23 - 28 Eylül’de Köln’de yapılan Photokina Fuarı’nda, LEICA, M8’in geliştirilmiş versiyonu, LEICA M8.2 profesyonel dijital telemetrik fotoğraf makinesi tanıtıldı. LEICA M8’in en üstün özellikleri olan sessizlik, sezgisellik ve dayanıklılık, M8.2’de daha da geliştirilmiş.
LEICA M8.2’de ekranının çizilmesini önleyen ve doğadaki en sert oluşumdan meydana gelen safir kristal cam kullanılmış. Leica M8.2 bu kaplamayı kullanan ilk profesyonel dijital makine olduğu iddiasında.
M8.2’in gövdesiyse, elle kavramayı kolaylaştıran dayanıklı “vulcanit”ten yapılmış.
M8.2’de enstantane hızı, sesini azaltıp, sarsıntıyı önlemek için en fazla 1/4000 ile sınırlandırılmış.
Snap shot
Profesyonel olmayan fotoğrafçılarında M8.2‘i rahat kullanabilmesi için eklenen “snap shot” modu ile çok başarılı sonuçlar yakalamak herkes için mümkün.
Leica bu modelinde, uzak mesafeleri daha net görüntülemek ve daha hassas kadrajlama yapabilmek için parlak çizgili görüntü penceresi pozlama kompensasyonu için kısa yol, otomatik ISO fonksiyonu, 2 saatte pilin yüzde 80 kapasitesini şarj eden hızlı ve kompakt şarj adaptörü gibi yeni özellikleri de eklemiş.
D100 (E5), emniyet şeridinin kaldırılmasıyla Türkiye’nin en tehlikeli yolu haline geldi
Adı üstünde emniyet şeridi; bir sığınak. Bazı ülkelerin bazı yollarında, sağda ve solda çift emniyet şeridi var.
Ve İstanbul trafiğini yöneten beyinler, kent trafiği tarihinde en çok kazanın gerçekleştiği ve en çok insanın öldüğü D100’ün (eski E5) büyük bölümünde emniyet şeridini kaldırdı.
Hafta içinde Mehmet Y. Yılmaz, Hürriyet’teki köşesinde bir kazayı örnekleyerek durumun vahametini vurguladı.
D100’de bir kamyon arızalanmış ve en sağ şeritte durmuştu. Suçun kimde olduğu hiç önemli değil; bir motosikletçi de arkadan kamyona çarparak ölmüştü. Kamyonun bir saat önce çevirmede yük haddini aştığı için ruhsatına el konulmasına rağmen trafiğe tekrar salınması ve bunun sorumlularının ceza alıp almayacakları da ayrı bir yazı konusu.
Metrobüsü eleştirmiyorum ancak bu sistemi saçma bulanları, neden metro ya da raylı sistemler denenmediğini sorgulayanları da hatırlatmadan geçemeyeceğim.
Şu an derdimiz ortadan yok olan emniyet şeridi!
Sony’nin tek kişilik hoparlör sistemi PFR-V1, ev sineması kavramına yeni bir boyut kazandırıyor
Ne olduğu anlaşıldığında Rene Magritte’in “Bu bir pipo değildir”ine benzer etki yaratan bir cihazla karşı karşıyayız sayın okuyucular. Geçen hafta Sony’nin PFR-V1 takılabilir hoparlör sistemini test ettim. Uzaktan bakınca bir kafatası ölçme aparatını andıran, yakından bakınca da bir kulaklığa benzeyen PFR-V1, aslında tek kişilik bir hoparlör sistemi. PFR-V1’i kafama takıp televizyonun karşısına geçtim. Test süresince birkaç aksiyon DVD’si izledim; PlayStation 3’te Metal Gear Solid 4 oyununu oynadım.
PFR-V1 bas ve tiz sesleri ayrı ünitelerden çıkartıyor. Etkin olarak konsol oyunlarında ve filmlerde kullanılabilecek nitelikteki sistemde orta ve yüksek frekanslar, doğrudan kulağa dönük yerleştirilmiş bir çift küresel sürücü ünitesinden iletiliyor. Bu sayede dinleyici hem bulunduğu odanın geri kalanından soyutlanıyor hem de normal bir hoparlör sistemindekine benzer bir ses deneyimi yaşıyor.
PFR-V1, açık tasarımına rağmen hoparlörlerin kulaklara yakınlığına bağlı olarak dışarıya ses sızıntısını minimum seviyede tutuyor. Sistemin tasarımı onun gözlerden uzak bir şekilde kullanılması
Birkaç yıldır ortalıkta bir “Özgürlük Gemisi-Freedom Ship” efsanesi dolaşıp duruyor. Amerikalı girişimci Norman Nixon’un (kendisi ABD Başkanlık seçimlerinin küçük adaylarından biri) 1990’lı yıllarda geliştirdiği projenin amacı dünyanın en büyük gemisini inşa edip, yaşam alanları ve diğer tesisleriyle kent işlevi görmesini sağlamak.
Bir vergi cenneti anlamına da gelen “Özgürlük Gemisi”nin henüz inşasına başlanmadı. Nixon proje için finansman arıyor ki, bu geminin maliyeti Nixon’un rakamlarına göre 11 milyar dolar olacak. Nixon, 1999’daki bir röportajında da gemiyi 6 milyar dolara bitirebileceğini söylemişti.
