Doğru mu, yanlış mı?Birkaç ay öncesine kadar bu soruya "yanlış" diyecek bir ekonomist bulmak zordu.Bugün o kadar zor değil.Yeni bir teori tartışılıyor. Bu teoriye göre, ABD'nin dünya ekonomisinin lokomotifi olma olgusu zayıflamaya başladı. ABD ekonomisinde yavaşlama artık dünya ekonomisinin de yavaşlamaya başlayacağı anlamına gelmiyor. Global ekonomi yeni bir evreye girdi. Bu evrede, global ekonomik genişlemenin ana öğesi Çin ve Hindistan gibi hızla kalkınmakta olan ülkelerde meydana gelen büyümedir. Amerika Birleşik Devletleri dünya ekonomisinin lokomotifidir. Amerikan ekonomisi sağlıklıysa, Amerikalılar shop until you drop (ayağına kara sular ininceye kadar alışveriş yap) ediyorlarsa, ev satın alıyorlarsa veya aldıkları evlerin taksitlerini ödüyorlarsa, ABD ekonomisi büyüyor, dünya ekonomisi de büyüyor demektir. Çünkü Amerikalılar dünyanın en büyük tüketicisidirler. Onlar satın almıyorsa tüketim azalır, tüketim azalırsa imalat düşer, işsizlik büyür, büyüme yavaşlar demektir. Bu teoriye decoupling deniyor. Decoupling, değişkenler arasındaki ilintinin veya birbirlerine olan bağımlılığın azalması anlamına geliyor. Lokomotifin vagonlarla olan bağının çözülmesi bir
Ama yapılan eylemde bir gariplik vardı.Balıkçılar trol tekneleriyle denize açıldıktan sonra önce teknelerine Türk bayrağı asıp teröre karşı slogan attılar, sonra birden fikir değiştirip Sahil Güvenlik Komutanlığı'nı protesto etmeye başladılar.Gerekçeleri de ilginç. Sahil Güvenlik Komutanlığı görevlileri bu balıkçıları yasak sahada avlanırken, basıp suçüstü yakalamışlar ve hepsine, 1380 sayılı Su Ürünleri Yasası ile 2006-2008 Ticari Sü Ürünleri Sirküleri uyarınca, 5 ile 10.000 YTL tutarında ceza kesmişler. Kısacası, yasa uygulayıcısı olarak görevlerini yerine getirmişler. Başta balıklar, hepimiz komutanlığa teşekkür borçluyuz.Karadeniz'de kıyıdan itibaren 3 mil mesafeye kadar olan bölgede trol avcılığı tümüyle yasak. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bu yasağı, üstelik balıkçılara da danışarak, balık neslinin ve stoklarının korunması, yani sürdürülebilir balıkçılık için getirmiş. Diğer bir deyişle, bu yasak herkesten önce balıkçıların lehine çünkü yaşamlarını balıkçılıktan kazananlar, çoluk çocuğunun rızkını balıktan çıkaranlar onlar. Balık yoksa, balıkçı da yok. Karadeniz Ereğli'sinde balıkçılar geçenlerde toplanıp teknelerine bindiler ve denize açılıp PKK terörünü lanetlediler.
