15 Temmuz’a anlamlı bir ad verildi: “Demokrasi ve Milli Birlik Günü”
15 Temmuz darbe girişimi demokrasi ve milli birliği hedef aldığı için bu ad uygun düşüyor. Ülkenin gerçek demokrat ve gerçek aydınları hiçbir zaman darbeleri desteklememiştir. Darbe adı üstünde demokrasinin kuyusudur.
15 Temmuz’un dördüncü yılında beklenen ve umulan, demokrasinin inen değil yükselen bir çizgi izlemesidir.
Bunun için 15 Temmuz’un ardında kalan karanlıkların da aydınlanması gerekiyor.
Darbe girişiminin ardından 4 Ekim 2016 tarihinde Meclis’te bir araştırma komisyonu kuruldu. Ancak yoğun isteklere rağmen
MİT Müsteşarı ve Genelkurmay Başkanı
bu komisyonda sözlü ifade vermediler. Komisyon raporu Meclis’te okunmadı
Ayasofya’nın müzeden camiye çevrilmesi, içinde namaz kılınıp kılınmamasından ibaret bir konu değil kuşkusuz. Zaten 30 yıldır içinde beş vakit ezan okunuyor, namaz da kılınıyordu. Medyada “İlk namaz 24 Temmuz’da kılınacak” diye sevinç gösterisi yapanlar, anlaşılıyor ki 30 yıldır Ayasofya’nın semtine uğramamışlar.
Bizce, “Başka ülkeler ne der, misilleme yaparlar mı?” kaygısı da fazla önem taşımıyor.
Bizim de onlara misilleme yapmamızdan çekinirler.
Olan Türkiye’nin dünya ailesi içindeki “imajı”na olur.
Türkiye 80 yıldır dünyaya “halkının çoğu Müslüman olup da laik demokrasiyi uygulayan tek ülke” olarak örnek gösteriliyordu. İslam ülkelerine rol model olarak işaret ediliyordu.
Dinsel özgürlükler ve hoşgörü anlamında doğunun en batısında yer alıyorduk. Ayasofya, müze olarak bu iddiamızın dev bir sembolüydü.
2005 yılında İspanya ile birlikte “Medeniyetler İttifakı”nı oluşturmamız bu kimliği güçlendiren büyük bir adım daha oldu.
M&uum
Sakarya’da nihayetinde çatapat ve havai fişek üreten fabrikada son 11 yılda 5 kez patlamanın olması, her patlama sonrası firmanın ismini değiştirerek faaliyetine aynı şekilde devam etmesi, patlama sonrasında Vali Bey’in “Denetim eksikliği yok, en son üçüncü ayda denetim yapıldı. İlgili birimlerimiz bütün denetimleri periyodik olarak ciddi şekilde yapıyor” açıklaması aslında akıllara çok ciddi başka sorular getiriyor.
Eğer gerçekten denetimlerde bir eksiklik yok ise, 3 ay önce yapılan son denetimde de hiçbir sorunla karşılaşılmamışsa, böylesine denetlendiği halde tesiste sürekli patlama oluyor ve bu kadar can kaybı meydana geliyorsa demek ki denetim prosedüründe veya denetimi yapan teknik personelde önemli eksiklik ve sorun var. Nihayetinde havai fişek ve çatapat türü patlayıcı üretimi yapan bir fabrikada 11 yıldır bu problemler çözülemiyorsa, Allah korusun, nükleer santral gibi, atıkları bile büyük sorun olabilecek bir tesisin işletmesi nasıl olacak?
Geçiyoruz... İkinci patlamada şehit olan
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktıktan sonra yaptığı temaslara bakarak niyetini anlayan İstanbul, kendisini geri çağırır. Gitmeyince görevinden istifasını ister. Mustafa Kemal 1919 yılı 7-8 Temmuz günlerinde istifasını vererek, hem görevinden hem ordu hizmetinden ayrıldığını bildirir. Çocukluğundan beri üzerinde taşıdığı, katıldığı savaşlarda aldığı madalyalarla süslü asker üniformasını üzerinden çıkarır. Sonrasını Lord Kinross’un Atatürk adlı kitabından okuyalım:
“Ertesi gün Kurmay Başkan Albay Kazım Bey’le oturmuş resmi telgrafları elden geçiriyorlardı. İş bitip de Mustafa Kemal kahve ısmarladığı sırada Kazım Bey ayağa kalkarak sükûnetle:
- Paşam, dedi, ordudan istifa etmiş bulunuyorsunuz, artık sizin yanınızda göreve devam edemem. İzninizle Kazım Karabekir Paşa’ya bana başka bir askeri görev verilmesini rica edeceğim. Bu kâğıtları kime devredebilirim?”
Mustafa Kemal’in yüzü bembeyaz oldu. Kazım Bey’in bu davranışı onu öyle sarsmıştı ki sadece “Öyle mi beyefendi” diyebildi...