“Özgürlük Gemisi”nde tek yatak odalı stüdyo dairelerin fiyatı 121 bin dolardan başlayacak. Gemideki en özel dairelerin yer aldığı 21’inci katta daire fiyatları 11 milyon dolara kadar çıkacak.
Dünyanın çevresindeki turunu iki yılda bir tamamlayacak olan “Özgürlük Gemisi” asla kıyıya yaklaşmayacak, gemideki insanlar 20 dakikada bir kalkacak feribotlarla karaya transfer edilecek. Geminin tepesinde planlanan ve bir Boeing 747’nin inmesine müsait olacak havaalanı da transfer de kullanılacak.
Müziğin plaktan dinlendiği günleri özlüyorum. Devasa bir plak koleksiyonum olmadı ama o kadar plaktan da birini alıp, özenle pikaba yerleştirme ve arşivleme eyleminin bir ayin olduğunu hala hatırlıyorum.
Baskın müzik dinleme formatı bugünlerde CD; ancak onun da sonu geliyor. Ki bu da o ayinin plaktan yadigar arşivleme geleneği tarih olacak anlamına mı geliyor?
Rakamlara göre 2007’de dünyada CD formatında 449 milyon, dijital formatta 50 milyon albüm satılmış. Hala en çok albüm fiziksel formatta satılıyor. Ancak CD satışlarındaki bir önceki yıla göre yüzde 19’luk düşüş, birkaç yıl içinde CD’lerin de nostaljik nesneler hale geleceğini gösteriyor.
Canımı sıkan da bu işte. Her şey dijital oluyor; bu arada ruhumuzu da bir gün dijital ortama aktarmak mümkün olacak mı? Eğer olacaksa geleceğe sesleniyorum: Beni bulun.
Teksas’tan çıkıp küresel liderlerden biri olma yolunda ilerleyen Dell’i, felsefesi ve yeni dizüstü modellerinin tanıtıldığı Monte Carlo’da yakından tanıdım. Daha çok mobil iş insanlarını, profesyonelleri hedefleyen Dell, geçen çarşamba günü ürünlerini “dijital göçebeler için yeni buluşlar” diyerek lanse etti.
Organizasyonun adı “Mobilite Zirvesi”ydi ve bu zirve de lider olduğu ABD’nin dışında yeteri kadar ilgi göremeyen Dell’in vizyonunu Avrupa’da daha iyi tanıtma çabasının bir ürünüydü.
Teknik anlamda oldukça iyi bilgisayarları, Mike Ming işi motiflerle de süsleyerek, fazladan kişiselleştirme imkânı sunan Dell, Avrupalı gazetecilerin önünde “19 saat pil ömrü”nün havasını da attı.
Ancak Dell’in o gün dijiliteratüre yaptığı asıl katkılar ”dikizlenme” durumuna son veren “gizlilik” uygulaması, cep projektörü M109S, göz alıcı renklerdeki Latitude serisi ve bir de teknik sınırları zorlayan
Motosiklet şeridi istiyoruz” başlıklı bir önceki yazı, yurtta ve cihanda ses getirdi; hal böyle olunca konuya devam etmek ve özellikle gelen tepkilerden birkaçına yer vermek şart oldu.
O yazı kafalarda bir “fantezi” etkisi yaratsa da, sayfada kullanılan ve Paris’te çekilmiş konu fotoğrafıyla tüm araçların şeridini izlemesi durumunda trafiğin nasıl bir nizama kavuşacağının, motosikletlerin ve ambulans gibi araçların da şeritler arasındaki koridordan rahatça yol alabileceklerinin vurgusunu yapmıştım.
Şurası bir gerçek, yoğun olsa bile herkesin hedefine kadar kendi şeridini izlediği bir trafik ağır da olsa ilerler; bizdeki gibi kilitlenmez.
İlk tepki yazının yayımlandığı gün, motosiklet kullanmayan Fatih Yılmazkarasu isimli okurdan geldi. Motorcuların ruh halini anlamak için yazılarımı takip eden Fatih bey, görüşlerimin çoğuna ve “motosiklet şeridi” fikrine de karşıydı.
Bu yazıyı okuyanlar, muhtemelen ortalama bir gün içinde bilgisayar veya telefon monitörlerinden, basılı bir kağıttan okuduklarından daha fazla kelime okuyordur. Kişisel tercihim bu yazıyı internet yerine basılı gazeteden okumanız, ama o başka bir konu... Eski kafalı diye değerlendirebilirsiniz beni, kafam da pek yeni sayılmaz zaten.
Mürekkebin kokusunu, lekesini ve gazete sayfalarını çevirirken çıkardığı sesi sevsem de büyük konuşup “kağıdı hiçbirşeye değişmem” diyemem. Ve “Bakalım zaman ne gösterecek” diye bir cümle kurmaya hazırlanıyorken, aslında benim de elektronik kitaba doğru bir eğilim içinde olduğumu fark ettim.
Henüz bir “elektronik kitap okuyucusu” sahibi değilim. Ancak şu ana kadar kullandığım bir çok cep telefonunu ve hatta oyun oynadığım portatif PlayStation’ım (PSP) yazılımlar aracılığıyla kitap okumaya izin veriyordu. On, belki de yalnızca 5-6 yıl önce evimdeki kitaplarım bana bir güven duygusu verirdi. Çoğunu okumasam da, sırtımı yasladığım duvarda duran 3 bini aşkın kitabın, içerikleriyle her an yardıma hazır,