<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Şenol Güneş'in yüzünün halini unutamıyorum. Hepimiz gibi şoku o da yaşıyordu ama doğrusu onun kadar yıkılmış bir görüntü veren yoktu. Ağzından titreyen bir sesle "Önemli değil. Her şey bitmedi" sözleri çıkıyordu ama sapsarı olmuş yüzü aynı şeyi söylemiyordu. Son 10 dakikada gelen iki gol, 10 yıllardır hazırlandığımız rüyayı sekteye uğratmıştı. 6 Eylül 2001'de Dünya Kupası için son sınavda İsveç'e, 1-0 öne geçtiğimiz maçta yenilmiştik. Çok iyi bir kurayla Avusturya'nın 9 oyuncusunu kadro dışı bırakmasıyla ve gerçekten iyi futbolla Kore'ye gidebildik sonra. Şimdi buna benzer, ama 12 gün sonra kaybedersek belki artık şansımızın bu kadar yaver gitmeyeceği bir yeni yola giriyoruz. Bu kez, tarihin dayattığı yükle de birleşince atmosfer daha gergin, galibiyet daha bir zorunluluk. Bu maç İsveç maçına benziyor ama daha çok benzediği 7 yıl önce oynanan başka bir final.
Herkesin hatırladığı bir gün, 5 Mayıs 1996... Maç öncesi sinirler gergindi. Trabzon güvenliğin olmadığı bir yerdi rakibe göre. Suçlamalar ve baskıyla Fenerbahçeliler, özellikle de Ali Şen, krizi çok iyi yönetiyordu. Trabzonlular şampiyonluğu getirecek o 90 dakikayı neredeyse unutmuş kendilerini
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Gerçek: Gençlerbirliği maçında Galatasaray savunma göbeğindeki iki oyuncu hücum alanında bir kez bile topla buluşmadı. Bu alana bir pas dahi atamadı.
Gerçek: Galatasaray'ın Juventus karşısında çerçeveyi bulan şut sayısı 1. Bu sayı, o gece Şampiyonlar Ligi'nde oynanan maçlarda bir rekor.
Ve gerçek: Hücum futbolu yoktu; savunma futbolu da. Futbol çok yönlü bir oyundur. Savunmanın içinde hücum, hücumun içinde savunma vardır. Takımların yerleşmeleri, alan ve adam paylaşımları sürekli olarak iki yönlü oyuna göre yapılır. Bir adım öteye gidelim. Futbol alanı bir bütündür. Savunma yapılan yer sadece kendi yarı alanınız değildir, hücum da sadece rakip sahada yapılmaz. Daha ileri gidelim. Savunma ileri hat oyuncularıyla da ve hücum, geri hat oyuncularıyla da yapılır. Galatasaray'ın 1,5 yıldır yapamadığı bu. Juventus maçında rakip çerçeveye sadece bir şut atabilen Sarı - Kırmızılılar'ın övülmesi bundan yanlıştı. Yaptığı sadece mücadeleci bir savunmaydı ve oyunu hücuma dönüştüremedikleri için beş net pozisyon verdiler. Konya'da ise sadece hücum etmeyi düşündüler ve savunmada büyük açıklar verdiler. Yani ne hücum edebildiler, ne de savunma yapabildiler.
Bu
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Recep'in degajmanları Mondragon'a kadar gidiyor. Mondragon'unkiler ise orta yuvarlağa ulaşmıyor. Başka bir örnekse ilk devre boyunca kalemim beş kez masamdan düşüyor. İstanbul'da yaprak kıpırdamıyor, ama Olimpiyat Stadı uçuyor. Bunu bilerek maçı yorumlamalı.
