Diziseverler, özellikle de sci-fi, suç ve polisiye türlerini sevenler bu Avrupa çıkışlı yepyeni dizileri not alsın. Netflix’in yeni sezon yapımlarının lansmanını yaptığı Roma’dan bildiriyorum
Yerel yapımlar, yani ABD’den değil Avrupa’dan, İskandinavya’dan, Polonya’dan, Almanya’dan, İspanya’dan, Türkiye’den çıkan yapımlar Netflix için neden önemli anlatayım. Bunlar orijinal içerikler. Hikayeler, Amerika’dan dünyaya yayılan dizi ve filmlerin artık neredeyse standartlaşmış hikayelerinden farklı ve ilgi çekici. Üstelik bu diziler yepyeni ve çok yetenekli oyuncular ve yönetmenlerle çekiliyor. Yeni hikayeler, yeni yetenekler, yeni yüzler. Dünyadaki izleyici işte ufaktan artık bu tip yapımlarla kendini geliştiriyor.
Netflix yöneticilerinden biri “Biz Amerikan televizyonculuğunu Avrupa’ya taşımıyoruz, yerel işleri dünya izleyicisiyle buluşturuyoruz” diye anlattı durumu. Buna pratikte de tanık oluyoruz. Gerçekten ülkelerden çıkan diziler sadece o ülkelerde değil, dünya çapında izleniyor. Mesela en fazla izlenenlerden Alman yapımı “Dark”ın ilk sezonu, Almanya dışında daha çok izlenmiş. “La Casa De Papel” Amerika izleyicisine kendini beğendirmeyi başarmış. Yani yerel diziler illa o ülkelerin
Z kuşağı internetten sıkılmış. Geçenlerde Daily Beast’te çıkan bir haberdi bu. Okudukça ilgimi çekti.
1998-2010 arası doğanlar Z kuşağı kabul ediliyor. Yani bugünün ergenleri.
İşte bu ergenler internetten sıkılmış. Araştırmalara göre internette yeni bir şey görmüyorlarmış. Ne bir şey öğreniyorlarmış ne de gördükleri herhangi bir şey onları şaşırtıyormuş.
“Gördüğüm her şeyi daha önde de görmüş gibi hissediyorum” demiş bir ergen.
Sanırım internet insanları çok erken yaşlandırıyor. Eskiden 70 yaşında birinin söyleyeceği bu cümleyi bugün 15 yaşında bir çocuk söylüyor.
Bir diğeri şöyle demiş: Her sabah ilk iş 15-20 tane uygulamayı açıp ilgimi çekecek bir şey arıyorum. Bulamıyorum. Valla ergenlik biteli çok oldu ama ben de aynen böyle hissediyorum değerli okurlar. Ya internet sayesinde (veya yüzünden) komple ergen bir toplum oluştu ya da artık kuşaklar can sıkıntısında buluştu.
***
Teknoloji devrimi müjdecileri şundan en fazla 5-10 yıl önce teknolojinin hayatımıza ne kadar büyük renk getirdiğinden bahsediyorlardı.
Geçen hafta sonu Sonar İstanbul kalabalığı arasında biraz vakit geçiren ve ardından sabah ikide Fatboy Slim’le kuliste buluşan birinin notları.
Yürüyen merdivenler bir aşağı bir yukarı özenli festival look’larını gururla taşıyan elektronik müzik meraklılarını sahnelerdeki konserlere ya da serinlemek için bir şeyler içecekleri barlara yetiştiriyor. İyi bir ismin performansı başladığında -mesela ben oradayken Black Coffee başladı- hemen barlar terk edilerek salona hücum ediliyor. Bir şeyler tüketmek ve eş dostla biraz sohbet için en iyi zamanlar böyle zamanlar. Saat sabah 02:00 suları ve Zorlu PSM’deki kalabalık ve izdiham, Versace for H&M satış sabahında kapılar açılıyor düzeyinde. Partiye, kafa dağıtmaya, biraz olsun her şeyi unutup dans etmeye ne kadar ihtyacımız varmış.
