BTC için atılan dört tekliften en yükseği Oger ve onun cepte en büyük rakibi olan Turkcell'e ait. Sonucu, büyük olasılıkla, bu ikisi arasındaki açık artırma belirleyecek. Diğer talipler telekom işletmecisi değil. BTC'yi alıp zamanı geldiğinde kârına satmak isteyen özel sermaye grupları.Sanırım bu haber Koç grubunda hafif tertip hayıflanmalara yol açmıştır. Üç yıl kadar önce Bulgarlar BTC'nin yüzde 65'ini özelleştirirken Koç yanına o zaman devletin kontrolünde olan Türk Telekomu da alarak talip olmuştu. Koç ve azınlık ortak olan TT geri çekildiler. İhale 235 milyon euro ödeyen Advent International adlı bir Amerikan şirketinin üzerinde kaldı. Bu rakam şimdi komik geliyor. Türkiye'nin altın yumurta yumurtlayan dev tavuğu Türk Telekom'un kontrol hissesine sahip olan Oger Telecom, komşumuz Bulgaristan'daki sabit hat telefon şirketi BTC'yi de satın almaya talip oldu. Geçen sene İzlanda'nın ilk milyarderi olan Bjorgolfur Thor Bjorgolfsson, Advent'in BTC'deki yüzde 65 hissesini 650 milyon euro'ya devraldı. Şimdi satıyor. Eline en az 1.65-1.95 milyar euro geçmesi bekleniyor.Üç senede meydana gelen değer artışı dört mislinden fazla. Oger Telecom kısa bir süre önce Türkiye'de bir bankalar
Saat yediyi biraz geçiyor. Biraz önce uyanıp perdeleri çektim. Hava bulutsuz. Ağaçların arkasında güneş, altında kırmızı bir kuşak bırakarak kalkıyor. Pencerenin altındaki çiçekleri açmış turuncun kokusunu duyuyorum. Sofanın diğer tarafındaki pancurları kapalı odadaki büyük yatakta yan yana uyuyan üç çocuk var. Oğlum Selim (14), kızım Sara (12) ve Sam (13). Sam ve çocuklarım birlikte büyüdü ve kardeş kadar yakınlar. Tanımayanlar Selim ve Sam'ı ikiz zannediyorlar, ben de açıklamaktan bıktığım için kafamı sallıyorum.Yıllarca önce, her biri kucakta taşınabilecek büyüklükte iken de aynı yatakta böyle yan yana yatıyorlardı. Ne zaman vazgeçecekler merak ediyorum.Canım aralık kapıdan onlara bakmak istiyor, ama ahşap zemin üzerine basılınca çıtırdadığı için uyanabilirler. Onun için isteğimi bastırıp kestirmeden merdivenlerden aşağıya, mutfağa iniyorum. Çocuklar güneşi görünce denize gitmek isteyecekler. Kahvaltılarını hazırlamaya başlıyorum. Domatesleri ve salatalıkları soyup dilimliyorum. Salamı, tereyağını, zeytinyağını çıkarıyorum. Yemeğe başlanmadan önce kızartmak üzere ekmek kesiyorum. Rezene, nane, ıhlamur, anason karıştırıp çay yapıyorum. Bu defa burada çocuklarla beraberim ve
Asa bir defa yere dikildikten sonra Crow ölünceye veya kazanıncaya kadar savaşmak zorundaydı.Türkiye'nin geleneksel Kürt politikasında da dikili bir tür Başarı Asası var. Fakat ne yazık ki 20 yılı aşkın süredir asa var, ama başarı yok.Güneydoğu Anadolu bütün ekonomik göstergelerde Batı Anadolu'nun fersah fersah arkasında. Keskinliği azalmakla beraber, PKK terörü devam ediyor. Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt devleti şekillenmeye başladı. Türkiye uzun yıllar kâh Saddam'la, kâh İran ve Suriye ile anlaşarak, kâh Kürtleri birbirine kırdırarak kendi 352 kilometrelik Türkiye-Irak hududunun güneyinde yaşayan Kürtleri kontrol altında tuttu. Bu kombinezonların hiçbiri artık mümkün değil. Amerika'nın batısında yaşayan Crow yerlilerinin bir savaş âdeti vardı. Savaşmak için saf kurduklarında ellerindeki, süslü, kargı uçlu Başarı Asası'nı yere saplarlar düşmanı uyarırlardı: "Asanın işaretlediği hattı geçmeye kalkışma, çünkü onu ya sen ya ben ölünceye kadar savunacağım." İkinci Irak savaşıyla birlikte Kuzey Irak'la ilgili hem iç hem de uluslararası koşullar tamamen değişti. Kürt otonom bölgesine (bunun mimarlarından biri de Türkiye'dir) 1991'de Saddam için dikilen "girilmez" levhası şimdi
