Üzerinde fikir birliği olan bir konu var. Blair'in en büyük başarılarından birinin İngiliz Merkez Bankası'na bağımsızlık vermesi. Bank of England'ın görevlerini siyasi müdahaleden bağımsız olarak yapması için kendi isteğiyle para politikalarına karışma yetkisinden feragat etmesi.Türkiye'nin 2001 çöküntüsünün en önemli nedeni politikacıların para politikalarının yürütülmesinde canice sorumsuz davranmalarıdır. 2001'den önce Merkez Bankası, Hazine ve Maliye Bakanlığı hükümetin esiriydiler. Türkiye krizden, dünyanın gayri safi milli hasılaya göre en borçlu devletlerinden biri olarak çıktı. Aradan beş yıldan fazla zaman geçmesine rağmen Hazine'nin borçlanma faizi büyük ekonomiler arasında en yüksek olanıdır. Krizden sonra, bir elinde çek defteri ve sopa, diğer elinde reform listesi Uluslararası Para Fonu (IMF) çıkageldi. Listenin başına Merkez Bankası'nın özekliği vardı. Tony Blair'in 27 Haziran'da gönüllü olarak Başbakanlık'tan çekileceğini açıklamasından sonra İngiliz basınında on yıllık iktidarını değerlendiren yazılar çıkmaya başladı. Diğer seçenek iflas olduğu için hükümet, isteksiz ama çaresiz, Merkez Bankası'nı özerkleştirdi. Bu noktada, İngiltere ile aramızdaki birinci fark
Mükemmel olmaktan uzak olduğu için mi ordu müdahale ediyor?Askerlerin son muhtırası birçok meslektaşıma ne kadar ateşli bir demokrasi dostu olduğunu kayda geçirme fırsatı verdi. Yazılarında evlilik dışı aşk yaşamış bir erkeğin karısına yakalandıktan sonra içine girdiği, göz yaşlı, nedamete benzer bir hava olduğunu bir tek ben mi hissettim?Bu meslektaşlarım gençliklerinin bir bölümünü, sağ ve sol faşizmle yasa dışı aşk yaşayarak geçirmişlerdi. Demokrasiyi boynuzlayarak. Muhtıradan sonra demokrasiye yapıştılar. Bu onları ne kadar demokrat yaptı? Türkiye'de demokrasi ordu müdahale ettiği için mi mükemmel olmaktan uzaktır? Bana göre, bu arkadaşların 1970'lerde destekçisi oldukları uç ideolojiler ne kadar romantik ve memleketin gerçeklerinden kopuk idiyse bugün muhtıraya karşı çıkmaları da eşit derecede romantik ve realitelerden uzaktır. Türk demokrasisinin sorunu askerlerin zırt pırt siyasete karışmaları değildir. Sivillerin akıl almaz hamlıklarla askerleri zırt pırt siyasete karışmaya davet etmeleridir. Olgun olmamaları, nerede duracaklarını bilmemeleri, demokrasiyi özümsememiş olmalarıdır.Askerlerin AKP'ye muhtıra vermesi, tabii ki demokratik değildir. Ama AKP liderliğinin bir
Türk ana babadan doğan bir çocuğu alıp dünyanın herhangi bir yerindeki başka bir anne babaya verin. Çocuk o anne ve babanın dilini öğrenecek. Bir benzetmeyle anlatmak gerekirse: Odadaki her ampul için ayrı bir düğme olduğu gibi çocuğun beyninde de her dil için ayrı bir "düğme" var. Çevresi, kulağına gelen sesler olarak, onu içinde doğduğu ortamın diliyle besler. Nasıl düğmeye basıldığında ona bağlı ampul aydınlanırsa bu sesler o çevrede kullanılan dilin düğmesine dokunur ve o dili "açar." Çocuk açılan dili bütünüyle kavrar. O dilde sonsuz sayıda cümle kurma ve kurulan sonsuz sayıda cümleyi anlama yeteneğine kavuşur. Çocuk doğmadan önce hangi dille karşılaşacağını bilmez. Bilmesi de gerekmez. Bilincinde olmasa bile, dünyanın bütün dillerini öğrenme yeteneği beynine resmedilmiş olarak doğacak. Bir zamanlar var olup yok olan, var olan ve daha var olmayan dillerin hepsini öğrenebilmek için gerekli prensiplerin tümü beynine nakşedilmiştir. Birden çok dil de olabilir. Anne baba değişik milletlerden iseler her biri çocuğa kendi dilinde konuşursa bir değil iki düğmeye basılmış olur, çocuk iki dil öğrenir. Üç veya daha çok dil de olabilir.Çocuğa bu yeteneği veren, bilim adamlarının
