Biraz insaf!

12 Ağustos 2003

<#comment>
<#comment>
Gazete sayfalarında, kamu alanında şahsi itişmelerin, paslaşmaların, mücadelelerin yürütülmesi doğru değildir. Gazetecinin, gazeteciyle kavgasını bu sayfalarda yürütmesi ahlaki görülemez. Bugüne kadar düpedüz hakaretler yediğimde bile bu ilkeyi göz önüne tutmaya çalıştım. Cevap vermedim.
Gazetecilikte bir temel ilke daha vardır. Ustalarımdan Yiğiter Uluğ'un sık sık tekrarladığı, çevresindekilerin aklına sokmaya çalıştığı bir prensiptir bu: "Gazetecilik doğru mesafede durabilme sanatıdır". Kişilere, kurumlara camialara ve hatta bir ulusa, devlete... Uygun mesafede durmak... Uzak olamazsın, mesleğin doğası gereği mümkün değil. Ama daha önemlisi vıcık vıcık içine de girmemelisin.
Eğer sahne futbol yazarlığı ise biz bu işi yapamıyoruz. Maçlara gönlümüzde renklerle, içimizde hırsla, taraftar gibi gidiyoruz. Hatta daha da ötesi mesafeyi öyle daraltmış oluyoruz ki, kişilerle, hesaplarla, 'ben demiştim'lerle dolu bin bir ön yargıyla çıkıyoruz basın tribününe. Ve işte böyle oluyor. Maçı seyretmiyoruz, sahada ne olup bittiğine bakmıyoruz. Sonuç yönlendiriyor bizi. "Bir taraftardan farkımız kalmıyor" demiyorum. Kalıyor, daha beter oluyoruz. Çünkü 'ben

Yazının Devamı

Terim'den istenen bir Ajax'tır

5 Ağustos 2003

<#comment>
<#comment>
Bundan 8 yıl önce, 1995 yılında Ajax, Viyana'da Şampiyonlar Ligi finalinde Milan'ı Litmanen'in yerine oyuna giren 20 yaşındaki genç Patrick Kluivert'in, bitime 7 dakika kala attığı bir golle yenip, kupayı kazanmıştı. Çok genç bir ekipti Ajax. Van der Saar, Reizeger, De Boer kardeşler, Kanu, Overmars, Kluivert, Seedorf, Davids ve birkaç tecrübeli isim, Litmanen, Finidi, Rijkaard ve kaptan Blind. Bir sene sonra bu kez penaltılarla Juventus'a kaybetmişlerdi finali. O dönem Bosman mahkemesine rastlıyor. O günlerde Avrupa futbolunu bekleyen tehlikeye örnek göstermek isteyenler Ajax'ı gösteriyordu. Bu eğitim kulübü böyle bir kadro kurmuştu ve şimdi her isteyen gelip bu gençleri toplayıp gidecekti. Öyle de oldu. Bu oyuncular Avrupa'nın dev liglerine dağıldı. Ajax bir sarsıntı geçirdi. İşlerin asla istendiği gibi olmayacağı fikri yerleşti. Perdenin diğer tarafında da görüldü ki, bu giden oyunculardan hemen hiçbiri Ajax performanslarını hemen gösteremiyorlar. Hepsi yeni başka türlü bir futbola uyum sağlamak için bir, iki sezonu sıradan oyunlarla geçirdiler.
Ama Ajax futbol okulu, üretmeye devam etti.
Ve geçen yıl çok iyi bir oyunla şampiyon Milan'ı çeyrek finalde

