Gizli sigorta!...

11 Şubat 2004

Yeni dünya masalı...

Türkiye'de bazen gereksiz şeyler üzerine yüzlerce sayfa yazı okursunuz.. Bazen çok gerekli bilgiler ortada dolaşır ama bir türlü kulağımıza ulaşmaz.. Misal mi?
Bilmiyorduk... Meğer Garanti Sigorta Fonu diye bir fon varmış. Bu fon trafik kazası geçiren vatandaşların tedavi masrafları ile ölüm giderlerini karşılamak için kurulmuş. Fon hesabında 110 trilyon lira birikmiş... Hâlâ da birikiyormuş... Neden mi? Çünkü vatandaşın böyle bir fondan haberi yokmuş da ondan.
Sağlık Bakanlığı'nın hastane yönetimlerini bilgilendirmemesi... Vatandaşın da yasaları pek bilmemesi yüzünden fona herhangi başvuru olmazken, çok sayıda parasız vatandaş hastane masraflarına boğuluyor. Fondan sorumlu Türkiye Sigorta Reasürans Şirketleri Birliği Genel Sekreteri Bilge Kongar diyor ki:
- Trafik sigortası olan araçların yaptıkları kazanın masrafı sigorta tarafından ödenir. Aracın sigortası yoksa ya da araç plakasız ise kaza geçiren vatandaş başvurup tüm masraflarını bizden alabilir... Ancak vatandaşlar bu uygulamayı bilmedikleri

Yazının Devamı

Beyaz hikâye...

10 Şubat 2004

Gerisini Aksiyon dergisinden okuyoruz:- İstanbulu felce uğratan kar fırtınasının yaşandığı gün, aslında İstanbullular erkenden uyarılacaktı. İstanbula 120 km. uzaklıktaki Çatalcanın İhsaniye köyünün Kuştepe mevkiinde kurulan devasa radar, (22 Ocak) fırtınasından önce çalışmaya başladı. İstanbula yaklaşmakta olan fırtına bulutları takibe alındı. Kar yağışının hangi saatte ve İstanbulun hangi semtinde başlayacağı hesaplandıktan sonra valilik, belediye uyarılacak, ardından meteorolojik ihbar yapılacaktı... Ancak fırtına başlamadan birkaç saat önce, beklemedik bir şey oldu. Ankara ile bağlantı koptu. Veriler kesildi. Radarın üzerine 5 defa yıldırım düştü. 3 milyon dolarlık teknoloji harikası radarın parçaları yüzlece metrelik uçurumdan aşağıya saçılmıştı. Son iki yıldırımla radarın kalkanı ve kubbesi delindi. İstanbul ilk kez New Yorktaki gibi ilk kez erken uyarılacaktı ama olmadı...Bu satırları bize gönderen Prof. Miktat Kadıoğlu diyor ki:- Sen meteoroloji bilimi ile uğraşacaksın, 3 milyon dolarlık meteoroloji radarı kuracaksın ama üzerine bir paratoner koymayacaksın! Pes. Devlet Baba, tanesi 3 milyon dolara meteoroloji radarları sipariş ediyor, bunlardan birini de İstanbul

Yazının Devamı

Beyaz hikâye...

