Beyoğlu boş, anladık, artık biliyoruz. İstiklal boş. O da tamam. Taksim bomboş. Zaten güneşte yanan, yağmurda sel alan o betonda kim ne yapsın?
Başta AKM yıllardır bilinçli şekilde ölüme terk edildiği için, tiyatroları, sinemaları, konser salonları kapandığı için Taksim ve çevresinde hayat zaten yok. Yani bize yok.
Üç beş Arap turist gezinip duruyor. Onlar da ne bilecekler buraların eski halini. “Beyoğlu buymuş demek ki” diye şekercilere, bol kepçe restoranlara dalıyorlar, ne yapsınlar.
Karaköy boş. Her yer inşaat. Başınıza kalas düşmeden, vincin ya da bir kamyonun altında kalmadan bir yere çöküp yemeğinizi yerseniz şanslısınız. Grup halinde gidilemiyor, yürünemiyor çünkü grubun ortasına kepçe giriyor. Başımıza geldi.
Peki Şişhane? Geçenlerde bir cuma akşamı saat 21.00 civarı Şişhane’deydim. Sokaklar bomboş. Araba bile geçmiyor. Fotoğrafı Twitter’a koydum. En ufak bir abartmam yok. Burada çok sevdiğimiz ve yıllardır gittiğimiz bir restorana rezervasyon yaptırdık. Yarım saat gecikiyoruz diye yoldan aradığımda adam güldü: “Rahat olun yerimiz var” diyerek. İçeri girdiğimizde tek masaydık. “Bu aralar böyle” dedi.
Boğaz bomboş. Üç beş kahvaltıcı dışında Boğaz’a giden de kalmadı. Bağdat
En son haber ABD’den geldi. 2016 şubat - 2017 şubat arasında 98 milyon dolarlık pikap satışı olmuş sadece bu ülkede. Aynı dönemde global yeni baskı plak satışı 40 milyon adet. 1 milyar dolarlık bir ekonomik büyüklük sadece plak satışında var. Sanırım yakında her evde bir pikap olacak. Doğal olarak soruyor insanlar: Neden plak satın alınıyor? Kısa kısa yanıt vermeye çalışayım kendimce.
Çünkü plak müzikle olan ilişkiyi kişiselleştiriyor; şarkıları ve albümleri somut birer anıya dönüştürüyor. Bir plağı aldığın yeri, zamanı, o anki ruh halini hatırlarsın hep. Telefondan dinlemek gibi değil.
Çünkü plak kişisel bir eşyadır. O albüm her yerde dinlenebilir ama o plaktan sadece sende var.
Çünkü müzikte dinleyene bu tür bir gerçeklik hissi veren halihazırda daha ucuz ve daha başarılı bir müzikal nesne yok.
Güzel bir hediye
Çünkü plak, müzik seven birine verilebilecek güzel bir hediye.
Çünkü plaklar ve pikap, müzik dinlemeyi kişiye özel veya sevdikleriyle paylaşabileceği bir etkinliğe dönüştürüyor.
Egberto Gismonti - 27, 28 Ağustos - Bodrum: Latin cazın önemli isimlerinden gitarist ve piyanist, çok yönlü sanatçı Egberto Gismonti Bodrum’da iki konser verecek. Bunlardan biri, gitar çalacağı Gümüşlük sahilinde, diğeri piyano çalacağı Koyunbaba Taş Ocağı’nda. Gümüşlük Festivali çerçevesinde gerçekleşecek bu iki konseri, imkanı olan mutlaka izlemeye çalışmalı. Unutulmaz bir deneyim olacağa benzer.
Tom Odell - 23 Eylül - Zorlu PSM: Yeni nesil İngiliz müziğinin en dikkat çekici isimlerinden biri 1990 doğumlu Tom Odell şüphesiz. Odell’in “Long Way Down” adlı ilk albümü ağırlıklı olarak piyano eşliğinde söylenen hafif orkestrasyonlu romantik şarkılarla doluydu ve açıkçası radyolar bu şarkılara kıtlıktan çıkmış gibi saldırdı. Ardından “Wrong Way Down” geldi. Odell’i dinleyenler bu defa biraz daha grup sound’una yöneldiğini fark ettiler. Nedeni Odell’in adının büyümesi ve geniş kitlelere çalacak dolgun bir sound’a ihtiyaç duyulmasıydı. İstanbul’a ayağımıza geliyor.
