İnsan memleketinden bir süre uzak kaldığında, her dönüş yeni şaşkınlıklar olarak devreye giriyor. Şaşkınlıklar şu eksende gelişiyor: 1- Bazı şeyler ne kadar da değişmiş. 2-Bazı şeyler ne kadar da aynı.
1 - Ne kadar da değişmiş
Fiyatlar. Ama bunu çok fazla söylemeye gerek de yok. Zaten herkesin gündemi.
Öğünler. İnsanlar eskisine göre daha az yiyor ve daha çok spor yapıyor galiba, ya da bana öyle geldi. Sahil beldelerinde eskiden porsiyonların büyüklüğü konusunda bir fikir birliğine varırdık. İstanbul dışında Anadolu’ya geçtiniz mi genellikle porsiyonlar büyürdü. Bu artık doğru değil. Porsiyonlar azıcık.
Denizlerimiz. Issız koylarda Mavi Yolculuk bir Güney Türkiye klasiğidir bunu biliyoruz. Hatta kim bilir kaç tatil, kaç festival görmüş, Primavera Sound’dan alınma sarı sırt çantama, tekrar okumak için Mina Urgan’ın Bir Dinozorun Gezileri ve Azra Erhat’ın Mavi Yolculuk’unu atmıştım. Maksat o güzel koylara ilk gidenlerin duygu ve düşünceleriyle bizimkiler arasında bir köprü kurmaktı. Sabah kalktık erkenden. Güneşin ilk ışıklarıyla denize girelim diye.
Zaten ıssız koy artık ıssız koyluktan çıkmış hatta koyluktan çıkmış gemi parkı olmuş. Dev gibi gemiler (gereğinden büyük yatlara gemi dememe kimse itiraz etmesin) yakıt pahalı olduğundan koylarda güzel bir yer kapıp bütün yaz demirliyorlar.
Ben denizin derinliklerine dalarken suyun altında gördüklerimden bahsetmeyeyim bile. Denizi, yelken yapmayı her tür sandalı, kayığı âşık olma derecesinde seven denize tapan bir olarak açıkça söyleyebilirim ki Türk tipi teknecilik denizlerimizin en büyük beka sorunudur. Sadun Boro, bir zamanlar Kısmet’in demirlediği bu ıssız koydaki Migros’u iyi ki görmedi diye düşünerek açıklara doğru kulaç atmaya, teknesiz, bir doğa kadrajı aramaya devam ettim deniz tatilinde. Eski deniz deneyimini arayanlar bugün onu ancak kitaplarda bulabilirler.
2 - Ne kadar da aynı
Sebze meyvenin tadı lezzeti kokusu. Memleketin toprağı mıdır suyu mudur malzemenin bolluğu ve kalitesi bambaşka.
Sinirli, atarlı, gergin insanlar. Her zaman her yerde, her dakika kavga çıkıyor. Tatilde ıssız bir yerdeyseniz, otel odanızdaysanız orası en güvenli yer. Kalabalık olan her yerde bir gerginlik sinir, atarlanma, azarlama, cık cıklama. Herkes çok gergin çok sabırsız. Tatilde Bodrum’da güzel bir otelin kahvaltı salonundasın. Her şey harika, yeme içme güzel. Ama suratlar hep asık.
Kalabalık. Her yer çok kalabalık. Her şeyi yapmak için kalabalıkla rekabet etmek yorucu. Bu hissi unutmuşum ben. İngiltere’nin nüfus yoğunluğu kilometre kareye 280 kişi. Her yer çok tenha geliyor bana. Türkiye’de kilometre kareye düşen insan sayısı 120. Ama hep aşırı kalabalık geliyor. Biz neden aynı yerlere üşüşüyoruz acaba?
Trafikte kuralsızlık. Güney sahillerinde yolculuk etmek kelle koltuk gitmeyi gerektiriyor. Virajlı yollarda gözümüzü kapatıp dualar ederek yolculuk ettik.
Bodrum. Biliyorum çok değişti diyeceksiniz. Çok büyüdü bu nüfusu kaldırmıyor şu bu. Haklısınız. Her sene birkaç günlüğüne de olsa gittiğim Bodrum’u her sene biraz daha kalabalık görüyorum. Bunlar tamam. Ama şu da bir gerçek ki Bodrum bütün bu kaotik kalabalığına rağmen hala çok güzel ve büyülü. Göğü, denizi, atmosferi bir başka güzel. Hala eski Bodrum tadı alabiliyorum ben özellikle akşamları.
Altına hücum gibi Bodrum’a hücum devam ederken daha ne kadar böyle gider, orasını bilemem.