‘70’lerde arabesk, ‘80’lerde taverna/fantezi, ‘90’larda Türkçe pop vardı. Popüler müzik çağın ruhunu hep yakaladı. Bugün bundan söz edemiyoruz.
Bayram değil seyran değil nereden çıktı bu mesele demeyin. Ne zamandır müzikle ilgili ortamlarda hep bir kısırlıktan, çıkışsızlıktan söz ediliyor. Ceza da hep dijitalleşmeye kesiliyor. Ve ben de ne zamandır bu konuyla ilgili yazmak istiyorum. Popüler müzikten, ana akımdan bahsediyorum. Toplumdaki dönüşümü yansıtacak müzikal akımdan? Nerede bu akım?
Kimileri müziğin yozlaştığından, kültürel çöküşten söz ediyor. Bu tanımlar durumu açıklamıyor. Müzik gayet yoz olabilir ama dönemi yansıtır. Bugün böyle orijinal bir müzik sahnesi var mı sizce? “Dekadan müzik” de iyi kötü bir müzikal sahne demektir. Çok güzel ve orijinal işler de çıkabilir bu ortamlardan. Ama böyle bir sahne şu an bizde yok ki. Mesela ‘80’lerde arabeski ve taverna müziğini eleştirenler bu cümleleri kurduğunda haklılardı. Yani bu müziklerin yoz olduğu veya olmadığı tartışmasına girmiyorum. “Yoz demekte haklılardı” anlamında kullanmadım. Ortada değerlendirilecek orijinal bir müzikal sahne vardı. Bunu anlatmaya çalışıyorum.
Beğen beğenme, istersen yoz de, kültürel çöküş de, çağın
İngiliz DJ ve prodüktör Erol Alkan 6-7 Nisan’da gerçekleşecek Sonar İstanbul Festivali’nin katılımcıları arasında performansı en fazla merak edilenlerden biri. SonarLab by Red Bull Music sahnesinde yer alacak sanatçı, Londra bağımsız müzik aleminde ve kulüp kültüründe önemli figürlerden. Remiksleri ve setleri yanında 2007’de kurduğu Phantasy adlı bağımsız plak şirketiyle yeni müzikler ve sanatçılara destek veriyor. Alkan yıllar içinde remikslediği ve yeniden hayat verdiği parçaları “Reworks” adıyla piyasaya çıkardı. Sanatçının albümle ve remikslerle ilgili bilgiler verdiği ve çalışma tarzını aktardığı bir de web sitesi var. Merak edenlere erol-alkan-reworks.com adresini ziyaret etmelerini öneririm.
- Web sitenizde şöyle denmiş: “Erol Alkan hiçbir zaman dans müziğinin kurallarına göre çalmadı. Bu aynı zamanda onun hızla değişen trendler ve zevkler dünyasında nasıl kalıcı olduğunun da göstergesi.” Müziğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Her zaman sezgilerime güvenerek çalışmayı tercih ettim. Herhangi bir zaman diliminde popüler olan şeylere yaslanarak müzikal sahnenin farklı köşelerine savrulmanız çok kolay. Oysa trendlerin dışında kalıp sadece çalmaya ve üretmeye odaklanmak ve elinizden
Elon Musk, Facebook’un kişisel bilgilerimizi nasıl da korumadığını ortaya çıkaran Cambridge Analytica skandalının hemen ardından şirketleri SpaceX ve Tesla’nın Facebook sayfalarını kapattı. Birçok büyük firmanın yöneticisi benzer çağrılarda bulunuyor. Bu çağrılar Twitter’da #deletefacebook -facebook’u sil- hashtag’i altında toplandı. Mesela Whatsapp’ı kuran ve 2014’te 19 milyar dolara Facebook’a satan Brian Acton “Şimdi zamanı #deletefacebook” diyerek bu harekete destek verenlerden.
E hadi biz de kapatıyor muyuz Facebook’u. Siliyor muyuz hesapları? Hazır mıyız?