Yazının Devamı

Daum çözemedi

3 Ağustos 2003

<#comment>
<#comment>
Hatırlarsınız, Daum'un bundan önceki Türkiye macerasında sonunu getiren maç Bursa'da Kocaeli ile oynadığı Türkiye Kupası finaliydi. O maçta Hikmet Karaman'ın öğrencileri beşli bir adam adama savunmayla sahaya çıkmış, bu basit ve geri metodla Daum'un takımını dört golle devirmişti. Beşiktaş o gün rakibin bu planına hiç bir çözüm bulamamıştı.
Dün Daum Türkiye sahalarına yeniden "merhaba" derken karşısında aynı rakip ve aynı savunma düzeni vardı. Daum, Kemal'i savunmanın sağına, Aurelio'yu orta sahanın göbeğine çekmişti. Ve Almanya'da kurduğu takımın taşlarını burada oynatmıştı. Bu takım özellikle Hooijdonk ve Serhat'a sıkı adam adama uygulayan Kocaeli'ye karşı sadece duran toplarda şans bulabildi. Bu tip bir savunmayı çözmek için şart olan orta sahadan sürpriz adam çıkarma ve oyunun yönünü hızla değiştirme gibi işler hiç yapılamadı. Hem de Selim, Cihat ve Faruk gibi bir savunma üçlüsüne karşı... Kocaeli'nin hızlı çıkış planı ise seyirciyi heyecanlandıran bir kaç şuttan fazlasını vermedi. Fenerbahçe topu bu kadar ileride oynamasına rağmen her defasında geri koşmayı başardı. Ve o uzak şutlar dışında kalesinde pozisyon görmedi.
Son olarak Fenerbahçe'nin

Yazının Devamı

Umut dolu yolculuk

24 Temmuz 2003

<#comment>   
   <#comment>   
   Bochum karşısında dün sahaya sürülen onbir Daum'un bugüne kadar yaptığı çalışmalardan doğan ürünleri bize gösteriyordu. Olumlu bir çok görüntünün yanısıra kafaları karıştıracak, geleceğe yönelik planları gözden geçirmeye yol açacak bazı verilere de ulaştık. En basitinden gönderilmesi düşünülen Rebrov bizce heyecan verici bir performans sergiledi. Kulübeye gitmesi muhtemel Ümit Özat ise en az Luciano kadar etkiliydi. Bunun yanısıra Daum'un antrenmanlarda sürekli üzerinde durduğu yön değiştirme, topu hızlı bir şekilde diğer kanada aktarma çalışmalarının lige kadar istenen ürünleri vermeyeceği de görüldü. Fenerbahçe'nin eksikleri ve de planlamayı değiştirecek sürpriz artıları Daum'un kafasını yoracağa benzer. Bunun yanısıra Recep'in üstün performansı, Kemal ile Selçuk'un tam olgunlaşmasa da oyuna hakim tavırları ve tabii Van Hooijdonk'un serbest vuruşlarının neredeyse çeyrek penaltı kadar etkili oluşu da umut vericiydi. Özetle anlatmak istediğim şu ki, Fenerbahçe ligin henüz hazır takımlarından biri değil. Bunu Daum'un uygulattığı antrenman programından da çok iyi görebiliyoruz. Ama doğru yolda olduğunu da

Yazının Devamı

Henüz birşey görmedik

22 Temmuz 2003

<#comment>   
   <#comment>   
   Hazırlık döneminde oynanan maçlarla ilgili yapılan yorumları bilirsiniz. Ölçü değildir, adı üstünde hazırlıktır, skor önemli değildir, vesaire... Ama eğer konu bu seneki Fenerbahçe ise bunlar bile yetersiz kalıyor.
   Şöyle ki: Recep ve Volkan'ın performansları ne olursa olsun Milli Takım kalesini korusalar da Daum'un kafasında Fenerbahçe'nin birinci kalecisi henüz belli değil.
   Sonra Fabio ve Fatih dışındaki savunma dörtlüsü de henüz oturmuş değil. Erhan Albayrak ve Ümit Özat'ın ilk onbirde yer alması çok zor gözüküyor.
   Göbeğe Alex, sol kanada ise İsmail Güldüren ya da imzalarsa Vahidi geçecekler. Orta sahanın Aurelio, Selçuk, Kemal üçlüsüne bırakılıp bırakılmayacağı de henüz kesin değil.
   Transfer çalışmalarının devam ettiği, hatta bu bölgeye Ariel Ortega'yı bile gölgede bırakabilecek bir transfer yapılabileceği de derinden derine konuşuluyor.