Yenal, "Osmanlı Devleti'ndeki cehalet karanlığının, Cumhuriyet kuşaklarına öğretilenden çok daha derin" olduğunu yazıyor.Avrupa'da kökleri Roma İmparatorluğu'na dayanan bir kilise/okul geleneği vardı. Sonradan ortaya çıkan prenslik ve dükalıkların birçoğunda temel eğitim bizzat hükümdarlar tarafından teşvik edildi. Almanya'da Büyük Frederik'in (1712-1786) 5-14 yaşındaki bütün çocuklara başlattığı zorunlu eğitim, kısa sürede diğer Avrupa ülkelerine yayıldı. On yedinci yüzyıla gelindiğinde Avrupa'nın büyük bir kısmı yaygın eğitim kurumlarına sahipti.Osmanlı bu akımın tümüyle dışında kaldı. Cumhuriyet kurulana kadar "okul çağındaki çocukların çoğu Kuran kursu niteliğinde, sayıları, binaları, hocaları fevkalade yetersiz sübyan okullarına gidiyordu" diye yazıyor Yenal."Temel eğitim düzeyi sağlamak bir yana, Osmanlı'da basit okuryazarlık bile çok düşük düzeyde idi. Birçok alanda reformlar getiren Tanzimat hareketi ilköğretimi tümüyle program dışında bıraktı. 1870'ten sonra 'iptidai' adı verilen yeni bir tip okul açılmaya başlandı ve 1876 Anayasası ile çocukların ilkokula devam zorunluluğu getirildi. Fakat bu lafta kaldı, çünkü güya zorunlu yapılan ilköğrenime devlet parası olarak bir
Dünya ortalaması yüzde 2.36'dır. Demek ki Müslüman olmayan ülkelerde araştırma geliştirme harcaması Müslüman ülkelerde yapılanın altı mislinden fazladır.2005'te 17 Arap ülkesinden kaynaklanan bilimsel araştırma sayısı 13.444'tü. Anı yıl sadece Harvard Üniversitesi'nin arşivlediği araştırma sayısı 15.455 idi.2002'de yapılan bir araştırmaya göre, Arap bilim adamlarının sivrildiği üç konu var: Deniz suyunu tuzdan arındırıp tüketilebilir hale getirmek, deve üretimi, şahinle avcılık.Müslümanlık bilim düşmanı, bilime karşıt veya zıt düşen bir din midir? Bundan dolayı mı Türkiye dahil nüfusu Müslüman ülkeler araştırmaya bu kadar az önem veriyor, bilimde ileri değil? Müslümanlık neden olamaz çünkü 12 ve 13'üncü yüzyıllarda bilimin ilerlemesine yön veren bilim adamlarının çoğu Müslümandı. Müslüman ülkelerin yoksulluğu da bir neden olamaz. Suudi Arabistan, Kuveyt gibi petrol zengini ülkeler araştırmaya en az para ayıran ülkelerin başında geliyor.Sebep ne o zaman?Türkiye için konuşacak olursak, neden, bence, sistematik araştırmaya yönelik merak eksikliğidir. İslam Konferansı Örgütü'nü meydana getiren 56 ülkede araştırma ve geliştirmeye harcanan para yurt içi gayri safi milli hasılanın yüzde
Tahminler hükümet ne kadar kalıcı olacak, kalkınma hızı ne olacak, enflasyon kaça çıkacak gibi bir sürü konuyu kapsıyordu. EIU Economist dergisini de bünyesinde bulunduran şirketin bir parçasıdır. Türkiye gibi birçok ülke hakkında tahmin raporları hazırlatır ve oldukça yüksek meblağlara abonelerine satar.Beklentiler on yıllık bir süreyi kapsıyordu. Ben bunun sadece bir yılının kehanetini yapıyordum. Gerisini benim toparladığım rakamların üzerine inşa edilen bir modelle Londra'da yapıyorlardı. 1990'larda Economist Intelligence Unit'e yıllık siyasi ve ekonomik tahmin raporları yazıyordum. Bir yıllık tahmin yaparken bile bocalıyordum. Türkiye 1990'larda o kadar istikrarsız bir ülkeydi ki raporu yolladıktan sonra baskıya girinceye kadar neredeyse her gün bir düzeltme yollamak zorunda kalıyordum. Düzeltme yolluyordum da tahminlerim tutuyor muydu? Hayır.Çiller-Yılmaz-Erbakan-Ecevit-Demirel Türkiye'sinde, işlerin iyi gitmeyeceği dışında hangi tahmin tutabilirdi?Sonunda "Biraz da başkası ıstırap çeksin" diyerek o işi bıraktım. Hayatımda yaptığım en ruh çökertici işlerden biriydi. Geçenlerde yeni genel müdür Zafer Onat'la tanışmak için Finansinvest'i ziyarete gittim. Bana bir araştırma
