Demokrasi eski Yunanca demos ile kratos kelimelerinin birleşmesinden meydana gelir.
Demos “halk”, kratos “yönetim, güç” demektir.
Demokrasiden önce, kent devletlerinden meydana gelen Eski Yunan’ı tiranlar yönetiyordu. Halk tiranların baskıcı yönetiminden bıktı ve onları teker teker devirdi.
Atina tiranının yollanmasından sonra yapılan bir halk toplantısında Kleistenes, önemli kararların kentin yetişkin erkeklerinin katılacağı toplantılarda alınmasını önerdi. Önerisi kabul edildi ve insanların bugüne kadar bulduğu en iyi yönetim şekli olan demokrasinin ilk uygulaması başladı. Milattan 500 yıl kadar önceydi.
Demokrasi onu dejenere veya alaşağı etmek isteyebilecek tiran kalıntılarından, despotluk meraklılarından ve kavgacı politikacılardan nasıl korunacaktı?
Kleistenes onun da çaresini buldu: ostrakismos yani sürgün.
Atina’da zengin-fakir, asil-sıradan her vatandaş (kadınlar ve köleler hariç) bir oya sahipti. Önemli kararları almak için her yıl on toplantı yapılırdı. Bu toplantıların altıncısında vatandaşlara kentteki herhangi birinin
Siemens’i konu alan rüşvet iddialarına ilişkin skandalın Türkiye uzantısındaki aktörleri ortaya çıkarmak için yapılacak şey basittir.
Yunanistan örneğini izlemek.
Yunanistan’ın en büyük telefon şirketi OTE, Siemens aleyhinde Münih’te dava açtı. OTE, Siemens’ten, Yunanistan’ın telekom altyapısını modernleştirmek için 1 milyar euro’luk makine ve ekipman almıştı. Bilahare, bunlara değerinin çok üstünde para ödendiği ortaya çıktı.
Yunan savcıları 1977’de yapılan satışı bağlamak için Siemens’in OTE yöneticilerine 75 milyon euro ödediği iddialarını araştırıyor.
Başbakan sahip çıktı
OTE, mahkemeden, Siemens’in Yunanistan’da dağıttığı iddia edilen rüşvetlerle ilgili iç araştırma sonuçlarının kendisine verilmesi için bir karar çıkartmasını istiyor. Bunları alınca Siemens aleyhine tazminat davası açacak.
Yargı da konuyu ele aldı. Atina savcılığı Münih’e adam göndererek Siemens rüşvet skandalından sonra açığa alınan ve itirafta bulunan eski
Siemens belki de Türkiye’de faaliyet gösteren en eski kuruluştur. Cirosu 106 milyar doları aşan, 400 bin civarında çalışanı olan şirket 19’uncu yüzyılın ortalarından beri Türkiye’de faaliyet gösteriyor.
Türkiye’ye ilk adımını 1800’lü yılların ortalarında Osmanlı İmparatorluğu için telgraf sistemi kurmak için geldiğinde attı. O gün bu gündür burada ve büyüyor.
1992-1998 yıllarında Türkiye Siemens’e patronluk yapan Christoph Urban bir mülakat esnasında bana “kriz ve darbeler dahil” Siemens’in Türkiye’de hiç zarar etmediğini söylemişti. Siemens’in Türkiye’de çok para kazandığına kuşkum yok.
Borç ödeme zamanı
Şimdi, Siemens’in Türkiye’ye borcunu ödeme zamanıdır. Bunu rüşvet skandalının Türkiye bacağını aydınlatarak yapmalıdır. Siemens Türkiye’de ihale almak için rüşvet verdi mi? Rüşveti kimler verdi? Kimler aldı?
Bu soruların cevabını araştırmak için yeterli gerekçe var.
Almanya’da patlak veren Siemens rüşvet skandalında ortaya saçılan bilgiler Türkiye dahil denizaşırı ülkelerde ihale almak için rüşvet vermenin yakın zamana kadar Siemens’te rutin bir uygulama olduğunu ortaya çıkardı.
Siemens’te üst düzey bir görevde iken rüşvet bağlantılı olarak gözlatına alınan Michael Kutschenreuter (Küşenroyter okunuyor) savcıya verdiği ifadede, rüşvet için, “Bu (Siemens’te) tümüyle sıradandı ve kimse için sır değildi” dedi.
Kutschenreuter’in avukatının anlatımıyla Siemens’te “Belki temizlikçi kadın hariç, herkes yasadışı provizyon (rüşvet) ödendiğini biliyordu.”
