<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Önümde oturan İspanyol taraftar, arkadakine gümüş gol uygulamasını anlatırken, Gençlerbirliği'nden "diğer takım" diye bahsediyordu... Avrupa'nın her yerinde bilinen Valencia karşısında adı bilinmeyen Gençlerbirliği gerçekten çok iyi dayandı. Özellikle Mista ve Vicente oyuna girdikten sonra ideale yakın kadrosuna kavuşan Valencia, Gençlerbirliği karşısında müthiş bir baskı kurdu. Bugün bütün İspanya'da La Liga'nın en büyük adayı olarak gösterilmesinin nedenlerini ortaya koydu.
Mustafa Özkan'ın oyundan atılması sonrası uzatmalara Angulo'yu da oyuna alarak giren İspanyollar, Gençlerbirliği'nin bugüne kadar hiç karşılaşmadığı bir tempoda oynamaya başladılar. Damir başta olmak üzere, adı bilinmeyen Gençler'in müthiş direnci her türlü övgüye değerdi. İki senedir hızına yetişecek rakip bulamayan Ankaralılar, iki katı tempoda oynayan rakiplerine direndi. Mista'nın golü sonrası Youla'nın iki, El Saka'nın bir gol pozisyonundan yararlanamayışı, çeyrek finale ulaşmalarını engelledi. Şu bir gerçek ki, oyunun sonlarına doğru ne kadar bunalsalar da, Ersun Yanal'ın talebeleri Piontek devriminin yolunu süren tek Türk takımı. Valencia'nın dayanılmaz oyununu bir kenara
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Ortalama bir futbolcu pazar akşamı Mahmut Hanefi'nin sergilediği kadar kötü oynayabilir mi? Attığı her pas hatalı, her hamlesi defolu olabilir mi? Şu bir gerçek ki Fenerbahçe yönetimi kendi hatalarından çok ders aldı, Fenerbahçe medyasında da az da olsa benzer bir eğilimi var. Bilmiyorum, belki başarı trenine binmiş olmaktan. Ama seyirci asla ilerleme sergileyemiyor. Saracoğlu'nu kendi oyuncuları için bir baskı arenasına çeviriyorlar. Bazı insanlar için güven duygusu güvenilebilecek insanların varlığıyla gelişir. Fenerbahçe taraftarı 10 yıllardır kendi oyuncularını yağmalıyor. Bundan vazgeçmek gerek. Şunu unutmamalı; Van Hooijdonk'un değil, Mahmut'un desteğe ihtiyacı var.
Fransa'nın 2002 Dünya Kupası'nda sürpriz elenişinin ertesi günü, Federasyon Başkanı Claude Simonet basına yaptığı açıklamayı şu cümleyle bitiriyordu: "Evet, zafer bir hapishanedir, ancak kuşkusuz, yenilgiden değerlidir".
Üst üste Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası'nı kazanmış Maviler, favori oldukları kupayı, ilk turda galibiyetsiz terk etmişti. Zafere mahkum olmuşlardı, serbest kalmanın burukluğunu yaşıyorlardı. Belki o başarılı günlere ulaşmalarında bir start çizgisi
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Fenerbahçe'nin basit oyunu artık deşifre edildi. Yapılması gereken, alanı iyi kapatan, savunmasının içine girmeyen, hücumcularından yardım alan bir orta saha ile Fenerbahçe'yi aksatmak. Dün Türkiye Ligi'nin organizasyonu en zayıf takımlarından Bursaspor, bu basit işi yaparak Fenerbahçe'yi derin sıkıntılara soktu. Gerçi zayıf organizasyonları nedeniyle pozisyonsuz kaldılar, ama rakibi çok zorladılar. Tıpkı Galatasaray gibi. İlk yarıda buldukları tek akında Okan ile golü bulup devre arasına beraberlikle girebildiler.
Bursa'nın bu başarılı savunması rakibin otomatik paslaşmalarını, adam kaçırmalarını çok etkiledi. Ümit Özat bir orta saha oyuncusu olarak etkisizleşti. Bir forvet gibi rakip savunmanın arasına girdi. Rebrov ve Tuncay'a duvar olma görevini hiç yapamadı. İlk yarıda bir kez olumlu top kullandı, o da Zidanevari bir pasla Tuncay'ı gole gönderişiydi. Bu kısırlığın diğer önemli sebebi ise Luciano'suzluk tedirginliğiydi. Göbekte Fatih'in yer alışı, savunma kanatlarının ileriye çıkıp oyuna katılmakta tereddüt etmeleri ve Mahmut Hanefi'nin çok kötü oyunu Bursa'nın işine geldi. Arkaları iyi doldurulamayan Rebrov ve Tuncay etkili çıkışlar yapamadılar. Daum da
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Zor zamanlarda, maddi krizlerde, hastalıklarda, olağanüstü şartlarda insanların, camiaların, toplumların değerleri törpülenir. Normal zamanlarda hoş karşılanmayacak işler, davranışlar normalleşir, Olağandışı krizlerin olağandışı davranış biçimleri vardır. Tıpkı bugün Galatasaray'da olduğu gibi.
Bugün Galatasaray'da en aklı başında camia üyelerinin bile açıkça dillendirdiği bir görüş hakim: "Aman Canaydın gitsin de...". Bu önüne geçilemez duygunun ortaya çıkardığı en güçlü başkan adayı Mehmet Cansun'un 'Her şey Galatasaray için Platformu'nda yaptığı konuşma ise ne kadar alkış alırsa alsın yukarıda bahsettiğim atmosferin bir sonucu.
