. Annem deseniz aynı yetenek onda da var, arkadaşlarım sadece onun yemeklerini yemek için bize gelirler.
Kardeşim Kuki kendisine de sirayet eden bu özelliği profesyonelliğe döküp hayatını mutfaktan kazanmaya başladı; minik şefimiz bir yemekler yapıyor yeme de yanında yat!
Bana gelince; tek başıma yaşamaya kalksam ya fast food yemekten dubaya dönerim, ya da açlıktan ruhumu teslim ederim yeminle! O derece alakam yok mutfakla, bizimkiler yapsın ben yiyeyim, bütün olayım o.
“Tarihe doğru kapsamlı ve keyifli bir yolculuk”
Yılmaz Özdil’in kitap haline getirdiği köşe yazılarından uyarlanan ‘İsim, Şehir, Hayvan’ oyununun; İstanbul’a geldiğini duyunca ben diyeyim koşarak, siz deyin uçarak soluğu Tiyatro İstanbul’da aldım
Ülke politikalarının inceden ti’ye alındığı, seyirciyi önce güldüren sonra da “Hakikaten ya, niye bizim memlekette bu böyle?” diye düşündüren oyunlara başka ülkelerde sıkça rastlansa da bizde pek yapılmıyor. Nedense?!!
Ama bu kez Saygın Delibaş ve Fethi Kantarcı, esprili eleştirinin duayeni Yılmaz Özdil’in yazılarını oyunlaştırmış (ki köşe yazılarının satır aralarından oyun yaratmak çok zor olsa gerek), büyük usta Metin Serezli yönetmiş, Gencay Gürün genel sanat yönetmenliğini yapmış ve birbirinden başarılı tiyatrocularla ortaya izlemeye doyulmayan bir oyun çıkmış. Zaten böylesine özel isimlerin bir araya geldiği bir ekipten ancak en iyisi çıkar.
Bu oyunu sakın kaçırmayın!
Yerim olsa oyuncuların ismini tek tek yazardım çünkü her biri ayrı yıldızlaşıyorlar sahnede. Usta tiyatrocular Nusret Çetinel ve Sabri Özmener başta olmak üzere hepsi bizi gülmekten resmen kırıp geçirdiler!
Her biri yorucu performans gerektiren skeçlerin çoğunda sahnede olan Özmener’in, biraz dinlenip
Beyoğlu’ndaki 45’lik Bar’ı arkadaşlarımdan hep duyardım ama 17 yıllık mekana gitmek daha dün gece kısmet oldu. Kapısından girdiğiniz anda nostaljik bir dünyada buluyorsunuz kendinizi
Burada güncel pop müzik şarkıları kesinlikle çalınmıyor. 60, 70, 80’ler, çok nadiren de 90’lardan şarkılar çalıyorlar. 45’lik’in sahibi Fuat Akyol, bunun sebebini “Yeni şarkılarda eskilerin tadını, ruhunu hissedemiyorum, şimdiki şarkıcılar müziğe duygu vermeyi düşünmek yerine nasıl ‘patlayacaklarını’ düşünüyorlar” diyerek açıklıyor.
Daha geçenlerde aynı şeyi düşünmüştüm, eski Türkçe pop şarkılarının duygusu, ruhu, sözleri, müziği bugünkülerden çok farklı...
“Peki eski şarkıların cover’larını çalıyor musunuz?” diye soruyorum; malum son yıllarda herkes alıyor eskilerden güzel bir şarkıyı; güncel bir düzenlemeyle tekrar önümüze sürüyor. Akyol‘un sürüsüne bereket cover şarkıdan bir tane favorisi varmış; o da Zeliha Sunal‘ın söylediği “Evet mi Hayır mı?”... “Onun dışındakilerde yine duygu eksik; orjinallerinin verdiği keyif yok” diyor.
Bayramım bol kahkaha, eğlence ve neşe içinde geçti, umarım sizinki de öyle geçmiştir. Bayram boyunca bizde kalan aile dostlarımızla her gün ayrı bir macera ve komedi yaşadık. Zaten bizim ailenin olduğu yerde bu saydıklarımın ikisi de eksik olmaz!
Bizimkiler kendilerini dövdürdü!
Efendim cumartesi günü kahvaltı masasında muhabbet ederken konu döndü dolaştı dövme yaptırmaya geldi. Beşinci dövmesini geçenlerde yaptırmış bir dövme aşığı olarak bizimkilere gazı bir verdim ki yaklaşık bir saat sonra maaile şaheser dövmelerin mimarı Sonat Gökdel‘in stüdyosu ‘Diagon Tattoo’daydık!
Annem, çocukluk arkadaşı çılgın Akil ve kızı Birce dövme yaptırmak üzere sıraya girdiler. Birce’ye lafım yok ama annemle Akil Abi’nin Sonat’ı epey yoracağını biliyordum! Birkaç saat sonra stüdyodan ayrılırken o dünya karizmatiği ve cool’u Sonat’ın omuzları öne düşmüş, beti benzi atmıştı! Emekliye ayrılsa yeriydi öyle söyleyeyim!
‘Uskumru’ ve ‘Lacivert’
Cumartesi akşamı balık yediğimiz Kanlıca’daki Uskumru Balık Restoranı’nı ve ertesi sabah pazar kahvaltısına gittiğimiz Uskumru’nun yan komşusu Lacivert’i henüz gitmeyen herkese tavsiye ediyorum. Denizin adeta içinde oturarak, muhteşem Boğaz
Birkaç günlük Prag tatilimde Çeklerden çok Türk gördüm. İyi ki canım milletim Prag sokaklarını doldurmuş. Zira yerel halk asap bozacak derecede soğuk ve suratsızdı. Turistlere Çeklerden daha kötü davranan bir millet hiç görmedim
Prag tatilimi bitirdim döndüm dostlar. Bayramda boş kalan İstanbul’u çok seviyorum, birkaç gün de kendi şehrimizin tadını çıkaracağım. Bu arada şehir boş ama bizim evde curcuna var. Bu bayram yatılı misafirlerimiz var evde, İtalyan aileleri gibi kalabalık ve eğlenceliyiz..
Prag’a her şeyden kaçmak için kendimi attığımı söylemiştim ama inanın İstanbul’dan farkı yoktu. Çeklerden çok Türk vardı şehirde yeminle! Oturduğu-muz kafede arkadaşımla derin muhabbete dalmışken yan masadaki amcanın “Sırlarınızı konuşmayın burada herkes Türk” demesi, yolda birine sinirlenip “Salak” diyen bir başka arkadaşıma adamın dönüp “Sensin salak” diye cevap vermesi, her köşede Türkçe anlatım yapan tur rehberleri olması derken kendimizi evimizde gibi hissettik adeta!
İyi ki canım milletim Prag sokaklarını doldurmuştu, zira yerel halk asap bozacak derecede soğuk ve suratsızdı. Turistlere Çeklerden daha kötü davranan bir millet hiç görmedim. Sanırsın ki kendilerine para