Şüpheli ödemeler
Kutschenreuter’in anlattığına göre, herhangi bir ihalede rüşvet için el sıkışıldıktan sonra tespit edilen meblağ Siemens tarafından o ihalenin maliyet hesaplarındaki “özel pazarlama giderleri” kalemine ilave ediliyordu.
Sonuçta, rüşveti Siemens değil Siemens’ten mal alan ülke veya şirket ödüyordu.
“Almanya’da Siemens’in bazı yönetim kurulu üyelerinin katıldığı bir toplantıda Türkiye’de askeri bir ihaleyi kapatmak için rüşvet verme kararı alındı.
Rüşvet işini düzenlemesi için bir aracıyla anlaşmaya varıldı.
Ordunun iletişim altyapısını modernize etmek için yapılan ihaleyi 150 milyon euro bedelle Siemens aldı.”
Yukarıdaki iddiaları Siemens telekom bölümünün eski finans direktörü Michael Kuschenreuter’in (Küşenroyter okunuyor) 7 Aralık 2006’da Münih’te savcılığa verdiği ifade metninden aldım.
Kuschenreuter Siemens’te patlak veren büyük rüşvet skandalının ardından Kasım 2006’da gözaltına alındı. Bir ay kadar hapis yattıktan sonra bildiklerini gönüllü olarak savcıya anlatmaya karar verdi. Konuştuktan sonra, Noel’de serbest bırakıldı.
Şahit olunan olaylar
Ve insan tek başına oturdu. Hüzne boğulmuş bir halde. Bütün hayvanlar etrafına toplandılar ve dediler ki: “Seni böyle üzgün görmek hoşumuza gitmiyor. Bizden ne dilersen gerçek olacak.”
İnsan dedi ki: “Daha iyi görmek istiyorum.”
Akbaba şöyle yanıtladı: “Benim görme gücümü alacaksın.”
İnsan dedi ki: “Güçlü olmak istiyorum.”
Jaguar dedi ki: “Benim gibi güçlü olacaksın.”
Sonra insan dedi ki: “Yeryüzünün sırlarını bilmek istiyorum.”
Yılan yanıt verdi: “Ben sana gösteririm.”
Neden olimpiyatlarda daha çok madalya kazanmıyoruz? Neden başka ülkeler, Başbakan’ın deyimiyle, madalyaları “süpürüyor?”
Hangi ülkenin kaç madalya kazanacağını tayin eden nedir?
Andrew Bernard ve Meghan Busse adlı iki Amerikalı ekonomist bu soruların cevabını araştırdı. Elde ettikleri sonuçları aşağıda özetliyorum. İngilizce bilenler raporun tamamını milliyet.com.tr’deki yazımın altında bulabilirler.
Hangi ülkenin kaç madalya alacağını tahmin etmek için genellikle kullanılan yöntem şudur.
Her spor dalı ve o dalda rekabet eden atletler teker teker analiz edilir ve performanslarına göre tahmin yapılır. Bu hesaptan, en yetenekli, en yüksek performansa sahip atletlere sahip ülkelerin en çok madalyayı toplayacağı sonucu ortaya çıkar.
Ama her yarışta, sonucu etkileyen rasgele faktörler vardır. Atletler sakatlanır, hastalanır, yarış günü keyifsiz olur, şansı yaver gitmez, regl olur, rüzgâra karşı koşmak zorunda kalır, vs. Bu faktörler her zaman devrededir ve tahminleri yanlış çıkarır. Nüfus
Bilgisayarın önünde oturmuş, ekrandan yayılan radyasyonda hafif hafif kebap olarak ne yazacağımı düşünürken, telefon çaldı.
"Bilgisayarın önünde oturmuş ekrandan yayılan radyasyonda hafif hafif kebap olacağına, havuza gel." Havuz Perisi Hayrünissa'nın sesi.
Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler gelirdim ama ağustosböceği gibi bütün yaz şarkı söyledim. Şimdi, hayatımın sonbaharında, işte böyle bilgisayarın önünde oturmuş ekrandan yayılan radyasyonda hafif hafif keb...
"Tamam, tamam. Yirmi dakika sonra burada ol. Limonatanı ısmarlıyorum."
Geçen defa havuzda sigaranı elimde söndürdüğünü unutmadım, dedim.
"İdealimdeki adamı bulduktan sonra dünyaya getireceğim çocukları beslemek için Tanrı'nın bana verdiği uzuvlarıma dokunmaya kalkışmazsan ben de senin eline sigaramın ucuyla dokunmam" dedi ve telefonu kapattı.
Gırrrrr!