Akbank'ın dünyanın en büyük finansal grubuyla kurduğu ortaklık Erol Sabancı'ın bankadaki 44 yıllık mesaisinin belki de en önemli kilometre taşıydı.Erol Sabancı bir sohbette bana yirmi yıl Citigroup'la ortaklık hayal ettiğini söylemişti.Bu hayali geçen yılın ekim ayında gerçekleşti. Dokuz ay kadar süren zorlu pazarlıktan sonra Citigroup Akbank'ın yüzde 20'sini 3.1 milyar dolara satın aldı. Ama Erol Sabancı ortağıyla Waldorf Astoria'da bardak kaldırmayı kızı Suzan Sabancı Dinçer'e bıraktı. Çünkü bir süreden beri onu öne çıkarmaya çalışıyor. Akbank'ın kırk yıldan fazla elinde tuttuğu kumandasını ona bırakmaya hazırlanıyor. Birkaç gün önce Citigroup-Akbank arasındaki ortaklığı kutlamak için New York'ta verilen görkemli ziyafette en olması gereken kişi yoktu: Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Erol Sabancı. Geçen günkü konuşmamızda bana "Artık işleri artık genç takıma devretmenin zamanı geldi" dedi. Ama Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı ne zaman ve hangi koşullar altında bırakacağını açıklamak istemedi.Bankaya yakın kaynaklar ise "Gelecek yıl bu zamana kadar bu iş biter" diyorlar.Gelecek yıl hem banka hem de Sabancı için bir dönemeç noktası. O 70 yaşına basacak, Akbank 60'ıncı yıldönümünü
Beklenti, yabancı yatırımcıların aniden bastıran krizin ardından, en az, "bekle gör" pozisyonu almasıydı. Tersi oldu.Özelleştirme teklifleri toplanırken Avrupa'da bulunan bir kaynağım, "Halk Bankası olayı çok ciddi bir olay" diye konuştu, "Yabancılar 'duralım' değil, 'girelim' dediler."Araştırmalarım şunu gösteriyor. Atılgan yatırım iştahının sürüyor olmasının nedeni yabancıların durumun ne kadar kritik olduğunu anlamamalarıdır. Meydana gelen krizin ilerisi için ne kadar büyük tehlikeler içerdiğinin tam bilincinde değiller.Bu nedenle, siyasi istikrar endişeleri yabancıların yatırım iştahını etkileyecek düzeye çıkmadı. Cumhurbaşkanlığı krizinin ortasında Halk Bankası kısmi özelleştirilmesine büyük talep gelmesi, İzmir Limanı'nın satılması piyasada şaşkınlıkla karışık sevinçle karşılandı. Bu, iki temel varsayıma dayanıyor: Ekonomide temel göstergelerin nispeten iyi olması ve böyle devam etmesini sağlayacak politikaların süreceğine olan inanç. AKP'nin seçimden sonra bir şekilde iktidarda olmaya devam edeceği.Bu arada seçimlerin dört ay öne alınması çok iyi oldu. Bir işadamının sözleriyle, "Yılı kaybedeceğimize yazı kaybettik." Gene araştırmamdan öğrendiğime göre, yabancı