Benim gibi 2000’lerin başından bu yana İstanbul’da festival takip edenler için elbette anıların canlandığı bir andı. Bir elektronik müzik festivalini açıkhavada binlerce kişi arasında dans ederek yaşamanın ne kadar harika bir deneyim olduğunu hatırlayıp eski festivalleri ve zamanları dedeler gibi yadettik tabii. Bira kuyruklarından ve tuvaletlerin pisliğinden biraz fazla şikayet etmiş olduğumuzu fark etmek
Kulağımıza çalınan, önümüze gelen, masamızın üzerine ulaşan yeni müziklere dair izlenimler, yorumlar, kısa bilgiler, eleştiriler.
“Deli Zaman” - Cihan Mürtezaoğlu
Cihan Mürtezaoğlu Türkiye’nin son dönemde yetiştirdiği en yetenekli müzisyenlerden biri. Pek çok enstrümanı çok iyi bilmenin ve çalmanın yanı sıra bestelerini de kendi yapıyor. Bu açıdan bakıldığında tam donanımlı bir müzik insanı olduğunu söyleyebiliriz. Bu müzisyenlik sağlam bir temele oturmuş ancak değişmez, dönüşmez değil. Mürtezaoğlu müzikalite olarak daha ziyade çizginin alternatif tarafında başladığı kariyerini giderek ana akıma doğru sürükleme peşinde. Veya doğal gelişimi, bu şekilde yorumlanacak bir sonuç doğuruyor.
Mürtezaoğlu’nun 2015 tarihli “Sarı Söz” adlı şarkısını dinlerseniz, müziğine şu an hakim olan pek çok unsuru orada da görebilirsiniz. Ancak bunların bir araya gelme şekli ve kabaca tabirle “sunumu” çok farklı. Düzenlemede ana akım olmayan detaylar bu şarkıyı sıradan olmaktan kurtarıyor.
2016 tarihli “Bitsin Bu Delilik” adlı ilk uzunçalarına baktığımızda da bahsettiğim özelliklere sahip şarkılarla karşılaşıyoruz. Mesela açılıştaki “Bir Beyaz Orkide”. Devamındaki “Bu Bir Yağmur mu” ya da “Bitsin Bu
Gün geçmiyor ki bir büyük şirketimiz bankalara olan borçlarını yapılandırma talebiyle haber bültenlerine düşmesin. Bu olduğunda ne mi oluyor? Hemen birileri felaket senaryoları yazmaya başlıyor. “İşte denizin bittiği yere geldik” diyorlar. “Kriz çok yakın beyler” mesajları Whatsapp’ı patlatacak düzeye geliyor. “Bak, herkes parasını yurt dışına kaçırıyor”cular afiyetle yeni malzemenin tadını çıkarıyor.
“İhale gene sadece vatandaşa kaldı”lar ortalıkta cirit atıyor.
“Döviz fırlayacak”çıların sesi daha bir gür çıkmaya başlıyor. Ben bunu yazarken yan masada “Montenegro 5000 euro’ya vatandaşlık veriyormuş abi”ciler konuşuyor. “Yılın 230 günü güneşliymiş abi”.
Yani sağdan soldan aldığı duyumlar dışında hiçbir şeyden haberi olmayan vatandaş başlıyor teoriler üretmeye, senaryolar yazmaya, olmadık planlar yapmaya. Dünyanın en iyi ekonomisinin bizde olduğunu unutuyorlar.
Sayın yetkililer, şirketler ne güzel borç yapılandırıyor. Gelin şahıslara da aynı hakkı verin. Konu kapansın. 2017 rakamlarına göre kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısı 32 milyonmuş. Az buz değil, en büyük partiyi ikiye katlıyor.
Taksi meselesi
İstanbul’un taksi sorunu yok, taksici sorunu var. Bunu hâlâ anlamayan, anlamak
Röportaj yaptığım, sohbet ettiğim yerli yabancı sanatçılara bir süredir şunu da soruyorum: Yeni müzikleri nerede keşfediyorsunuz?