Michael Kiwanuka - 27 Eylül - Zorlu PSM: İngiliz soul sanatçısı Kiwanuka 2016 tarihli ikinci albümü “Love & Hate” ile dünya çapında bir sanatçı oldu ve adı kısa sürede Bill Withers, Marvin Gaye, Curtis Mayfield gibi soul’un en
Çok sıcak.” “Sıcak dert değil de çok nem var.” “Esmiyor.” “Hah, biraz esiyor.” “Klima çalışıyor mu?” “Bundan sonra yağmur gelecekmiş.” “Gelsin gelsin.” “Her yer beton, ondan oluyor.”
Sohbet kısır döngüsü de başka bir şeye benzemiyor. Ha bire aynı konuları konuşup konuşup muhabbetin sonunda farklı bir şey olacakmış beklentisi... Sonuç?
“Sıcak.” “Çok sıcak.” “Sıcak değil de nem...” Böyle sonsuza kadar uzanan, kaçınılmaz bir muhabbet spirali.
Biraz kafam dağılsın diye, hem de serin olur diye bir AVM’mize adım attım. Klimalı olmasının yanında güzel de esen bir AVM. Öyle amaçsızca yürüyorum. Neresi eserse, nereye eserse oraya doğru yöneliyorum. Yürü yürü yolum restoranların olduğu bölüme düştü, bir yere oturdum, bir kahve, bir soğuk su söyledim. Gelen geçene bakıyorum.
Biri bana anlatabilir mi? Neden erkekler yaşlandıkça giderek daha renkli giyinmek zorunda? Neden bir anda pembe tişörtler, mor gömlekler bronz tenlere giyilip elde bir puroyla geziliyor? 50 yaş kutlaması mı? Ne bileyim, eve kit mi geliyor 50 olunca?
50 yaşındasınız, tebrikler. Paketinizi açın ve tadını çıkarın: Pembe lakost, puro, beyaz pantolon, kırmızı gözlük çerçevesi, çıplak ayağa giyilen böyle süetimsi amorf, ince
Her gün yeni bir kabalık, yeni bir terör, yeni bir akıl almaz şiddet hikayesiyle uyanıyoruz güne. O gün bizim başımıza gelmediyse şanslı sayıyoruz kendimizi. Tabii buna şans denebilirse. Ama bize uğramadıysa bile şiddet, illa bir tanıdığa, bir yakına, bir komşuya uğruyor.
Kollektif vandallığın, kabadayılığın orman kanununun esiriyiz. Trafikten alışveriş yaptığımız markete kadar her kamusal alanda tehdit altındayız. İstenmeyen bir soru sormak, karşıdakinin hoşuna gitmeyen bir ses tonu, ters bir yanıt anında size şiddet olarak geri dönebilir çünkü hukuk sizin yanınızda değil. Kimse ilgilenmiyor sizle. Karşınızdaki vandalla yapayalnızsınız. Yapanın yanına kâr kalacak. Herkes bunu bal gibi biliyor.
Münferit muamele değil
Çello sanatçısı Gülşah Erol, Kadıköy Metrosu’na girdi. İki polis tarafından durduruldu. (Emniyet açıklamasına göre Erol çantasını özel güvenlik görevlilerine bırakmak istedi, reddedilince de “Bomba mı var” şeklinde bağırdı. Ayrıca Erol’un polis memurlarından birinin boğazını sıktığı ve hakaret ettiği de iddia ediliyor.) Elleri kelepçelendi, bir odaya sokuldu. Dövüldü, yumruklandı, tekmelendi. Çellosu kırıldı. Suratına bayrakla vuruldu. Annesine, babasına, ailesine akıl
Başlığa bakıp da eleştirdiğimi sanmayın. Şu an her yanı saran Aleyna Tilki furyasını ben de sizin gibi anlamaya çalışıyorum sadece...