The Economist'in tarzı herkese; ülkelere, uluslara, siyasi liderlere, şirketlere, yöneticilerine bilgiç ve yukarıdan alan bir tavırla ne yapacaklarını söylemektir. Buyurmaktır demek daha doğru bile olabilir.Bu bir stildir. Ukala ve kendini beğenmiş bir tonda konuşursanız karşınızdakine bildiğinizden çok şeye vakıf olduğunuz izlenimini verebilir, ona karşı bir otorite durumuna geçebilirsiniz. Özellikle bizim gibi dışarıda hakkında yazılan her şeyi Tanrı kelamıymış gibi dikkatle izleyen milletler karşısında. The Economist'in iyi bir dergi olmadığını söylemek mümkün değil ama olağanüstü ukala bir dergi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ukalalık, Londra merkezli, bir milyondan fazla tirajlı derginin kendinin de hedeflediği bir özellik olduğu için alınacaklarını sanmıyorum. The Economist, malum gelişmeler nedeniyle son sayısında Türkiye'yi kapak yaptı. Başyazısında başımıza gelmiş olanların analizini yaptı, elimize bundan sonra izlememiz gereken yolun haritasını tutuşturdu."Batı'nın ülkeleri üzerinde azalmakta olan etkinliği dikkate alındığında, Türklerin kendi siyasi krizlerini kendilerinin çözümlemesi gerekliliği ortada çıkmaktadır" dedi başyazı. "Bunu yapmanın en iyi yolu AKP'yi
Doğru Yol Partisi (DYP) ve Anavatan Partisi (ANAP) birleşme kararı aldılar bile. Solda Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ve Genç Parti (GP) flört halindeler.Bu birleşmelerin, teorik olarak, DYP ve ANAP'ın barajın altında kalma riskini bertaraf etmesi veya azaltması bekleniyor. CHP'nin ise oylarını artırması.Bu beklenti sahipleri daha fazla Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) zayıflamasını isteyenlerdir. AKP'nin yeniden iktidara gelmesi, özellikle cumhurbaşkanlığını da kazanması halinde, Türkiye'yi "lite" İran'a çevirmesinden korkanlardır.Oylar daha az parti arasında bölünürse AKP Meclis'teki çoğunluğunu kaybedebilir. Türkiye AKP'nin temsil ettiği "irtica tehdidinden" kurtulabilir. Hesap bu.Birleşmesi söz konusu olan partiler zaten teker teker AKP'ye, özellikle dindarlaştırma politikalarına karşıydılar. Birleştikten sonra kolektif olarak aynı pozisyonda olacaklar. Cumhurbaşkanlığı krizinin bir yan etkisi, sağ ve soldaki bölünmüşlüğü ortadan kaldırmak olacakmış gibi görünüyor. Başka? Seçmene başka ne öneriyorlar veya önerecekler, ek olarak?Hiçbir şey."AKP öcüdür. Ona oy verme bana ver."Başka? Size oy vermek için AKP'nin "öcü" olmasından başka ne
Bir yeri arkamda bırakıp başka bir yere gitmek, günlük rutinden kurtulmak, günlerimin içine değişik, yeni şeyler dizmek hoşuma gidiyor. Uçağın penceresinden bulutları seyretmeyi seviyorum. Bu defa yanımda The Cloudspotters's Guide var (Bulutseverin Rehberi olarak çevirebilirim.) onun için hangi bulutun hangisi olduğunu belirlemeye başlayabilirim. O altından yeryüzü görülen yassı ve ince bulut altostratus. Ondan da ince olan ve taranmış gibi saçakları olan bulut cirrus-sirüs veya saçakbulut.Üst üste yığılı bulutların meydana getirdiği, istiflenmiş karnabaharları andıran bulut cumulonimbus-kümülonimbus veya boranbulut. Serin bir gölge olarak altında duruyorlar, onu görünmez bir iple bağlayan bir yeryüzü üssü gibi.Farkına varmış olduğunuz gibi bulutların adı Latincedir. Bu isimleri yüksekliklerine ve şekillerine göre alırlar.Bazıları kendi içlerinde alt bölümlere ayrılan 10 çeşit bulut var. Alçak bulutlar, yüksek bulutlar var. İnce veya kalın olanlar var. Yağmur yüklü olanlar, yağmursuz olanlar var.Çocukların ilk yılları sırtüstü yatarak ve dışarıda olduklarında gökyüzüne bakarak geçer. Bunun için olmalı, bulutlar ezberlerindedir. Resim yapıp da içine bulut çizmeyen çocuk yoktur.