Resmi verilere göre 300 küsür, Somalılara sorarsanız daha da fazla can kaybetmişiz. Kimilerinin birkaç dakikada harcadığı parayı kazanmak için bir ay boyunca yerin kat kat altında can güvenliği olmadan çalışan, her sabah evdekilerden helallik alıp çıkan yüzlerce maden emekçisinin ardından babasız çocuklar, kocasız kadınlar, evlatsız analar kalmış. En büyük ve tarifsiz acı onların ama bu milletin duyarlı milyonlarca insanı da kendi içinde üzüntüsünü yaşıyor.
Yaraları kapanmayacak kadar büyük bir
felaket yaşandı.
Ama maşallah bakıyorum da magazin dünyası bu acı olaydan bile kendine malzeme çıkarmakta hiç güçlük çekmedi. Şu gazeteci Soma yazısını Bodrum’dan yazdı, bu sunucunun kocası herkese küfür etti, o oyuncu “Soma’dakiler ünlü görünce acıları mı hafifleyecek” dedi (Ki acıları hafiflemese bile sevdikleri sanatçıları görmek ufacık da olsa bir moral kaynağı olur elbette), bilmem kim ünlü “Hayatını kaybedenlere destek!” (o nasıl olacaksa) için siyah fiyonklu kolye taktı!...
Soma da magazin malzemesi olmasın bir zahmet, bu kadarı çok fazla!
‘Kim şık, kim rüküş’ tadında bir ‘Kim samimi, kim oynuyor’ polemiği başladı magazinde... Bazıları günah keçisi ilan edildi.
İki akşam önce evin kapısından çıktığımda hava çok hafif bir esintiyle o kadar ferahlatıcı geldi ki, tüm o tertemiz havayı içime çekerek derin bir nefes aldım.
Tam o saniyede gözümün önüne o karalar karası lanet madende korkunç şekilde hayatını kaybeden yüzlerce emekçimiz geldi.
Hayatlarının her günü canları pahasına ter dökerken akla gelmeyen yüzlerce insanımız... O an aldığım derin nefesten duyduğum suçluluğu size kelimelerle anlatmama imkan yok. Hayatımda ilk defa nefes aldığıma utanır halde, gözlerimden yaşlar oluk oluk aktı.
Son birkaç gündür haykırmak, isyan etmek ve çok afedersiniz ama ağız dolusu küfür etmek istediğim şeylerin çokluğu, boğazımda koca bir düğüm olup beni sessizliğe gömüyor. İki kuruş ekmek parasının, ailesini geçindirmenin, ay sonunu getirmenin, kredi borçlarını ödemenin derdinde, hayat mücadelesinin belki de en zorunu, en ağırını ve tehlikelisini veren yüzlerce insanımız yok olup gittiler. Şimdi isyan etsek kaç yazar, bağırsak, çıldırsak kaç yazar?
GEÇ KALAN ADIMLAR
Televizyonda geçen bir altyazıda bir bakanın sözleri akıyor: “Bu tür kazalar olmaması için gereken adımlar atılacaktır.”
Eurovision’u açık ara farkla kazanan Avusturyalı ‘sakallı kadın’, son günlerde herkesin dilinde... Dalga geçenlerin haddi hesabı yok haliyle, bizde de “Bu yaratık bir kıyamet alameti” diyenden “İyi ki Eurovision’a katılmamışız, rezillik” diyene kadar her telden çalanı mevcut.
Birkaç hafta önce Conchita Wurst’ü ilk gördüğümde bana da kısa süreli bir inme indi kabul ediyorum! Kadın kılığına girmiş bir erkek olmasından değil (Hatta sakallar olmasa güzellikte ve zerafette çok kişiyi sollar valla!) ama sakalları göz zevkimi fena bozdu! Önce “Manyağa bak” dedim içimden, önyargıma tekmeyi basıp araştırmaya başlayınca ise etkilendim ne yalan söyleyeyim!
“Çocukluğumdan itibaren hep dışlandım ve kabul görmek için olmadığım biri gibi
davranmaya çalıştım. Yıllar içinde bunun da işe yaramadığını görünce uyum sağlamak için çırpınmaktan vazgeçip istediğim şey olmaya karar verdim, hala beni kabullenmeyen çok kişi var ama böyle çok rahat ve mutluyum” diyor.
