Dış politikada mütekabiliyet (karşılıklılık) diye bir ilke vardır. Devletler arası ilişkide onurun ve çıkarların korunmasını öngörür. Devletin saygınlığı ile ilgilidir.
Osmanlı’dan kalan şöyle bir ‘hikâye’ vardır...
III. Napolyon’un süslü - püslü, beyaz boyalı bir arabası varmış. Paris halkı nezdinde bu araba korku ve telâş kaynağıymış. Görür görmez kaçışırlar, göz önünden kaybolmaya çalışırlarmış. O sıralarda Fransa’nın İstanbul sefiri de padişahların saltanat kayığına benzer bir kayık yaptırmış, debdebeyle gezip Boğaziçi’nin keyfini çıkarırmış. Sultanımız gıcık olsa da bizim Hariciye, Fransız sefirini o sevdadan vazgeçirmenin yolunu bulamamış. İstanbul sefirinin Boğaziçi’ndeki macerası Paris’te Osmanlı sefiri olarak bulunan Ahmed Vefik Paşa’nın kulağına gitmiş. Hemen Napolyon’un arabasının aynısından yaptırmış. Olur olmaz zamanda arabasına atlayıp Paris’i turlar, Vefik Paşa’nın arabasını görüp III. Napolyon geçiyor zanneden Parisliler selama dururlarmış.
Akademisyen Fatih Yaşlı, bir yazısında yaşanan siyasi çarpıklığın fotoğrafını çekiyor, özetle diyor ki:
“... Türkiye bir yandan neredeyse toplumun yarısını oluşturacak bir şekilde geniş kesimlerin kendisini Atatürkçü, cumhuriyetçi, laik, seküler vs. olarak gördüğü ama öte yandan bunun siyasete yansımadığı, siyasal alanda buna dair bir mücadelenin yaşanmadığı, bunları savunmaya ve iktidara getirmeye dair bir iradenin mevcut olmadığı tuhaf bir dönemden geçmektedir.
Evet, bugün Türkiye’de kendisine Atatürkçü diyen milyonlar vardır ama bu Atatürkçülük “Atam” fetişizminden, nostaljiden, sosyal medyada fotoğraf, video paylaşımından ve ulusal günlerde bankaların çektikleri reklam filmlerine bakıp duygulanmaktan öteye gitmemektedir.
Kendisine Atatürkçü diyerek bunun üzerinden siyaset yapan bir siyasi aktör ise yoktur. Bugün Atatürkçülük ideolojik ve teorik olarak sahipsizdir.”
Tespit doğrudur.
En başta
Amerikan Doğa Tarihi Müzesi küratörü Prof. Lorenzo Prendini isimli şahsın plastik poşetlere konmuş endemik türde 1500 akrep, örümcek ve kırkayak ile 88 plastik şişe sıvıyı Türkiye’den çıkarmak üzereyken havalimanında yakalandığını yazdık. Olayla ilgili kuşkularımızı dile getirdik. Tarım Bakanlığı Basın Danışmanı Yusuf Şahbaz arayarak “Niğde Üniversitesi ile ortak olarak araştırma yapan Prendini’ye “Toplanacak örneklerden elde edilecek her türlü ürünün yurtdışına çıkarılmaması ve ticarete konu edilmemesi’ şartı ile araştırma izni verildiğini” anlattı.
Lorenzo Prendini, Türkiye’de Niğde Üniversitesi’nden Prof. Ayşegül Karataş ve Prof. Ahmet Karataş ile ortak proje çerçevesinde çalışmış...
Gördüğümüz kadarıyla... Türkiye’de iki hafta kalan Lorenzo, birkaç örneği Niğde Üniversitesi akademisyenleriyle ortak çalışarak bulmuş ama bu malzemenin çok büyük kısmı birilerince önceden hazır edilerek Lorenzo’ya satılmış ya da Lorenzo kurye
Atatürk’e yakın isimlerden, yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bir gün O’na, kendisini en yalnız ve çaresiz hissettiği dönemi sorar... Ne çocukluk günleri ne savaşlar... Atatürk, hayatında en en zor dönemin, “İşgal altındaki İstanbul’da kapı kapı dolaşarak insanları milli mücadeleye ikna etmeye çalıştığı” günler olduğunu anlatır. İşgal İstanbul’unda esaretten kurtulmak için başkaldırmaya niyetli o kadar az kişi vardır ki...
Alev Coşkun, “Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 Ay” adlı kitabında o sıkıntılı günleri çok güzel anlatır...
Kitaptaki çarpıcı öykülerden birinin kahramanı da yazar Refi Cevad Ulunay’dır... Padişah yanlısı gazeteci Ulunay, Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyaret eden ilk basın mensubudur. Ulunay, 4 Şubat 1919 tarihinde yaptığı röportajdan gazeteye döndüğünde, arkadaşları ne konuştuklarını soruyor...