Başbakan Tayyip Erdoğan'a göre, hiddetle kalkan, zararla oturur.Bana göre, hiddetle de sükunetle de kalkılsa zarardan başka bir şeyle oturmak mümkün değildir. Bunun nedeni Amerika Birleşik Devletleri'ni karşımızda bulma tehlikesi değildir. Irak'ın böyle bir saldırıyı muhtemelen savaş nedeni sayacağı değildir. Barzani'nin "Biz de Diyarbakır ve Türkiye'deki diğer kentlerle ilgili işlere müdahale ederiz" tehditleri de değildir.Nedeni, böyle bir operasyonun, Büyükanıt ne derse desin, askeri açıdan çok az faydası olacağıdır. Bu güne kadar Kuzey Irak'a karşı çok operasyon düzenlendi. Hatta askerlerimiz Türk Irak hududunu geçip Irak topraklarında karakol kurdular. Hiçbiri PKK terörünü önlemedi. Gene önlemeyecek. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'a göre Türkiye'deki PKK terörünü önlemek için Kuzey Irak'a askeri müdahale şarttır ve faydalıdır. Onun için sınır ötesi operasyon lafları inandırıcı değildir. Gerçekçi değildir. Hatta, samimi değildir. Siz sınır ötesi operasyondan bahsettikçe kamuoyu bunu bir çareymiş gibi görür. Kızgınlığını bunu "önleyene," yani hükümete ve ABD'ye çevirir. Ya da çevirir diye ümit edersiniz.Eğer operasyon bir çare olsaydı Türkiye'deki operasyonlar bir sonuç verirdi.
İçten pazarlıklı değil. Kelimelerini sakınmıyor. Niyetlerinin ne olduğunu tahmin etmemize gerek yok. Açıkça söylüyor, duymak hoşumuza gitmese de.Barzani "Kürdistan devletinin 10-15 yıl içerisinde kurulabileceğini" haber verip buna alışmamızı öneriyor. Arkasından tehdit ediyor: "Eğer Türkiye Kerkük'e müdahale ederse, biz de Diyarbakır ve Türkiye'deki diğer kentlerle ilgili işlere müdahale ederiz."Ankara'nın bunlara tepkisi eskilerinden farklı değil: "Aşiret reisi çizmeyi açıyor. Bu lafların altında ezilir. Sınır ötesi operasyon yaparız ha!" Ve Amerika'ya şikâyet notası. Bu laflar kafa karışıklığının tezahürüdür. Kuzey Irak'ta bağımsız bir devlet kurma olasılığı gittikçe artıyor. Hükümet hem bundan tedirgin hem de Kuzey Irak'ın bir PKK üssü olmasından. Ama bunları ne önleyecek ne de kabul edecek iradeye sahip. Soruna çözüm getirecek uzlaşı girişimini de göremiyoruz. Kuzey Irak özerk yönetimi lideri Mesud Barzani'ye kızıyoruz ama bir açıdan teşekkür etmemiz lazım. Beş milyon nüfuslu, yoksul, üretimi sıfıra yakın, feodal yapıya sahip, ordusu güçsüz bir bölgeye hükmeden Barzani Türkiye'ye kafa tutacak cesareti nerede buluyor?Barzani'yi en fazla cesaretlendiren ABD ve İsrail'in