GÖRÜNTÜYÜ GEÇ, İNSAN OL YETER!
Onun bu herkesi şoke edecek kadar sıradışı olan görüntüyü seçmesinin ardında vermek istediği bir mesajı var: “İnsanlar istediği gibi görünebilmeli ve yaşayabilmeli, önemli olan nereden geldiğimiz,
Aslında her dönem şahit olduğumuz bir kabus bu ama özellikle son zamanlarda kadın ve çocuğa karşı şiddet, işlenen cinayetler feci halde ayyuka çıktı.
Cezaların artırılması için uğraşılan, toplum vicdanını yerlerde sürükleyen böylesi bir zamanda iki karısını katledip “Kader kurbanıyım” diye gevrek gevrek konuşan bir caniyi ekrana çıkarmak da neyin kafası?
Aklınızı mı kaçırdınız siz?
Katillere ve katil ruhlulara “Cezamı çeker, sonra geniş geniş televizyona çıkarım” rahatlığını vermek ne demek?
Adam çıkmış evlilik programına “İki karımı öldürdüm, akıllandım, yeni eş istiyorum” diyor. “Gıcık kapmış, elinden kaza çıkmış ama yalanı yokmuş dobraymış” kendisi! Gözünü sevdiğimin adalet sistemine bak ki, iki kadını katleden bu canavar hapiste çürümesi gerekirken (hatta Bakan Ayşenur İslam‘ın dediği gibi idam edilmeli bunlar) elini kolunu sallaya sallaya geziyor! O da yetmiyor, fütursuzca evlilik programına katılıp bunları anlatma rahatlığını yaşıyor. Bu fırsat ona veriliyor! Hani her türlü rezilliğe alıştırıldık artık ama bu kadarı olacak iş değil!
Şoka giren sunucu da katilin iddialarını dinleyip “Karşı tarafa cevap hakkı doğuyor” diyor. Yahu hangi cevap hakkı??Kadınlar
Cameron Diaz’a ve oynadığı romantik komedi filmlerine oldum olası bayılırım. İşte bu yüzden yeni filmi 'The Other Woman/Öteki Kadın' geldiği gibi gidip izledim.
Eğlence yine gırla gidiyor!
Diaz'a, Leslie Mann ve iri sayılacak kadar dolgun hatlarıyla, alıştırıldığımız sıska model tipinden çok farklı olmasına rağmen dünyanın en beğenilen kadınları arasına girmiş Kate Upton'ın eşlik ettiği 'Öteki Kadın', adından da anlaşılacağı üzere; iflah olmaz derecede çapkın bir adamın (Ben aslında çapkından başka sıfatlar koyuyorum buraya ama neyse! Anladınız siz) aynı anda idare ettiği biri karısı, üç kadınla yaşadıklarını anlatıyor. Bu üç kadın bir araya geliyor ve adamı çapkınlık yaptığına yapacağına pişman ediyorlar.
İzlemesi pek keyifli zira günümüzde filmdekiyle aynı kalemde adamcıklar o kadar çok ki, elinizi nereye sallasanız çapkına, şuursuza çarpıyor!
Özellikle büyük şehirlerde, kadınlar tarafından manasızca şımartılan ve her yaptığına "Eyvallah" denen, bu sebeple de karşısına çıkan her kadına aynı saygısızlıkları, pislikleri yapıp kabul göreceğine inanan erkekleri hatırlattığı için; filmin 'adamı mahvetme' bölümünde kadınların çok eğleneceğine eminim!
Eğer siz de benim
Aylardır beklediğim ‘Notre Dame de Paris’ müzikalini izlemek üzere Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nin merdivenlerinden koşar adım inerken ‘hayatım boyunca beni en çok etkileyen’ melodiyi duydum. Her zamanki gibi tüylerim ürperdi, ayaklarım yerden kesilecek gibi oldu; Andrew Lloyd Webber'ın efsane müzikali ‘Operadaki Hayalet’in müziği çalıyordu PSM girişinde...