Ulunay, “Şu sıralarda Anadolu’ya geçilir, orada teşkilat kurulur, milli mukavemet harekete geçirilirse Fransız’ı da
Tiyatromuzun ünlü ve önemli isimlerinden Ayten Gökçer hayattan ayrıldı...
Sesi ve sanatıyla izleyenlerin zihninde ve kalbinde yer edinmiş bir sanatçıydı...
Sinemada da oynadı… Ancak o kökten sahne insanı, tiyatro sanatçısıydı.
Ordulu okurumuz Ali Öztürk, Ayten Hanım’ın bizzat anlattığı bir öyküyü göndermişti geçmişte.
Değerli sanatçıyı bu anısıyla analım...
Ayten Hanım ve tiyatro grubu yıllar önce Karadeniz turnesindedir. Ordu’da bir sinemada oynayacaklardır. Ayten Hanım bir ara gişede bir tartışmaya tanık oluyor. Yaklaşıp izliyor. Meğer gişenin camına “Koltuğumuz kalmamıştır” yazılı bir kâğıt asılmış. Vatandaşın biri de evinden iki koltuğu bir kamyonete yükleyip, kapıya getirmiş. İçeri sokmak istiyor. Ayten Hanım duruma el koyuyor. Koltuklar içeri alınıp mecburen en öne yerleştiriliyor.
Tartışma bitiyor mu? Hayır. Bu defa da diğer seyirciler başlıyor:
- Neden bazı seyirciler oyunu özel koltukta izliyor, diye şikâyete.
Vali İsa Küçük ile 90’larda Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin bir toplantısında tanıştık. ÇYDD’ye açıkça destek veren az sayıda validen biriydi... Sanırım o toplantıda sevgili Türkan Saylan’dan da bir ödül de almıştı... Bartın Valiliği sırasında kente ve özellikle öğrencilere katkılarını sütunumuzda dile getirmiştik. İsa Küçük’ün 1987 yılında Ovacık kaymakamlığıyla başlayan meslek yaşamı onurlu ve parlak görev yılları sonunda Ankara’da merkez valiliğiyle sona erdi. Şimdilerde artık kitap yazıyor. Son kitabı “Stabilize Yol Havaları” başlığını taşıyor. Kitapta anılar ve şiirleri birbirini tamamlıyor.
Lise yıllarında şehirli bir kıza yazdığı kafiyeli mektubun şu satırlarını okuyalım önce...
“Bizim tarlada yılan var, akrep var, kurt var
Yılanla akreple kurtla savaş var
Bizim köyde biçerdöver yok, orak var
Traktör yok karasaban var…”
İsa Küçük lise son sınıfta bir yarışmada bu şiirini okuyor. Arkadaşlarının oylarıyla birinci seçiliyor. Bir hafta sonra okul disiplin kurulu
Ünlü iş adamı Vehbi Koç anlatıyor:
“Bazı kişiler benim Antalya’da sahibi olduğum Talya Oteli’ne gitmeyip de daha mütevazı olan Erdek’teki Pınar Oteli’ne gidişime hayret etmektedir. Ben de onlara:
“Talya Oteli pahalı, onun için Erdek’e gidiyorum” şeklinde cevap verince işi cimriliğime getirip doğru söylediğime inanıyorlar. Halbuki benim Erdek’e gidişimin başka sebepleri var...
Üniversitelerimizden genç asistanlar, doçentler, subaylar, pilotlar ve Almanya’dan gelen işçiler genellikle Erdek’teki otellerde ve kamplarda tatillerini geçiriyorlar.
Bu vesile ile onlarla sohbet edip görüşlerini öğreniyorum. Gençler bana daima yeni şeyler söylüyorlar, onlardan çok şeyler öğreniyorum...”
***
Vehbi Bey 90 yılı aşkın süre yaşadı. Ömrünün sonlarında da başındaki gibi gençti. Gençliğini kuşkusuz düzenli yaşamak kadar yukarda anlattığı kimi ilkelerine de borçluydu.
Tıbbın kabul ettiği ilke şudur:
CHP Kırşehir Belediye Başkanı Selahattin Ekicioğlu başkan yardımcıları olarak kayınbiraderi Hamza Çam ile bacanağı Mustafa Orman’ı atamış...
CHP’li Bursa Belediye Başkanı Mustafa Bozbey de yeğenini belediye şirketinde yönetim kurulu başkanı yapmış.
Mustafa Bozbey eleştirilere sitem ederken komik bir cevap vermiş:
“Bu gençler hiç mi çalışmayacak?” demiş...
Eskiden CHP’li demek Cumhuriyet terbiyesi almış adam demekti.
Cumhuriyet terbiyesi almış adam bir iş yaparken en azından:
- Etraf ne der, diye düşünürdü.
Oyunu aldığı seçmene saygılı davranırdı.