Okuduğum lisede Türkçe "yabancı dil" olarak öğretiliyordu. Gazeteciliğimin büyük bir bölümünü yabancı basına çalışarak geçirdiğim için hep İngilizceme kuvvet verdim. Onun için bu yazıları yazarken elim sürekli sözlüklerle klavye arasında gidip geliyor. Birçok cümleyi İngilizce düşünüp Türkçe yazarım, çoğu zaman kendi düşüncelerimi çevirecek kelimeyi bulamam. Yakın zamana kadar İngilizce-Türkçe Redhouse Sözlüğü (1996 baskısı) neredeyse sürekli masamda açık dururdu. Size Redhouse'u methetmeyi çok isterdim, ama mümkün değil. Hayatımda hiçbir kitap Redhouse kadar beni sürekli hayal kırıklığına uğratmadı. Türkçe benim için yabancı bir dildir. Canlı ve coşkulu, fakat klasik Türkçe gramerden oldukça sapkın bir dil olan Kıbrıs lehçesiyle büyüdüm. Kırk yıldır aksanımı düzeltmeye çalışıyorum, ama biraz dikkat edenler "Kıprıslı" olduğumu hemen anlıyorlar. Onun için birkaç hafta önce Tureng'i keşfedince tozlu şişesinden "Dile benden ne dilersin" diyen cin çıkan masal kahramanı gibi oldum.Tureng (Turkish ve English kelimelerinin ilk hecelerinden meydana geliyor) 1.629.518 kelime ihtiva eden Türkçe-İngilizce-Türkçe online bir sözlüktür. Çevirmenlerin kurduğu Tureng Çeviri firması tarafından
"Sen bekle" demiş. "Ben şartnameyi okuyacağım."İki saat sonra ihale şartnamesinin ilgili firmalara okutulduğu odadan çıkmış. "Biz bu ihaleye katılamayız" demiş."Neden?" diye sormuş temsilci."Bu şartnameyi .... şirketi hazırladı. Londra şubeleri. İhaleyi onlar kazanacak. Ama önemli değil. İhaleyi kazandıktan sonra gelip malı bizden alırlar, size beş misli fiyata satarlar."Aynen yaşlı Amerikalının dediği gibi olmuş."Bizim yedi milyon dolara sattığımız ürünü 38 milyon dolara ...'dan sattılar" dedi temsilci.***Ilısu Barajı'na ihracat kredisi verecek olan Alman, Avusturya ve İsviçre hükümetlerinin temsilcileri toplanmış kredi açılmadan önce Türkiye'nin taahhüt etmesi gereken koşulları görüşüyorlardı. Gündemde su altında kalacak alanda yaşayanların nasıl tazmin edilip nereye yerleştirilecekleri, çevrenin nasıl korunacağı, arkeolojik eserlerin nakli gibi konular vardı. Bunları Türk hükümetinin ısrarıyla tartışmıyorlardı. Böyle şeyler Türk hükümetlerinin ve bürokratlarının hiçbir zaman umurlarında olmamıştır. Ama Avrupa'daki çevreci kuruluşların hükümetler, bankalar ve şirketler üzerinde muazzam baskısı vardı. Ortalığı kaldırıp oturtuyorlardı. Berlin'de bir nümayişte çevreciler
Orgeneral Büyükanıt "cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde bağlı" bir cumhurbaşkanı seçileceğini umut ettiğini söyledi.Sanıyorum Tayyip Erdoğan'ın (ve Gül'ün ve Arınç'ın) adaylığına ordunun sıcak bakmadığını söylemenin bundan daha nazik, yumuşak ama kesin bir şekli olamazdı.İnşallah, herkesin selameti için AKP mesajı alır ve gereğini yapar."AKP askerin buyruğunu neden yapsın kardeşim, bu adamlar ne zaman siyasete karışmaktan vazgeçecek?" diyebilirsiniz. "Böyle demokrasi mi olur?" Doğrudur. Eğer demokrasi futbol, cumhurbaşkanlığı seçimleri de bir maç olsaydı Erdoğan adaylığını koyduğunda hakem düdük çalıp kırmızı kart çıkarmazdı. Kurallara aykırı bir şey yok. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt dün televizyonda beklediğimden çok daha yumuşak, güleryüzlü ve babacan bir görüntü verdi. Ama demokrasi kurallardan ve sayılardan ibaret değildir. Ve İngiltere veya Fransa gibi bütün kurumları tıkır tıkır çalışan bir demokrasiye sahip değiliz.Türkiye bir eli demokrasiyi, diğer eli Osmanlı'yı kavramış; bir ayağı Asya'da, diğer ayağı Avrupa'da sallanıp duran bir ülkedir. Ve, korkarım, Asya'ya basan ayağı daha sağlamdır ve Osmanlı'yı tutan eli, daha sıkı tutuyor.Dünyanın en