Spotify diyen var. Apple Music diyen var. Buradaki önerileri beğenen isabetli bulanlar çoğunlukta. Özellikle Spotify’ın kişiye özel miksleri, cuma yeni müzik ve yeni çıkanlardan derlediği keşif listeleri cidden işe yarıyor.
En azından size neler oluyor onu aktarmış oluyor. Bunun yanında mesela Erol Alkan gibiler düzenli plak alışverişi yapıp dükkan karıştırdıklarını söylüyor. Bu şekilde cidden eski ve yeni gözden kaçmış pek çok şeyi görüp incelemek mümkün. İnsan hiç beklemediği plaklardan, albümlerden şarkılar, vokaller keşfediyor. Öte yandan label takip edenler var. Sevdiği bağımsız şirketin yayınlarına bakıyor ve bu şirketlerin yeni çıkardığı sanatçıları keşfetmeye çalışıyor. Güvendiğim insanlardan tavsiye alıyorum diyenler de oldu. Bana kalırsa bu da çok etkili bir yöntem. Ben buna ek olarak “güvenmediğiniz”, sizinle aynı türde şeyleri dinlemeyen insanlarla da konuşun diye eklerim. Çünkü en güzel keşif beklenmedik yerde oluyor.
Bir adım ötesi podcastler
Bunların hepsi okey ama en etkili ve herkesin muhakkak belirttiği mecra radyo. Bildiğimiz yerli ve
Kulağımıza çalınan, önümüze gelen, masamızın üzerine ulaşan yeni müziklere dair izlenimler, yorumlar, kısa bilgiler, eleştiriler.
- “Uprooted” - MInor EmpIre
World music dünyada en fazla sanatçısı ve dinleyicisi olan müzik türü olabilir. Çünkü belli bir dile mecbur değil. Belli bir hikayeye bağlı değil, belli bir müzik türüne bağımlı da değil. Dolayısıyla dünyanın her köşesinde her türden müzisyen çok geniş bir spektrumda kendi yerel özelliklerini yeniden üreterek dünya müziğine katkıda bulunuyor. Tek yapmanız gereken, tabii müzikal açıdan yeterince özgünseniz ve hikayeleriniz etkileyiciyse, bu müzik sektörünün doğru kanallarında dağıtım ve tanıtım imkanı bulmak. ‘80’lerde kavram olarak yaygınlaşan, 2000’lerde zirve yapan world music sanıldığının aksine demode olmadı, yok olup gitmedi. Bunu biraz da geniş spektrumuna ve kendini yenilemesine borçlu.
Kanada’da çalışmalarını sürdüren Ozan Boz ve Özgü Özman’ın ‘Minor Empire’ adlı projesinin son albümü “Uprooted” iddialı bir world music albümü.
Köklerinden koparılanların hikayelerini anlatan albümde türkü formatındaki şarkılar Batılı kulakların hoşuna gidecek şekilde düzenlenmiş. Temalar göç ve bunun kültürel, toplumsal ve bireysel
European Social Survey, Avrupa’daki sosyal gelişmeleri saptamaya ve anlamaya çalışan bir araştırma kuruluşu. Türkçesi, Avrupa Sosyal Taraması. Ülkemiz bu kuruma 2004 ve 2006 yıllarında üye olarak araştırmalara katılmış. Daha sonra katılım kesilmiş. 30’dan fazla ülkenin düzenli katıldığı bu araştırma tarama çalışmaları 2002’den bu yana bu ülkelerdeki toplumsal eğilimleri bilimsel metotlarla tespit etmeye çalışıyor. Son olarak inanç ve din konulu bir araştırmanın sonuçları açıklandı. 2014-2016 arasında 16-29 yaş grubunda kendisini herhangi bir dinle tanımlamayanların oranları şu şekilde sıralanmış:
1) Çek Cumhuriyeti %91
2) Estonya %80
3) İsveç %75
4) Hollanda %72
5) Birleşik Krallık %70
6) Macaristan %67
7) Belçika %65