Eğer burada maça çıkacaklarsa teknik direktörlerin yüksek fizik bilgisi, kaptanların da gemi kaptanlığı tecrübeleri olmalı. Çünkü rüzgar ilk belirleyici. Terim bunu bildiğinden olacak Galatasaray'ın 4 - 3 - 1 - 2'si ilk yarı boyunca sürekli yerden oynadı. Bu doğru tercihti, ama sürekli göbeği kullanmaları yanlıştı. Çünkü Fenerbahçe, Ümit'i de orta sahaya çekerek burayı tıkamıştı. Fenerbahçe'nin 4 - 4 - 2'si ise sürekli yüksek ve uzun top yaptı. Onlar da bir yanlışa düştüler ve ilk kırk beş dakikayı neredeyse hiç şut çekmeden bitirdiler. Ama 29. dakikadan sonra yaptıkları dört kanat organizasyonu net pozisyonlar doğurdu ve sonuncusunda da gol geldi. Daum eğer kornerleri Van Hooijdonk'a attırmayı akıl etse daha fazlasını da bulabilirlerdi. Golden hemen sonra Fenerbahçe savunması büyük bir yerleşim hatası yaptı ve Galatasaray'ın çok denemediği bir yoldan Balic'in şık ortasıyla Galatasaray beraberliği
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Fatih Terim, maç öncesi basın toplantısında, "Neredeyse Türkiye'deki her 100 kişiden 99'u Juventus'un kazanacağını düşünüyor. Bu yüzden üzerimizdeki baskı az" demişti. Şampiyonlar Ligi tarihinin en fazla puan toplayan üçüncü hocası Lippi ise, şakayla karışık şöyle diyordu: "Eğer bu sene Şampiyonlar Ligi'ni kazanamazsak benim için yapacak tek şey kalıyor, gidip torunum Lorenzo'ya bakıcılık yapmak." Bu da baskı yaratan bir demeç.
Doğrusu maç da iki teknik adamın oyun konusundaki öngörülerine uygun başladı. Galatasaray'ın 4 - 5 - 1'i, 19. dakikaya kadar biri Del Piero ile gol olan dört net pozisyon verdi ve rakip kaleye hiç gidemedi. Halbuki Hakan hariç tüm oyuncuların topun arkasında olmasına dikkat eden bir savunma planıyla hareket ediyorlardı. Sonra tıpkı CSKA maçında olduğu gibi girdikleri ilk pozisyondan Juventus'un ezeli rakibi Torinolu Hakan'ın ayağından golü buldular. Yine muhteşem bir akın verimliliği...
Bu Juventus'u sersemletti. Geçen yıl ilk turda kendi evlerinde hiç gol yemeden üç maçını da kazanmışlardı. Ve bu maça da güven dolu çıkmışlardı. Ama bundan sonra bocaladılar. Orta sahada top kayıpları düşük olsa da çok geri döndüler ve adam
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Trabzonspor - Fenerbahçe maçından sonra, "Tellerin kaldırılması stat terörünü önlemez. Bu ortaya çıktı" demiş, Trabzonlular'dan bolca tepki almıştım. Şimdi de bu yazıyla Fenerbahçeliler'den benzer tepkiler alacağımı biliyorum. Ne yapalım bu mesleğin kaderi bu! Çünkü muhatabınız taraftar... Ve taraftarlık, bazen insanın mantığını köreltiyor. Taraftar olmayı, hatta fanatik olmayı kötülemiyorum. Her ikisi de modern toplumların oluşumunda vazgeçilmez dinamiklerdir. Ama kuralları kesin olarak belirlenmeyen toplumlarda genel taraftar davranışlarının sonuçları ağır olabiliyor. Terör oluşabiliyor, bu da bir gerçek.
Avni Aker'deki maçtan sonra Fenerbahçe'ye çıkan cezaya Recep Tayyip Erdoğan'ın verdiği tepki de, işte bu taraftarlık tavrına bir örnektir. Ceza doğru ya da yanlış, hafif ya da ağır önemli değil. Önemli olan Erdoğan'ın Disiplin Kurulu'nun okuduğu raporlara bakmadan, seyrettikleri Trabzonspor Kulübü tarafından çekilmiş ayrıntılı güvenlik kamerası görüntülerini görmeden, tarafları dinlemeden, kendisinde bu konu hakkında yorum yapabilme hakkı görebilmesidir. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, başka her hangi bir konu hakkında bilgi sahibi olmadan bu kadar
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
İngiliz basını, federasyonu, teknik ekip ve oyuncuları Makedonya'dan çıkan 3 puanın ardından, Türkiye oyununa odaklandı. Ama konuşulan futbol değil. Makedonya'ya izinsiz giden taraftarların, Kadıköy'e girme çabalarının nasıl sonuçlanacağını konuşuyorlar. Oyuncuların Üsküp'te ayaklarına gidip selamladığı bu "futbolseverler"in İstanbul'da da var olmaları, futbolcuların benzer bir teşekkür sahnesinin nelere yol açacağını. Makedonlar'ın "birlik bayrağını" yakışını, bazılarının siyahi oyunculara karşı ırkçı tavırlarda bulunuşuna işaret ediyorlar. Eğer Üsküp'te bunlar oluyorsa, İstanbul'da neler olur? Sordukları soru bu. Bizdekine benzer bir anlayışla sorunu sürekli dışarıda arayan İngiliz şovenizminin derdi futbol değil. Irkçılığı keşfeden, dünyaya ihraç eden, hâlâ tohumlarını büyüten medeniyet kendisine bakamıyor. Asyalı bir genci döven üç oyuncudan ikisine mahkemeleri sürerken milli formayı giydirenler, ırkçılıktan şikayet ediyor. Milli marş dinleme, ona saygı gösterme kültürünü almamış bir koca kitle bayrağının yakılmasına öfke duyuyor. Futbol konuşmuyorlar, yaptıkları en aşağılık, en yerlerde sürünen siyaset. Bunun adı 19. yüzyıl milliyetçiliğidir.
