En kapsamlı yabancı sermaye yatırımı kalkınmış ülkeler tarafından kalkınmış ülkelere yapılıyor.En fazla yabancı sermaye yatırımı çeken on ülkeden dokuzu en müreffeh ülkelerdir. En çok yabancı sermaye çeken ülke Amerika Birleşik Devletleri'dir.Arkasından sırayla İngiltere, Fransa, Belçika, Çin, Kanada, Hong Kong, Almanya, İtalya ve Lüksemburg geliyor. En fazla denizaşırı yatırım yapan ülkeler listesinde de, Çin hariç, yukarıdaki ülkelerin çoğunu bulabilirsiniz. Yabancı sermaye yatırımlarının yüzde 84'ünü gelişmiş ülkeler yapıyor.Yabancı şirketler 2006'da Türkiye'ye 20 milyar dolar tutarında yatırım yaptı. Bu bir rekordur ve ilk bakışta şaşırtıcı derecede büyük görünebilir. Türkiye 1980'lerde ve 90'larda yılda ortalama yarım milyar dolar denizaşırı sermaye çekiyordu. Yabancı sermaye yatırımlarının kalkınmış ülkeler tarafından kalkınmakta olan ülkelere yapılan bir yatırım türü olduğu yabancı sermaye hakkında bilinen birçok yanlıştan en büyüğüdür. Ancak, bu 20 milyar doların sadece 84 milyonu yeni (green field) yatırımdır. Gerisi mevcut banka, özel şirket ve kamu iktisadi teşekküllerinin yabancılar tarafından kısmen veya tamamen satın alınmasına harcanan paradır. Bu açıdan
Üniversitelerde, 1030 öğrenci kontenjanlı 16 maden mühendisliği bölümü var. Bunlardan 6'sı hem gündüz hem de gece öğretim veriyor. Bu sayının ne kadar acayip olduğunu anlatabilmek için bir karşılaştırma sunayım:Kanada, Rusya'dan sonra dünyanın ikinci büyük ülkesidir ve madencilikte en gelişmiş ülkelerden biridir. Topraklarından çıkan altmıştan fazla metal ve mineralin üretim değeri 2006'da 75 milyar dolardı. (Türkiye'nin aynı yıl ocak-aralık toplam ihracatı 85 milyar dolar.) Belki bilmiyorsunuz. Ben de birkaç gün öncesine kadar bilmiyordum. Türkiye her yıl, tek başına, bütün dünyanın ihtiyacını karşılayacak kadar maden mühendisi yetiştiriyor. * Kanada'nın yılda 120 yeni maden mühendisine ihtiyacı var. Türkiye maden zengini değildir ve dünyanın önde gelen ihracatçıları arasında yer almıyor. Dış Ticaret Müsteşarlığı'na göre, 2006 ocak-aralık döneminde madencilik ürünleri ihracatı 2 milyar doların biraz üstündeydi.Ama bizim üniversitelerimiz yılda binden fazla maden mühendisi yetiştiriyor.Bunların çoğu üniversiteden ayrılınca kendilerini işsizliğin kucağında buluyor. Aynı durum diğer mühendislik dallarında ve pek çok başka meslekte de geçerlidir. Üniversite mezunları arasında
Kazaklar bu işi için en iyi aday değildiler. Kurdukları TransCentralAsia Petrochemical Holding adlı konsorsiyumun üyelerinin kim olduğu belli değildi. Petrokimya işinde deneyimsizdiler. Finansman güçleri cılızdı. Petkim'e açık artırmada verdikleri fiyatı denkleştirebilseler bile kuruluşu modernize etmek için gerekli fonları kolay kolay bulamayacaklardı. Ama 2.05 milyar doların yarısını ödemek için bankalardan istedikleri kredinin yarıdan azını bulunca takatleri kesildi. Kazak bankacılık sektörünün krize girmesi ve uluslararası derecelendirme şirketlerinin Kazakistan'ın ülke reytingini indirmesi ellerini zayıflatan bir diğer unsur oldu."Özetle, Kazaklar özkaynağı da krediyi de ortaya çıkaramadı" dedi konuyu yakından izleyen bir kaynak.Finansman yanında Kazakların elenmesinin bir diğer nedeni, konsorsiyumu meydana getiren bazı unsurlar hakkındaki olumsuz istihbarat raporlarıdır. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Kazakları devre dışı bırakıp Petkim'i Azeri devlet petrol şirketi Socar'ın hâkim olduğu konsorsiyuma ihale etmekle en sağlıklı kararı aldı. Aslına bakacak olursanız, bütün bunlar ta başından malum olduğu için Kazakların ihaleye sokulmaması bile gerekiyordu. Ama