Aleyna Tilki konuşuluyor. Şarkısından önce “Ama yetişkin değil, çalışması yanlış” seviyesinden giriş yapmıştı gündeme. Tilki’nin yetişkin bir birey olmadan gece kulüplerinde çalışması, konsere çıkması bir anda milli mesele olmuştu. Toplumsal ikiyüzlülüğün yeni bir örneğiydi. Şöyle yazmıştım 14 Kasım 2016’da Tilki için:
“Ünlü ve medyatik değil de sokakta su satan, kimsenin tanımadığı bir minik gariban olsaydı. Televizyonda klipte görünen biri değil de herhangi bir tamircide isimsiz bir çırak olsaydı. ‘Alkollü’ bir mekanda çalışmasaydı da karanlık, pis kokulu bir handa çay kahve taşıyor olsaydı. 12 yaşında evlendirildiğinden, çoktan iki çocuğuyla evde çalışmaya mecbur, temizlik, çamaşır ve yemek pişirmekle görevli 16 yaşında bir çocuk olsaydı...” Yine de itiraz edecek miydik?
Yoksa çocuk işçilerin dikkatimizi çekmesi için illa 16 yaşında, sarışın, medyatik bir kız çocuğu olarak alkollü mekanda sahneye çıkması mı gerekiyor?
“Aleyna’ya yakıştırdım”
Dolayısıyla Aleyna Tilki’yi buradan eleştirmek yanlış. Tilki halk tabiriyle “ekmek parası peşinde koşan,
Önce üst katınız-daki daire boşalıyor. Sonra bir süre boş kalıyor. Ardından birileri bu daireyi tutuyor. Daha sonra bir gün asansöre binerken ya da posta kutunuzu kontrol ederken duvarda bir A4 kâğıt görüyorsunuz. Dairede şu belediyenin şu numaralı izniyle tadilat başlayacaktır. Tadilatı 60 gün sürecektir. Anlayışınız için şimdiden teşekkür ederiz.
Sonra siz bu yazıyı hiç önemsemiyorsunuz. Bir iki gün daha geçiyor. Bir sabah Hilti sesiyle kırmaya başlıyorlar. Deprem oluyor ya da kafanıza bir şeyler yıkılıyor ya da bombalar patlıyor gibi birtakım seslerle yatağınızdan fırlıyorsunuz. Bu artık sizin hayatınızdır.
60 gün. Tadilat güncesi olsa nasıl olurdu acaba?
Sevgili günlük, bugün musluklar takıldı. Ama değiştirtmeyi düşünüyorum galiba...
Sevgili günlük, bugün elektrikçi geldi prizleri halletti.
Sevgili günlük, mutfağı baştan aşağı yıkıyoruz biz.
Sevgili günlük, ışıkları beğenmedik bir de tavana gömmelisini denemek istiyorum.
Sevgili günlük, musluklar yanlış takılmış, duvarı kırmak lazım dediler kırın dedim.
Dünyanın medeni şehirlerinde neler oluyor, neler konuşuluyor biraz olsun takip etmek için düzenli satın aldığım Monocle’ın son sayısındaki “Hangi şehirde ne en iyi?” temalı haberde İstanbul hangi “en iyi”siyle yer alıyor biliyor musunuz? Hamam. Döndük mü 50 yıl geriye. Hamam. Evet, hamam. İstanbul eşittir hamam. Göbek dansı, lokum, şiş kebap, fesli adamlar, develer de yolda herhalde.
Bu dergide İstanbul önceki yıllarda yatırım imkanlarıyla yer aldı. Muhtelif restoranları ve insanları kendine çekebilecek yeme-içme mekanları ve lezzetleriyle yer aldı. Eğlence hayatıyla yer aldı. Alternatif kültürüyle yer aldı. Şimdi hamam.
Geldiğimiz nokta bu
Yazarlarıyla, yönetmenleriyle, yeni nesil müzik sahnesiyle, modern mutfağı ve restoranlarıyla, kaliteli ve canlı gece hayatıyla, dünyanın gözlerini çevirdiği ve geleceği şekillendireceğine kesin gözüyle bakılan yepyeni kültürel yaşantısıyla, modern sanatla, bienallerle, eğitimli insan profiliyle kendinden söz ettiren bir şehirdi burası. Müzik festivallerine Rusya’dan, Yunanistan’dan, Ortadoğu ülkelerinden kitleler gelip katılırdı çünkü onların ülkesinde olmayan konser, oralara gitmeyen grup ve sanatçılar İstanbul’a gelirdi. Ve gelmek için de can