***
Şunu hep okumadık mı: “Sosyal medyada kimse birbirini okumuyor, dinlemiyor. Herkes kendi fikrini ilan etme peşinde.” Hah işte tam da bu. Biz kendimizi anlatıp önemli (!) fikirlerimizi, fotolarımızı, sevdiğimiz sevmediğimiz şeyleri paylaştıkça bu zaafımız bize yol, su, elektrik olarak geri dönüyor. Mal, ürün satmayı bırakın, bize ha bire fikir satılıyor, tavır satılıyor, vizyon, düşünce tarzı, eğilim satılıyor. Şuna şaşır. Buna sevin. Onu linç et. Buna ses etme. Peki, bunları bildiğimize göre ve Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg’in yaptığı açıklamayla bütün bunları kabul etmesinin ve özür dilemesinin de ardından Facebook’u
Konser salonları baharda eski formunu tutturma yolunda. Programlar konserler bir bir açıklanırken şehre gelen canlılık müzikseverleri mutlu ediyor.
Son yıllarda memlekette yaşanan olumsuzluklardan en fazla etkilenen sektörlerden biri eğlence ve kültür/sanat oldu. Ne zaman bir tatsızlık, bir olay olsa sahneler boşaldı, bilet satışları düştü. Büyük organizasyonlar, konserler giderek azaldı. 2000’lerin ilk yarısından itibaren yükselen kültürel etkinlikler trendi düşüşe geçerken başta festivaller, birçok konser, ardından da periyodik etkinlikler iptal oldu. Organizatörlerin, nasılsa bir olay olur iptal etmek zorunda kalırız diyerek konser organize etmeye çekindiği dönemlerden geçtik. Bu dönem bitti mi? Öyle umuyoruz. Umutlu olmamızın bir nedeni 2018 bahar-yaz konserleriyle ilgili genel manzara. Görünen o ki geçen bir iki yıla göre çok daha canlı ve heyecanlı bir sezon bizi bekliyor. Bu kıpırdanmalar sektörde moralleri de düzeltiyor.
6-7 Nisan’da Zorlu PSM’de yer alacak Sonar İstanbul Festivali’nde pek çok yetenekli sanatçıyı izleme fırsatı bulacağız. Bunlar arasında elektronik müziğin dünya çapındaki ismi Fatboy Slim de yer alacak. Norman Cook’u izleme isteyenler 7 Nisan gecesi saat
Gürol Ağırbaş’ın ilki 1995’te yayınlanan “Bas Şarkıları” serisi, 1998’deki ikinci albümden tam 20 yıl sonra üçüncüsüyle karşımızda.
Türkiye iyi, hatta çok iyi enstrümancılar yetiştiren bir ülke. Bu eskiden de böyleydi, bugün de böyle. Gürol Ağırbaş’ın, basın başrolde olduğu albümlerini dinleyince ilk akla gelen bu. Serinin ikincisinden tam 20 yıl sonra gelen bu üçüncü albümünü dinlediğimizde ve adı geçen sanatçılara baktığımızda biz aslında büyük bir aile görüyoruz. Bu aynı yolda yürüyen, aynı müzikal değerlere inanan ve sanırım hayata da aynı şekilde bakan sanatçıların oluşturduğu bir aile. Zaten Ağırbaş da albümün kitapçığında zamanla sağa sola savrulan bu ailenin üyelerini bir araya getirmeye çalıştığından bahsediyor. Bunu yaparken yeni üyeleri de katıyor. Mesela Elif Çağlar Muslu. “Derun” adlı açılış şarkısında Ceylan Ertem, Şevval Sam, Birsen Tezer, Jehan Barbur ile bize sesleniyorlar.
“Sevda Eskisi” Hüsnü Arkan ve Birsen Tezer tarafından icra ediliyor. Sözler Arkan’a ait. “Renklendi Kokular” Ceylan Ertem’in vokalinin, Ağırbaş’ın basıyla muhabbet ettiği bir şarkı. “Alaturka Bossa” 2001 yılında yazılmış hayli eski bir parça. Bence cesur bir deneme. Alaturka bir vokal ve bossa
Robotlar. Evet sayın okurlar, size robotlardan söz ederek başlamak istiyorum. Sağda solda devamlı haberlerini gördüğümüz, takla atan, kapalı bir kapıyı açan, yüzen, koşan, sıçrayan, yan yan giden, düz duvara tırmanan ya da bize bilmiş bilmiş yanıtlar veren türlü türlü robotlar. Açıkçası, nasıl sinir oluyorum, nasıl rahatsızım bu robotlardan anlatamam. Köpeğe benzeyen bir robot gördüm, tam sırtından çıkan bir kol yapmışlar. İnsan kolu gibi. Önünde durduğu kapıyı açıyor bu kol. Bravo. “Gelecek işte böyle olacak” falan diyorlar.
