David Letterman’ın programını izlerken bizim talkshow programlarımızda görmeye alışkın olmadığımız bir özelliğe uyandım. Adam konuklarına çok iyi davranıyor! Karşısındaki konuğun dünyanın en ünlü yıldızlarından biri olması ya da adı duyulmamış yeni bir isim olması hiç fark etmiyor. Misafiri olan kişiyi büyük bir saygı ve övgü dolu sözlerle yüceltiyor, kendini iyi hissetmesini sağlıyor. Bir de bize bakalım!
Henüz kariyerinin başında olan veya yüzü fazla tanınmayan konuklar genelde ‘program dekoru’ muamelesi görüyor. Programcı sanki lütfedip çıkarmış gibi tepeden bakıp, fazla yüz vermiyor. (Aman kendini değerli hissetmesin!) Bu kategorideki program konukları şansa 1-2 cümle edebilirse ne âlâ! Çoğu zaman sohbet sırası gelmiyor, bazı konuklar göklere çıkarılırken diğerleri hiç umursanmıyor.
Konuk aşağılama geleneği bozulsun artık!
David Letterman şarkısını söyledikten sonra yerine geçen konuğuna teşekkür edip gurur verici sözler söyleyerek onu onore ediyor. Burada şarkısını bitiren sanatçıya teşekkür edilmez! Sanki o şarkı hiç söylenmemiş gibi başka konuğa dönüp başka muhabbete geçmek moda bizde! Sanatçı orada ‘tek kare mosmor’ kalsın, tebrik etmek, birkaç güzel söz söylemek günah sanki!
Halbuki ev sahibi konumundaki programcılar konuklarını en iyi şekilde ağırlamak zorunda. Burun kıvıracaksan, kıymet vermeyeceksen hiç çıkarma kardeşim! Çıkarıyorsan da ev sahipliğini yap! Değer ve saygı görmek her konuğun hakkı, yeni sezonda artık bu kafadan çıkıp büyüyün! Gözümüzde büyüyün! Profesyonellik giderek ‘ustalaşmayı ve kompleks duymadan yüceltebilmeyi’ gerektirir.
Konuğun konuğa yaptıkları!
Jay Leno’nun programını izlerken de, bu kez konukların birbirine olan saygısı dikkatimi çekti. Bizde ‘birbirini adam yerine koyana’ zor rastlanır. Daha ünlü olan konuk, programcıdan da gazı aldığı için diğerlerine hava basar durur, yüzlerine bile bakmaz. Bunu yapan o kadar çok kişi var ki, saymaya başlasam yazı bitmeyecek!
Hayalet’ten ev ödevi
David Letterman ve Jay Leno izlenecek, sunucu-konuk, konuk-konuk ilişkileri hizaya sokulacak!
BU DA ŞANSSIZ MASA!
Geçen gün İstinye Park’taki Masa restorana gittik, biraz soluklanalım açık havada keyifli bir şeyler yiyip içelim dedik. İçmek mi dedim ben?! Köşe yazarı arkadaşımı en son garsona “Allah aşkına hiç değilse bir bardak su verin, kuruduk!” derken gördüm! Tamam iftar saati yoğun olabilir, ama sahura kadar da bekleyemeyiz değil mi?
İçecekler için beklediğimiz yarım
saatin sonunda (yemin ederim abartmıyorum) arkadaşım şefe gitti ve durumu anlatarak bir de ufak “Ben gazeteciyim bu arada haberiniz olsun” cümlesi sıkıştırıp döndü. Yaklaşık bir dakika sonra masamız istemediğimiz kadar içecekle doldu, garsonun bize gösterdiği ilgi ve nezakete inanamazsınız! Yani her müşterinin hak ettiği özeni görebilmek için gazeteci mi olmak lazım? Masa gerçekten çok güzel bir mekan. Zaten her daim kalabalık, popülerlikte son noktada! Ama müşteri sayısı bu derece yüksek yerlerin “Amaaan nasıl olsa öyle de böyle de kalabalık, biri gider biri gelir” mantığı yerine, daha da özenli ve dikkatli olmaları lazım.