Bugüne kadar onlarca defa izlediğim, bitmeyen bir aşkla bağlı olduğum müzikalin İstanbul’a geleceğini öğrendiğimde yaşadığım şoku ve mutluluğu anlatamam! Vallahi gözüm açık gitmez artık! (Tamam anne böyle laflar etmeme kızıyorsun ama heyecan patlaması yaşıyorum, idare ediver!) Zorlu PSM, dünya çapındaki müzikalleri ayağımıza getirmeye başladığında hep; “Operadaki Hayalet’i de getirseler keşke ama o komplike dekorlar buraya kurulamaz ki” diye düşünüyordum.
Meğer Zorlu PSM için imkansız diye bir şey yokmuş! Türkiye’yi dünyanın en önemli müzik ve sanat gösterileriyle buluşturuyorlar, eskiden hayalini kuramadığımız işlere imza atıyorlar, helal olsun!
Ekim’de sahnelenecek olan ‘Beauty and the Beast’in ve 2015 Nisan’da gelecek olan ‘Operadaki Hayalet’in biletleri şimdiden satışa sunulmuş. Ne yapın edin, mutlaka izlenmesi
THY’nin köylü çocukları oynattığı yeni reklam filminden geçen yazımda bahsetmiş ve ne kadar etkilendiğimi, defalarca izleyip, her defasında duygulanarak ağladığımı anlatmıştım.
İzledikçe başka başka şeyler dikkatimi çekmeye başladı tabii.. Mesela köylü çocukların parmak ısırtacak oyunculuk yetenekleri...
(Pilotun yakışıklılığı da dikkatimi çekmedi desem, yalan olur bu arada!) Köylerde bu reklamda oynayanlar gibi kimbilir daha ne kadar çocuk var... Ve çoğu da hiçbir zaman kendilerini gösterecek bir şans bulamayacak, öylece bir köşede yaşayıp gidecek. Reklamda uçağa selam çakan minik büyüyünce babası gibi çoban olacak, küçük kızı yakında evlendirecekler ve çocuk gelin olacak belki de kimbilir!
Halbuki bu güzel, bu yetenekli, bu hevesli çocukların gözlerindeki pırıltının devam etmesini sağlamak, onları kalkındırmak lazım...
Bazılarının çocukları milyon dolarlarla oynarken, bu çocukların bir köşede atılı ve ilgisiz kalmasına yürek dayanmıyor. Milyonlarca ilkel hayat yaşayan çocuk var memlekette, onların eğitilmesi, güzel birer geleceğe sahip olması için kullanılması gereken zaman kavga dövüşle harcanıyor, yazık!
Pilot olmak isteyen köylü çocuğun bunu başarması için eğitim
Hayatın akışı içinde kendimizi ne saçma sapan şeylerle üzüyoruz, ne olmadık hikayelere kafamızı takıp günlerce, haftalarca kendi kendimizi yiyoruz ve kendimize yok yere zarar veriyoruz...
Halbuki bu hafta hayatımdaki en kıymetlilerimden birinin rahatsızlanmasıyla hastanede geçirdiğim iki gün boyunca her saniye anladım ki; bu hayatta sağlıktan, sevdiklerimizin sapasağlam yanımızda olmasından daha önemli hiçbir şey yok. Her şeyin bir çaresi bulunur, bulunmazsa ilacı zaman olur, kendimizin ve değer verdiklerimizin sağlığı yerinde olsun da gerisi hikaye!
Hastane ortamında geçen iki gün bile zor geldi bana, üzerime bir ağırlık çöktü, duvarlar üstüme üstüme geldi. Böyle hissederken, Nejat İşler’in aylarca ‘hastane kapısından burnunu uzatma şansı olmadan tedavi gördükten’ sonra dışarı ilk çıkışının fotoğraflarını gördüm gazetelerde...
BİR SOHBETE ŞÜKRETMEK LAZIM
Kilo almış, sağ elinin parmakları mordan öte siyah olmuş, yakışıklılığına bakakaldığımız adam epey değişmiş... Ama bunlar onun umurunda değil (bizim de değil, o iyi olsun da), gözlerinin içi gülüyor, mutlulukla zafer işareti yapıyor.
Çünkü biliyor ki dış görünüşün falan hiçbir kıymeti yok, nasıl olsa zayıflar,