Twitter’da her gün önüme düşen onlarca robot videosundan sadece biri bu. Bir diğerinde sadece iki bacak ve iki koldan ibaret bir robot, olduğu yerde sıçrıyor, havada takla atıyor ve iki ayak üzerine konuyor. Başlık ve metin bu durumu yücelte yücelte bitirememiş. Bravo robota.
Başka bir robot bilmiş bilmiş yanıtlar veriyor. Sanki kâinat güzeline imkânın olsa dünyada neyi değiştirirsin diye sormuşlar o da klişeleri sallıyor gibi ortadan ortadan yanıtlar. Kadın bir robota (!) Suudi Arabistan vatandaşlık vermiş. Petrol bitiyor, bir şeyler yapmamız lazım telaşıyla geleceğe yatırım böyle oluyor herhalde. Bu arada kadının, yani robotun alt tarafı yok. Altında
İnsanların bugünlerde birbirine Sufjan Stevens dinletmeye başlamasının bir nedeni var. Haberiniz yoksa buyrun siz de tanışın kendisiyle.
Filmlerle müzikler arasında çok sıkı bir ilişki var. Müzikler filmleri devleştirir, sahneleri unutulmaz yapabilirken filmler de normalde kimsenin bilmeyeceği veya sadece dar bir grubun zevkine ve ilgisine hitap eden şarkıları, şarkıcıları alıp bir anda göklere çıkarabiliyor, kitlelere sunuyor. Ben film dedim, siz buna dizileri de ekleyin.
Bu durumun en canlı örneği bugünlerde yaşanan Sufjan Stevens çılgınlığı. Kimi görsem sanki kırk yıldır dinliyormuş her albümünü ezbere bilirmiş gibi “Sufjan Stevens çok iyi, dinledin mi?” diyor. Bu hareketin ardından kısılan gözler ya da uzaklara dikilmiş bakışlarla kulaklıklarını yerine takanların büyük kısmı “Call Me by Your Name”i izledikleri için bu haldeler.
Bana bir gülme geliyor tabii, Sufjan Stevens’a Beyoncé muamelesi yapıldığını görünce. Tamam biliyorum; alternatif ne, ana akım ne iyice karıştırmaya başladığımız dönemlerdeyiz. Eskiden ana akım diye tarif edilen şeylere bir bakıyorsunuz en az satanlar arasında yer almışlar. Alternatif diye çıkan sanatçılara, müziklere bakıyorsunuz, listelerin tepesinde yer
Kerem Akdağ’ın kendi adını taşıyan ilk albümü caz, soul breakbeat, hip hop etkileri taşıyor. Sonar İstanbul kadrosunda da yer alan sanatçının albümünü dinleyince kendisine bir iki soru sormadan edemedim.
Kerem Akdağ’ı ilk 2016’da yaptığı “Steppin Out” ile tanıdım. Bu single’ın caz arka planı ve özellikle ritim anlayışı ilgi çekiciydi. Bu başarılı prodüktörün ve müzik adamının işlerini takip etmeye karar verdim. Aynı yıl gelen ve Darker Than Wax adı altında yayınlanan “Loungin’” adlı EP, Akdağ için önemli bir adım oldu. Akdağ’ın kendi adını taşıyan 8 şarkılık ilk uzunçaları ise geçen haftalarda Dimensions Recordings tarafından yayınlandı.
Albüm, caz, soul, breakbeat, hip hop gibi tarzlar ve etkiler arasında dolanan, zaman zaman vokallerle güçlenen, ama genel olarak beat üzerine yoğunlaşan bir müzikal perspektife sahip. Davul ve basların birbirinin içine geçtiği yapılar üzerine kurulu melodiler, inişler çıkışlar. Akdağ’ın dünyası böyle bir şey. Keyboard ve piyano, sound’un ağır basan diğer unsurları.
İnsan kendini bazen bir havuz partisinde, bazen sigara dumanıyla dolu bir caz kulübünde, bazen Güney Amerika’da bir barda veya bir hip hop konserinde hissedebiliyor. Kerem Akdağ’ın ilk