Neyse ki daha
İstanbul’u yeniden yaratan bu aziz adamı, Çelik Gülersoy’u 6 Temmuz 2003 tarihinde kaybetmiştik. Dün onun ölüm yıl dönümüydü. Turing Kurumu Başkanı Gülersoy, İstanbul’a gelmiş geçmiş belediye başkanlarından daha fazla kültürel hizmette bulunmuştur. Şehirde bugün halkın nefeslendiği, geçmişin hatırasını taşıyan sayısız eseri o kurtarmış, hayata döndürmüştür.
Onarttığı eserler arasında:
Kadıköy Ayrılık Çeşmesi... Kariye Kilisesi... Babıâli Kapısı... Şişli’deki Atatürk Evi... Çamlıca tepesi... Tevfik Fikret’in Aşiyan’daki köşkü sayılabilir.
Yıkılmaktan kurtarıp eski haline döndüğü eserler:
Yıldız Parkı’nda Malta, Çadır ve Sarı köşk... Pembe ve Yeşil seralar...
Emirgan korusunda Sarı, Beyaz ve Pembe köşkler...
Çubuklu’daki Hıdiv Kasrı...
Sultanahmet’teki Yeşil Ev...
RTÜK tarafından Halk TV ve Tele 1’e 5’er gün ekran karartma cezası verildi.
Tele 1’e cezanın sebebi mayıs ayında “Karanlıktan Aydınlığa” isimli programda konuk ilahiyatçı Cemil Kılıç’ın Diyanet İşleri Başkanlığı’nı hedef alan sözleri.
Halk TV’ye karartma cezası ise gazeteci Hüsnü Mahalli’nin bir programda devlete yönelik eleştirileri nedeniyle verildi.
Beş gün yayın durdurma RTÜK’ün bugüne kadar verdiği en ağır ceza.
Daha önce sakınca görülen programlara durdurma ceza verildi. Ancak bir program nedeniyle tüm yayının üstelik 5 gün durdurulmasına ilk kez rastlanıyor.
Ekran karartmak ayrıca vatandaşın haber ve bilgi alma hakkını ortadan kaldırmak anlamına geliyor.
En vahimi: Eğer yeniden ceza alırlarsa bu iki kanalın yayın lisansları iptal edilecek.
Bir gazeteci için en ağır ceza gazete ya da kanalın yayınının durmasıdır. Biz 12 Eylül sıralarında bu acıları yaşadık. Canı fena sıkılır insanın. Gazeteci arkadaşlarımıza bu yüzden sabır diliyoruz. Tabii hapislerdeki daha da zor durumda olan meslektaşlarımıza da...
Rüyamda geniş bir ofisteyim. Asistanım, sizi New York’tan arıyorlar, diyor.
Hayrola, diyerek telefonu elime
alıyorum. Karşımdaki ses:
- Sizi .... ofisten arıyorum, diyor. Ofisin adını tam duyamıyorum. Neden siyasete girmiyorsunuz, diye soruyor, ben damdan düşer gibi gelen bu soruya ne yanıt vereceğimi düşünürken o, eğer böyle bir şey düşünürseniz bütün desteği vermeye hazırız, diye ekliyor
Fikir fena değil. Teklife hemen ısınıyorum:
- Politikaya nasıl bir giriş yapmamı önerirsiniz?
- Parti kuracak, iktidarı kum torbası gibi yumruklayacaksınız.
- Yani?
İngiltere’deki müzayededen satın alınan Fatih Sultan Mehmet tablosunda, Fatih’in karşısındaki gencin Cem Sultan olup olmadığı tartışmaları sürerken Cem Sultan’ın acıklı öyküsü zihinlerde tekrar canlanıyor.
Fatih’in oğlu Cem 22 Aralık 1459 tarihinde Edirne Sarayı’nda doğdu. Annesi Çiçek Hatun’du.
1473’te Fatih Sultan Mehmet, Uzun Hasan’ın üzerine, Doğu seferine gitti.
Fatih, Şehzade Beyazıt’ı yanına almış ama Cem’i lalalarıyla birlikte Edirne Sarayı’nda bırakmıştı. Fatih’ten 40 gün kadar hiç haber gelmeyince Şehzade’nin lalaları Süleyman ve Nasuh Çelebi onu padişah ilan etti. Fatih Sultan Mehmet geri dönüp durumu öğrenince Süleyman ve Nasuh Çelebi’yi idam ettirdi.
1481’de Fatih’in ölümü üzerine Şehzade Cem’i padişah yapmak isteyen Veziriazam Karamanlı Mehmet Paşa ayaklanan yeniçeriler tarafından öldürüldü.
Padişahlığını ilan eden Beyazıt ile Şehzade Cem arasında savaşlar başladı.
Savaşta yenilen Cem ailesiyle birlikte önce Kahire, sonra