Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İsveç’in dünyaca ünlü film yönetmeni Ingmar Bergman 2007 yılında öldüğünde Türkiye’de onun anısına yazı yazan bir veya iki sinema yazarı çıktı. Bir de ben... Sinema duayeni Atilla Dorsay da biraz garip karşılamıştı onca adam dururken Bergman’ı benim yazmamı. Oysa pek de ilgisiz sayılmazdım konuya.

Anılar... Anılar... Bergman’ın peşinde


Yıl 1965... Ankara’da Mülkiye’nin birinci sınıfında sıkkın geçiyor günler. Baskın Oran’dan Mahir Çayan’a, Yusuf Küpeli’den Hasan Celal Güzel’e, Ömer Madra’dan Halil Ergün’e, Nabi Şensoy’dan İlber Ortaylı’ya, Osman Birsen’den Murat Karayalçın’a, Cem Duna’dan Uluç Gürkan’a... Sonradan ünlenecek bir yığın genç adam o yıl birinci sınıfta cıvıltılı bir kadro oluşturmuşuz. Ama herkes derslere sardırmış durumda. Hayat monoton. Kimi akşamlar Orçun’la birlikte Fransız Kültür Merkezi’ne takılıyoruz. Güzel filmler geliyor. Derken, bir Bergman Haftası başlıyor. İlk film Yaban Çilekleri. Ne lezzetli bir film. Sonra diğer Bergman filmleri: Yedinci Mühür, Sessizlik, Kadınların Bekleyişi... Bir yandan da film senaryoları, Bergman incelemeleri okuyorum. Okudukça başka bir dünyanın bizi çağırdığını duyumsuyorum. Zaten öyle okulu bitirip de büyükelçi, kaymakam, maliyeci falan olacak tipte adam değilim. Bizi gelecekte masa başı işlerin beklediğini düşündükçe sıkıntım artıyor. Nitekim sene sonunda sınıfta çakıyorum. Orçun, “Ben Paris’e gideceğim” diye tutturuyor. Ne var baba Paris’te? Sinemacı olacağım. Bendeniz durur mu? “Ben de İsveç’e gidiyorum.” Hayrola? Sinemacı olacağım.

Anılar... Anılar... Bergman’ın peşinde


Haberin Devamı

Eylül başında sınıf arkadaşları ikinci sınıf koridorlarını şenlendirirken... Biz Orçun’la Sirkeci Garı’nda vedalaşıyoruz. Elde birer asker bavulu. O Paris’e, ben İsveç’e. Annemden yalvar yakar aldığım 200 dolar yolda suyunu çekiyor. Cebimde birkaç kuruşla Malmö’ye iniyorum. Biraz ötedeki üniversite şehri Lund’a geçiyorum. O zaman İsveç’te iş bulmak kolay. Kapısını çaldığım ikinci restoranda (Ake Hans) iş buluyorum. Yaban Çilekleri filminin noktalandığı o büyülü kentte bulaşıkçılık ve garsonluk günleri başlıyor. Çalışıp para kazanmanın keyfi başka. Gündüz çalışıyorum. Gece birlikte bulaşık yıkadığımız üniversiteli gençlerle sohbetlere takılıyoruz. Franco rejiminden kaçan İspanyol arkadaşların öğrettiği devrimci şarkıları beraber söylüyoruz meydanlarda:

Haberin Devamı

“Cuando querra Dios del cielo

que la tortilla se vuelva

que los pobres coman pan

y los ricos mierda, mierda”

Yani, “Göğün Tanrısı (Franco) öldüğünde, omlet tersine dönecek, fakirler ekmek yiyecek, zenginler ... yiyecek.”

Birkaç ay geçiyor. Biraz para yapılıyor. Ver elini Stockholm. Bergman o yıllarda Film Skolan adlı sinema okulunun da müdürü. Kendisiyle nasıl konuşabilirim? Tipiden göz gözü görmeyen bir günde otobüse biniyorum. Otobüs şoförü kentin kilometrelerce dışında uçsuz bucaksız bir arazinin ortasında duruyor, bana eliyle ta uzaktaki barakaları gösteriyor. Orası Bergman’ın okulu ve film stüdyoları. Kar diz boyu. Yürü Allah yürü... Aklı olan kimse oraya normal havada bile yürüyerek gitmez. Biz tipide gidiyoruz. Nihayet Film Skolan’ın stüdyolarına varılıyor. Kimseler yok ortada. Bergman soruyorum. Karşıma dünya güzeli bir kız çıkıyor. Sekreteriymiş:

Haberin Devamı

- Bay Bergman İtalya’da diyor. Bir süre gelmeyecek. Siz?

- Ben sinema okumak istiyorum.

Kız anlatıyor. O okulda okumak için önce İsveççe öğrenmek lazımmış. Diğer üniversitelerdeki gibi İngilizce bilmek yeterli değilmiş. Her yıl okula sınavla sadece 20 öğrenci alınıyormuş. Üstelik sınavlar çok çetinmiş. Umutlar suya düşüyor. Serüven hüzünle bitiyor. Bulaşıkçılığa kös kös geri dönülüyor.

Talih yol gösterdi... İsveç’te bir yıl süren maceradan Türkiye’ye dönüşte önce TRT Haber Merkezi’ne, peşinden TRT Televizyonu’na girdim. Sınavlardan, kurslardan geçtim, yönetmen ve programcı oldum. Kısa filmler yaptım. Bir küçük, küçücük Bergman oldum. Siyasi programlar yapan bölümün şefi olduğumda 26 yaşındaydım.

TRT’de siyaset dünyasını sarsan programlar yaptık. Afyon yasakları, yoksul çocuklar, boraks, köy enstitüleri, öğretmenler, vs... TRT özerkti. Karışan görüşenimiz yoktu. Bir daha asla o kadar özgür ve halktan yana programlar yapılmadı televizyonlarda. Şairin dediği gibi: O da bir devir idi, karıştı zamane...

12 Mart 1971’de askeri darbeyle kapı dışarı edildik. Böylece benim yönetmenlik günlerim de sona erdi. Elveda Bergman, elveda sinema aşkı, elveda televizyonculuk, diyerek Ankara’nın gazete merkezi Rüzgarlı Sokak’ın yolunu tuttum. Bergman öldüğünde benim de Bergman ve sinema hayallerim çoktan ölmüştü. Bazı arkadaşlar TRT’ye dönüş için dava açtı. Ben açmadım. O güzel ve özgür günlerin geri gelmeyeceği belliydi. TRT özerkliği darbeyle birlikte Anayasa’dan çıkarılmıştı.

(NOT: Bazen TRT’de yaptığımız televizyon programlarının akıbeti soruluyor. Program filmlerini sonradan aradık. Yakıldığını söylediler. Canlı yayınlanan programlar videoya alınıyordu. Onlar bir ihtimal duruyordur. Korkudan onları da yakmadılarsa...)