Üniversiteler öğrencilerin bilgi biriktirdiği yerler olmak yanında birer sosyal değerler yuvası da olmalıdırlar. Eğitim diploma almaktan ibaret değildir, öğrenciler üniversitelerden ayrılırken eğitimle beraber yanlarında evrensel değerleri de götürmelidirler. Üniversite doğruluk ve dürüstlük anlamına gelmelidir, rüşvet, hırsızlık ve yalan değil.Maalesef ülkemizdeki eğitim sistemi bu kara vebaların hastasıdır. Üniversitelerimizi niteleyen öğretmenler ve öğrenciler tarafından işlenen intihal suçları, para karşılığı satılan tezler, sınav geçmek için ödenen rüşvet gibi uygulamalardır. Öğrenciler kanıtlanmış intihal suçlarına karşı tutum almalıdırlar. Onların, yasal olmayan uygulamalara, hırsızlığa ve sahtekârlığa hayır diyecek cesareti göstermelerini ısrarla tavsiye ediyorum.(2) Üç Türk üniversitesinde çalışan 12 öğretim üyesi ve doktora öğrencisi dünyanın önde gelen bilim dergisi Nature'da intihalci olarak teşhir edildi. Bu üniversitelerin adları nedir?(3) Bu üniversitelerden biri soruşturma ve inceleme konusunda ayak sürçüyor. Hangisi? (4) Hangi ülkenin eğitim bakanlığı eğitim dünyasındaki yozlaşma ve suiistimalleri önlemek için ulusal gözetim ve denetim kurumu kurmaya
Bu veya buna benzer bir lafı eski Fransız cumhurbaşkanlarından François Mitterrand (1916-1996) etti. İlk okuduğumda ne demek istediğini anlayamadım. Bir yönetici için taş yürekli olmak umursuyor olmaktan nasıl daha iyi olabilirdi? Çıkarmak veya çıkardığımı sanmak için uzun uzun düşünmem gerekti.Soğukkanlı olmakNormal bir insan için kusur olan bazı özellikler yöneticide meziyettir. Bunlardan biri taş yürekliliktir. Taş yüreklilik yöneticiyi duygusal, heyecanlı, yumuşak, mantıksız ve fevri, olmaktan alıkoyar. Başkaları galeyana gelirken onu mantığa getirir. Örneğin, PKK terörün musluğunu açıp ortalığı kana buladığı, hiddet ve kasvet ve intikam duygularının bacayı sardığı zamanlarda. Bu gibi zamanlarda, iyi yönetici taş yürekli olduğu için soğukkanlıdır. Bayrağa sarılı tabutların, gözyaşlarının, matemin PKK'nın ve onun iplerini çekenlerin manipülasyon aracı olduğunu bilir. PKK'nın oynadığı oyun, kurduğu tuzak açıktır. Türkiye'yi Irak'a çekip oradaki kan gölünün içinde boğmak istiyor. Bir memleketi yönetirken taş yürekli olmak, umursuyor olmaktan daha iyidir. Bu gerçeği görmemek için aptal olmak lazım. "Aptal değiliz" demeyin, çünkü 1960'tan bu yana sayısız aptallıklar gördük.
Atatürk, dil devrimini imparatorluğun geçmişinde entelektüel fazla bir şey olmadığı için yapabildi. Osmanlı kitaplıklarında fareler cirit oynuyordu. Müteferrika'nın ilk matbaayı kurduğu 1727 yılından sonra geçen 100 yıl içerisinde basılan Osmanlıca kitap sayısı 180'dir.Osmanlıların bir Homer'i, Dante'si, Kant'ı, Shakespeare'i, Voltaire'i olsaydı, dil devrimi diye bir şey akla bile gelmezdi.Büyük düşünürler, ilim adamları ve sanatkârlar dil ağacının kökleridir. O kökler dili bırakmaz. Atatürk'ün söktüğü ağacın neredeyse kökleri yoktu.Herhangi bir dilde, Divan edebiyatındaki kadar entelektüel içerikten ve derinlikten yoksun bir şiirler koleksiyonu bulmak zordur.Bir tarafa Osmanlı'nın coğrafi büyüklüğünü ve ömrünü, diğer tarafa yarattığı entelektüel birikimi koyduğunuzda karşınıza çıkan tezat akıllara durgunluk verecek düzeydedir. Dev bir imparatorluk, cüce bir entelektüel varlık.Cumhuriyet de entelektüel bir atılım yapamadı. Avrupa'da tam düşünce özgürlüğü olmayan birkaç ülkeden biri Türkiye olmaya devam ediyor. Yaşar Kemal, Orhan Pamuk gibi yazarlarına eziyet çektiren bir ülkede düşünce dünyasının gelişmesinden bahsedilemez.Entelektüel birikimi olmayan ülkeler sorunlarını