10 Şubat 2004

<#comment>
<#comment>
Devlet Baba, tanesi 3 milyon dolara meteoroloji radarları sipariş ediyor, bunlardan birini de İstanbul yakınına yerleştiriyor...
Gerisini Aksiyon dergisinden okuyoruz:
- İstanbul'u felce uğratan kar fırtınasının yaşandığı gün, aslında İstanbullular erkenden uyarılacaktı. İstanbul'a 120 km. uzaklıktaki Çatalca'nın İhsaniye köyünün Kuştepe mevkiinde kurulan devasa radar, (22 Ocak) fırtınasından önce çalışmaya başladı. İstanbul'a yaklaşmakta olan fırtına bulutları takibe alındı. Kar yağışının hangi saatte ve İstanbul'un hangi semtinde başlayacağı hesaplandıktan sonra valilik, belediye uyarılacak, ardından meteorolojik ihbar yapılacaktı... Ancak fırtına başlamadan birkaç saat önce, beklemedik bir şey oldu. Ankara ile bağlantı koptu. Veriler kesildi. Radarın üzerine 5 defa yıldırım düştü. 3 milyon dolarlık teknoloji harikası radarın parçaları yüzlece metrelik uçurumdan aşağıya saçılmıştı. Son iki yıldırımla radarın kalkanı ve kubbesi delindi. İstanbul ilk kez New York'taki gibi ilk kez erken uyarılacaktı ama olmadı...
Bu satırları bize gönderen Prof. Miktat Kadıoğlu diyor ki:
- Sen meteoroloji bilimi ile uğraşacaksın, 3 milyon dolarlık meteoroloji

Yazının Devamı

Pravda misali...

8 Şubat 2004

Tankların geçişini gören İskender içini çekmiş, - Ah!.. Ah!.. demiş, bu savaş arabaları bende olsaydı, daha nerelere kadar giderdim. Biraz sonra, füzeleri gören, Julius Cesar, - Ah... demiş, bu güdümlü oklar bende olsaydı, Hindistana kadar giderdim. Napoleon ise dikkatle elindeki resmi yayın organı Pravdayı okumaktaymış. Biraz sonra kafasını kaldırıp yanındakilere, - Şu gazete gibi bir yayın organım olsaydı, bütün dünyayı Rusya bozgununun bir zafer olduğuna inandırırdım, başıma bunlar gelmezdi. ***Ne var ki kimi zaman medya da yetmiyor eğriyi doğru göstermeye...Aslanım benim Annana havasını attı... Beyaz Sarayda bacak bacak üstüne attı... Yunanistana postasını attı... Kıbrıs konusunda bir adım öne attı... Derken bir de baktık öne atılan adım bataklığa girmemiş mi?Kuzey Irakta kazık yediğin başına çuval geçiren ABDden medet umacak...ABye giremezsek felaket olur, diye sürekli taviz vermeye niyetli görünecek...Sonra da şeytan masasından kazançlı kalkmayı umacaksın...Mümkün mü? Bu kafayla ne mümkün diye sorarsanız.. Kıbrıs verilir, verildiğiyle kalınır... Fıkralar Ali Sirmenden...Sovyetler Birliğinin şaşaalı döneminde, tarihin üç büyük asker kişisi, İskender, Julius Cesar ve Napoleon,

Yazının Devamı

Pravda misali...

8 Şubat 2004

<#comment>
<#comment>
Fıkralar Ali Sirmen'den...Sovyetler Birliği'nin şaşaalı döneminde, tarihin üç büyük asker kişisi, İskender, Julius Cesar ve Napoleon, Kızıl Meydan'da, 1 Mayıs törenlerini, Brejnev'in yanında, şeref tribününden izliyorlarmış.
Tankların geçişini gören İskender içini çekmiş,
- Ah!.. Ah!.. demiş, bu savaş arabaları bende olsaydı, daha nerelere kadar giderdim.
Biraz sonra, füzeleri gören, Julius Cesar,
- Ah... demiş, bu güdümlü oklar bende olsaydı, Hindistan'a kadar giderdim.