Yurtdışında öğrenim gören öğrencilerin durumu daha da karanlık. Onların yüzde 77'si Türkiye'ye geri dönmek istemiyor. Ellerinde olsa, mezuniyetten sonra Amerika Birleşik Devletleri veya Batı Avrupa'da çalışıp orada yaşayacaklar.Vatan aşkıyla yanıp geri dönenlerin durumu da pek parlak değil. Bunların büyük bir kısmı "yeterince verimli çalıştırılmamaktan" dolayı "beyin küsmesi"ne uğruyormuş. Beyin küsmesi "Lanet olsun, keşke salaklık edip ben de dönmeseydim" durumunun bilimsel tarifi olsa gerek. Bu dehşet verici bilgileri Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) tarafından yayımlanan "Türkiye'de Araştırma Geliştirme: Ne Durumdayız? Ne Yapmalıyız?" adlı araştırmanın özetinden aldım.* Araştırma Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Teknoloji Araştırma Merkezi (TEKAM) Müdürü Prof. Dr. Muammer Kaya tarafından yapıldı.Konusu "beyin göçü" olan çalışmadan, beterin de beteri olduğunu öğreniyoruz. Türkiye'de üniversite öğrencilerinin yüzde 73'ü TC'yi beğenmiyor. Yurtdışında çalışmak ve yaşamak istiyor. Türkiye'de kaliteli üniversitelerden mezun olanların çoğunluğu da "Hadi bana eyvallah deyip" yabancı ülkelerde çalışmaya gidiyormuş. "Maalesef" diyor TİSK gözyaşlı açıklamasında, Türkiye
Kıyı, ardındaki yorgun-zeytinli, kemik kadar kuru taşlı tarlalar, tarlaları çevreleyen kayalıklar, plastik çöp dolu. Denizin getirdikleri var, rüzgârın savurdukları var, zaman zaman buraya gelen bozuk toprak yolu keşfeden piknikçiler, sevgililer ve olta balıkçılarının bıraktıkları var. Çobansız dolaşan keçi sürüsünü ve kayalıklarda yuvalanan kargaları saymazsanız, buranın tek müdavimi benim. Ağustosta bir gün deniz kıyısındaki çöpleri toplamaya karar verdim. Bir çeşit duhuliye olarak. Süpermarketten battal torba aldım ve her gün yüzmeden önce bir çuval çöp topladım. Yeşil, mavi, kırmızı şişe kapakları, şeffaf su şişeleri, pembe bebek uzuvları, taraklar, torbalar, iğneleri eğrilmiş ve paslanmış enjektörler, yüzerken tenime değdiğinde beni ürperten naylon torbalar. Her gün denize girmeden önce kıyıdan bir çuval çöp topladım. Altı gün. Şimdi ekim. Hava hâlâ sıcak ama güneş ağır yakıcılığını kaybetti. Bulutlar belirmeye, uzaktan gök gürültüleri duyulmaya başladı. Su serinliyor. Artık denizden çıkınca gölgeyi değil güneşi arıyorum.Yedinci gün deniz kabardı, dalgalar çakılların bitip toprağın başladığı yere bir metre kadar yaklaştı. Ertesi gün yüzmeye gittiğimde denizin benim