Yazının Devamı

Fener bu sene 4-3-3

15 Temmuz 2003

<#comment>
<#comment>     Aziz Yıldırım ve yönetimlerinin eleştirilecek çok yönü var. Üstünden bile geçmeyeceğim. Ana başlıklara dahi yerimiz yetmez. Fenerbahçe'nin Yıldırım'la ya da bir başkasıyla uzun vadeli bir değişim ve gelişim projesine kalkışabileceğini de düşünmüyorum. Çünkü Fenerbahçe'nin sorunlarının kaynağı olan rejimini değiştirecek dinamikleri yok. Ama başkan, yönetim, teknik direktör ve kadro belli olmuş, işe koyulmuşken bu köktenci eleştirileri aktüel tartışmanın bir parçası yapmanın da şu an için bir faydası yok. Sonuç itibarıyla ülke ekonomisini, sağlık politikasını tartışıyor değiliz. Eninde sonunda alanımız eğlenceliktir. O yüzden olumlu yönlere odaklanalım. Varsayalım ki bu yıl Fenerbahçe, ideal bir spor kulübü gibi yönetilecek ve işleyecek.
     Van Hooijdonk transferi tribünce Ortegavari bir coşkuyla karşılandı. O coşku bir yana, bu transfer doğal olarak kimilerince, Fenerbahçe'nin her sezon yaptığı flaş ve sonuç vermeyecek klasik bomba transferi olarak değerlendiriliyor. Ama bu görüş bizce yanlıştır. Okocha'dan bu yana her yıl böyle bir transfer yapmayı adet edinmiş Sarı - Lacivertliler'in son dönemdeki en garanti

Yazının Devamı

Milli forma Turkuaz olmalı

8 Temmuz 2003

<#comment>
<#comment>     İki sene önce Adidas, Türk Milli Takımı’na Lüksemburg’a hazırladığı formaların % 100 aynısını verirken isyan etmiş, Radikal Futbol’da bu konuyu ortaya koyan yazı yazmıştım. Çözüm önerilerini de sunmuştum. Üç öneri vardı: Ya yepyeni özgün bir tasarım yapılacak veya eski göğüs bantlı benzersiz forma yeniden canlandırılacaktı. Ya da en iyisi tasarım konusunda çok çalışmayan firma, Türkiye için özgün renk hazırlayacaktı. Ve bu renk de Turkuaz olmalıydı. Bu en iyisiydi, çünkü benim bildiğim dünyada bir milletin adıyla anılan tek renk Turkuaz’dır. İtalyanlar’ın Akdeniz mavisi giyerek Azzuri (Gök Maviler) diye anıldıkları örneğini hatırlayın. Bu ondan bile daha ileri bir silahtır. Hemen bütün yaygın dillerde Turkuaz’ın türevleri olarak anılan bu renk bizimle özdeştir. Bunu kullanmamak kadar büyük ıska olur mu?
     Biliyorum. "Bayrak renginin kullanılmaması yasal sorun çıkarır" diyenler olacaktır. Ama şu bir gerçek ki, zaten ne bundan önce kullanılan tonlar ne bugün hazırlanandaki ton, bayrak kırmızısı. Alın karşılaştırın. Adidas bu tasarımları yaparken TV ve fotoğraf baskısını hesaplayarak yayında tam kırmızıya dönecek tonu

Yazının Devamı

Engin - Rüştü - Volkan

1 Temmuz 2003

<#comment>
<#comment>     30 Nisan 1995 tarihinde Fenerbahçe, Kayserispor deplasmanında şampiyonluk yolunda hayati bir maç oynarken, Engin İpekoğlu'nun ayağı kırılmıştı, hatırlayın. Ama olayla birlikte o günün Engin İpekoğlu, Fenerbahçe ve Türk futbolu için ne demek olduğunu da anımsamaya çalışın. Beşiktaş'tan, Fenerbahçe'ye geçtikten sonra kalecilik meziyetlerinin nasıl geliştiğini zaten iyi olan kariyerinin nasıl zirveye vurduğunu... Engin o günlerde açık ara Türk futbolunun en iyi, en güvenilir, en mucizevi kurtarışlarını yapan kalecisiydi. O, elim ve sarsıcı sakatlıkla acı içinde hastaneye götürülürken, kaleye genç bir yıldız, Ümit Milli Rüştü Reçber geçiyordu. Rüştü'nün, Fatih Terim, Erdoğan Arıca ve Cemil Turan tarafından onaylanmış kalitesi bir yana o gün kimin içini bin bir şüphe doldurmamıştı ki. Tamam yetenekli genç ve dinamik isimdi, ama acaba Fenerbahçe'yi omuzlayabilir miydi? Bu sorulara şüpheleri başka bir kurguda cevap arayalım.
     Engin İpekoğlu 30 Nisan'da değil de, iki ay sonra böyle bir sakatlık geçirseydi ne olurdu? Fenerbahçe sezon sonunda yeni bir takım kurarken, birinci kalecisinden olsaydı, transfer açıkken 22 yaşındaki

Yazının Devamı