Yazının Devamı

Çaylar Liptondan

7 Şubat 2004

Demek ki bir kazanda yemeği pişirip öğle vakti askeriye ve devlet dairelerine dağıtmayı bizim girişimci elin Fransız veya İngilizi kadar beceremiyor...Şişe sularının ve yoğurtların üzerinde "Danone" markası okunuyor... Demek ki suyu şişeye koyup ya da yoğurda maya vurup satmayı da pek beceremiyoruz...Domatesi veya patatesi Orhangazideki tarladan alıp İstanbulda satmak zor mu? Zor olmalı... Bu işleri artık "Carrefour", "Metro" gibi zincirler yapıyor, bizim malımızı bize satarak aradaki kârı kapıyor.Çayımız "Lipton"dan... Ekmek arası köfte McDonalds... Bankacılık HSBCden...Sanayicim suyu şişelemeyi beceremiyor. Çayı poşete koyamıyoruz. Ama halkımın gönlü zengin.. Gözü yabancı markalarda...Yerli malını beğenmiyor. Yabancıyı görünce üstüne atlıyor. İşadamı, sanayici, üretici, tüketici hep birlikte yabancıya çalışıyoruz. Sonra da oturup fakirlikten, işsizlikten, üretimsizlikten yakınıyoruz.Türkiye liberalleşiyor.. Türkiye küreselleşiyor... Ekonomi özelleşiyor...Gibi büyük lafların şemsiyesi altında Türkiye sömürgeleşti.Ulusal gücünü, ruhunu, onurunu eritti... Nesi var nesi yok yabancıya teslim etti... Hâlâ bir ulusal silkinişi akıl edemiyor, bizi sömürenlerin bizi kurtaracağı hayaliyle

Yazının Devamı

Çaylar Lipton'dan

7 Şubat 2004

<#comment>
<#comment>
Özlem As'ın Cumhuriyet'teki haberinden öğreniyoruz ki... Yemek sektörüne Fransız "Sadexho" ile İngiliz "Compass"ın Türkiye ortakları hâkim oluyormuş...
Demek ki bir kazanda yemeği pişirip öğle vakti askeriye ve devlet dairelerine dağıtmayı bizim girişimci elin Fransız veya İngiliz'i kadar beceremiyor...
Şişe sularının ve yoğurtların üzerinde "Danone" markası okunuyor... Demek ki suyu şişeye koyup ya da yoğurda maya vurup satmayı da pek beceremiyoruz...
Domatesi veya patatesi Orhangazi'deki tarladan alıp İstanbul'da satmak zor mu? Zor olmalı... Bu işleri artık "Carrefour", "Metro" gibi zincirler yapıyor, bizim malımızı bize satarak aradaki kârı kapıyor.
Çayımız "Lipton"dan... Ekmek arası köfte McDonald's... Bankacılık HSBC'den...

Yazının Devamı

Ruhban okulu...

6 Şubat 2004

Leyla Umarın Vatanda yazdığına göre Başbakan Erdoğan bu isteğe iki istekle yanıt vermiş:- Atinaya cami yapılsın... Batı Trakyadaki müftüler seçimle işbaşına gelsin...Oysa bilindiği gibi... Ruhban Okulu Yunanistana değil Türk yasalarına bağlı bir okul... Yunanistanla ilgisi yok...Yunanistanın bir cami açmamakta direnmesi kendi ayıbıdır. Fobisidir.Ama bu bir siyasi mesele değildir, Ruhban Okulunun karşılığı hiç değildir.Ruhban Okuluna gelince... Bilindiği üzre Rum Ortodoks Patriklerinin Türk vatandaşı olması zorunludur. Heybeliada Ruhban Okulu kapalı olunca Ortodoksların dini liderleri nereden yetişecektir?Muhtemelen Beyrut gibi merkezlerde yetişecek, daha sonra Türk vatandaşlığına geçerek ortodoks kliselerinin başına geçeceklerdir...Peki Türkiyede görev yapacak din adamlarının Türkiye dışındaki okullarda (her türlü düşmanca duyguyla) yetişmesi mi iyidir? Yoksa Türkiyede, Türk halkının arasında, müfredatı kontrol altında bulunan Ruhban Okulunda mı?Meseleye bu açıdan da bakmalı, ABD ve ABnin baskısı yoğunlaşmadan çözmeliyiz. Başbakan Tayyip Erdoğanın ABD gezisinde görüştüğü ABD Başpiskoposu Dimitrios kendisinden "Heybeliada Ruhban Okulu" nun açılmasını istemiş. İnsanın geleceğe

Yazının Devamı