Güneydoğu'da PKK terörünün tırmanışa geçtiği günlere rastlasa bile bu habere şaşırdığımı söyleyemeyeceğim.Son beş yıl içinde ekonomide yaşanan büyümeden Diyarbakır da nasibini aldı. Şehre gelen ziyaretçi sayısında büyük bir artış var. Toplam rakamı bilmek mümkün değil. Ama havayolu istatistikleri bir ipucu veriyor. Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü, geçen yıl Diyarbakır Havaalanı'nı kullanan yolcu sayısının 844 bine ulaştığını açıkladı. Bu rakam bir yıl öncesine göre yüzde 27 büyüktür. Beş yıl içinde Diyarbakır'a gidip gelen yolcu sayısı dört mislinden fazla artış gösterdi.Bu hesaba göre Diyarbakır, Türkiye'de ticari uçakların kullandığı 36 havalimanı arasında dokuzuncu sıradadır.Gaziantep, Erzurum, Kayseri, Malatya, Van, Samsun gibi diğer büyük Anadolu merkezlerinin hepsini geride bıraktı.Yolcu sayısındaki artışa paralel ekonomik faaliyette de bir artış olması lazım. Ama, Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası'nın internet sitesine dün baktığımda bu konuda herhangi bir bilgiye rastlayamadım. Türkiye'de genişleme kararı alan uluslararası otel zinciri Hilton, önümüzdeki beş yıl içinde ülkemizde yapacağı 15 otelden ilkini Diyarbakır'da açacak. Bu istatistikleri
Büyük paralar kaybediliyor. Citigroup, Credit Suisse, Deutsche Bank, Merril Lynch, UBS, gibi bankaların üçüncü çeyrekte ilan ettikleri zararlar 20 milyar doları aştı.Bu kayıpların müsebbibi olan veya kabahat üzerlerine yıkılan birçok üst düzey yönetici işini kaybediyor.Dünyanın en büyük finansal kurumu olan Citigroup (Akbank'ın ortağı) 6 milyar dolar zarar açıklayınca, Genel Müdür Chuck Prince'e yönelik istifa çağrıları yoğunlaştı. Dünyanın gördüğü en büyük ve ucuz para bolluğunu sona erdiren kriz Amerika Birleşik Devletleri konut kredisi sektöründe patlak verdi. Başka finansal enstrümanlara ve büyük şirketleri satın almak için özel sermaye gruplarına verilen kredilere yayıldı. Daha çok Batı'yı etkileyen bir kredi darlığı olarak sürüyor. Krizin nereye gideceği ve nerede sona ereceği belli değil. Bir süredir her sabah Financial Times'ı elime aldığımda Batı'nın büyük bankalarının yemekte olduğu dayağa dair yeni haberler görüyorum. Bizde ise her şey süt liman. Neden böyle olduğunu öğrenmek için Türk bankacılığı duayeni, Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Erol Sabancı'yı aradım. Sabancı'nın değerlendirmesi şöyle: "Bizim futbol oynadığımız oyun sahası ile Citibank gibi büyük bankaların
Paulson 1974'te bankaya girmiş, tepeye tırmanıncaya kadar 30 küsur yıl Goldman Sachs'ta çalışmıştı. George Bush herhalde en çok eleştirilen Amerikan başkanlarından biridir. Ama hiçbir yerde "Vay, sen nasıl bir bankanın genel müdürünü maliye bakanı atarsın?" diye eleştirildiğini hiç okumadım.Amerika'da bakanlar, veya onların deyimiyle sekreterler, kural olarak, özel sektörde veya üniversitelerde büyük başarı göstermiş kişiler arasından seçilir. Bunların çoğu dişi ve tırnağıyla kazarak parlak tarihe sahip müesseselerin kumandasını ele geçiren mütevazı aile çocuklarıdır. Başarılarını tamamen zekâlarına ve mesailerine borçludurlar. Aynen Mehmet Şimşek'te olduğu gibi.Bu nedenledir ki ne zaman Mehmet Şimşek'le ilgili bir yazı yazsam, aldığım, ona yönelik hakaret dolu mail'ler beni şaşırtıyor ve üzüyor.Onu "satılmış" olmakla suçluyorlar. Bana satılmış biri hakkında övücü şeyler yazdığım için küfrediyorlar. Keşke bu mail'lerin birkaç tanesini saklasaydım. Mehmet Şimşek bir başarı öyküsüdür. Çocuklarının çoğunu yutan karanlıklara sahip Güneydoğu Anadolu'da, yoksul bir çiftçinin dokuzuncu çocuğu olarak dünyaya geldi. Dört yaşına kadar Türkçe konuşmasını bile bilmiyordu. Biri hariç hepsi