Ama
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
İddiasız bir Hatayspor ve ardından seyircisiz İstanbul. Yine seyircinin çok ilgi göstermediği ümit milli takım maçları... Ve bir gün geliyor şampiyonluktan başka bir şeyi kabul etmeyen camiaya adım atıyor 23 yaşındaki Selçuk. Futbol bilgisi yüksek ve iyi niyetli bir oyuncu. Bugüne kadar onunla çalışan hiçbir teknik direktörün onun başarılı olacağından şüphesi yok. Ama bazen fahiş hatalar yapıyor. Doğal değil mi? Bunu kafalarımızda canlandırmak kolay değil biliyorum. Ama kendimizi bir an için onun yerine koyalım. İlk maçınızda bir hatanızın sonucunda takımınız gol yemiş, yeniden Saracoğlu'ndasınız. Ve ilk dakikada tepki görmeye başlıyorsunuz. Etrafınızda bunu kolay atlamanıza yardımcı olacak tecrübeli oyuncular da yok. Düşünün, kaptanı Ümit Özat, Elazığ maçında sadece 63. kez giyiyor Fenerbahçe formasını. Kaleciniz henüz ilk maçta yaptığı hata nedeniyle gönderilmiş. Takımın en büyük yıldızı daha düne kadar birlikte ümit milli takımda oynadığınız bir yaşıtınız. Hissetmek zor ama tahmin edersiniz ki bu işin altından kalkmak kolay değildir. İşte aslında taraftarın, eğer varsa görevi burada başlar. Taraftar kendini sadece seyirci olarak tanımlamak istemiyor. Bu
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Fenerbahçe'nin Almanya kampı sonrası oyuncu değerlendirmelerini yaparken, Recep Bilir için şunları yazmıştım: "İyi, yetenekli bir oyuncu ama, o yüzündeki ifadeyle üst düzey bir kaleci olma şansı fazla yok gibi. Dünyanın büyük kalecilerinin hepsinin ortak bir özellikle korkutucu bir fizik ve yüz ifadesine sahip olmaları tesadüf değildir. Birşeyler yapması lazım. Belki Rüştü'nün gözaltı boyaları gibi bir çözüm bulunabilir". Onunla çalışan tüm antrenörlerin, özellikle de milli takım hocalarının sonsuz güvenleri, kalenin ona teslim edilmesi yönündeki uyarıları, ne olursa olsun bizi tatmin etmedi. Belli ki yönetimi, Daum'u ve ekibini de. Ama Recep cuma akşamı bütün olup bitenler, Enke tartışmaları vesaire sonrası kaleyi devralışında herkese birşeyler gösterdi. Özellikle de bana. Bahsettiğim sahada ortaya koyduğu performans değil. Augustin biraz becerikli olsa genç oyuncuyu iki kez avlayabilirdi. Bu önemli değil. Önemli olan maç sonunda Recep'in hali. Lig TV'den Deniz Türker'in uzattığı mikrofona cevap veremeyişi, kameraya dönüp bakamayışı... Fikrim tamamen değişti. Bilmiyorum, belki abartıyorum ama, onu ayakta tutan bu çocukça, bize çok uzaklarda kalmış heyecanı