"Seneye şampiyon olacağız. Kadro dışı bırakılan oyuncularımızı affedeceğiz. Stadımıza döneceğiz. Fenerliler seviniyor, ama biz onlara 30 puan fark atıp UEFA ve Süper Kupayı aldık, başımızı eğmeyiz. Scolari gelecek, Rivaldo gelecek. Gerekli krediyi bulduk". Bunlar size de Galatasaray'ın değil ezeli rakiplerinin bir başkan adayının vaadleri, seçim konuşması olarak gelmiyor mu?
Halbuki gerçeklerden bahsetmek lazım. Borç 150 milyon doların altında değil. Ne kadar üstünde olduğunu yeni gelecek yönetim açıklar. En iyi kredileri
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Galatasaray bir başkanlık seçimine gitmiyor. Bir karar vermek için sandığa gidiyor. 20 Mart'ta Galatasaray yolunu seçecek. Bugünkü duruma göre bir adayın çekilmesiyle 4 adaylı bir seçim olacak. Çağrılara kulak verilirse, bu tek adaya da inilebilir. Bugünkü durum bu. Ama ne olursa olsun oylar aslında isimlere değil bir zihniyete gidecek. İsimleri aşağıdaki şıkların karşısına siz yerleştirin. Çok zor değil...
1 - Bugünkü mali durumdan sportif başarıları mümkün kılarak çıkmak. Azı idare etmeye aday olanı seçmek. Azla yetinmeyi bilen bir teknik direktörle (Süper Ligi bir tarayın bulacaksınız) yola çıkmak. Bu bütünleşmeyle, tam destekle sözkonusu olabilir. Gerçekten sabrı hak eden bir projeyle... 60 milyon dolarlık, oynamayan takımlar kurmak yerine bunun yarısından azimli, hedeflere kilitlenmiş bir ekip oluşturmak.
2 - Bugüne kadarki politikalarla devam etmek. Mali sıkıntıyı erteleyebilecek iddialı bir takım kurabilecek yönetime yol vermek. Kurumsal kredi sıfırın altında olduğuna göre, şahsi imzalarıyla kredi bulabilecek yönetimi seçmek. 100. yılda şampiyonluğu garanti görebilmek için bu seçilebilir. Ama bunun 150 milyon dolarlık eksiyi büyüteceğini
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Mika çatırtısı, sevinçle yerlerinden fırlamış çoğunluktaki Fenerbahçeliler'in çığlıklarını bastıracak kadar güçlüydü. Birşeyler kırılmıştı besbelli. Sesin, Ersun Yanal'ın yedek kulübesini kaplayan mikaya vurduğu yumruktan geldiğini kafamızı o tarafa çevirince anladık. Yanal çıldırmıştı. Doğrusu çıldırmayacak gibi de değildi. O ana kadar rakibi zorlayan, pozisyonlar bulan Al - Karalılar, akıl dışı hiçbir hatayı aynı pozisyonda Damir ve Ümit Bozkurt ile yapmış, Van Hooijdonk'a golü ikram etmişti. Haklı olarak çıldırıyordu Yanal...
Parma'yı deviren kadroyla sahaya çıkmışlardı. Kar, zemini İtalya'daki gibi yapmıştı. Ama bu kez hem çok yorgunlardı, hem de rakip Gençler'i tanıyordu. Tedbirlerini almıştı. Daum, değişik bir savunma tertibiyle takımını sahaya sürmüştü. Beşli adam adama savunmayla oynuyordu. Fatih, Mustafa Özkan'ı önde karşılıyor, göbeğe geliyordu. Tomas, Youla'yı tutuyordu. Mehmet Yozgatlı ise Filip'in peşindeydi. Luciano arkaya sarkıyor, Ali Güneş, Ali Tandoğan ve Serkan'ın yonttuğu sol kanadı engelliyordu. O; Tuncay ve Aurelio'dan gerektiği yardımı alamayınca, tüm tedbirlerine rağmen Gençler, kendi sağından akın akın geldi. Filip'i kullanamıyorlar,
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Maç öncesi stat skorbordunda karşılaşmanın adı şöyle yazıyordu; Beşiktaş - VALENSİYA... İspanyol ekibi onlara biçilen Türkçeleştirilmiş isime uygun bir kadroyla sahadaydı. 7 as oyuncuları ilk 11'de yoktu. Aimar, Baraja, Rufete ve kaleci Canizares yedekler arasındaydı. Vicente, Albelda ve Mista ise Türkiye'ye hiç getirilmemişti. Teknik Direktör Benitez "Bizim büyüklerin" Türkiye Kupası'na yaklaştıkları gibi UEFA'ya bakıyordu. Ama oyunun başlamasıyla üç hafta önce Real Madrid'i ağlatan savunmayı yapan Katalanlar yine aynı dirilikte alanları kapatıyorlardı. 4 - 5 - 1'leri orta çizgiden itibaren Beşiktaş'ın zorlayacağı her koridora ikili, üçlü sıkıştırmalarla barikatlar kurdu. Siyah - Beyazlılar'ın hazırlık paslarını bile zora soktular. İbrahim'in her pas öncesi çektiği sıkıntıları, bilmiyorum televizyondan görebildiniz mi? Yapılan baskı, alan bırakmayan agresif savunma maça istekli başlayan Beşiktaş'ı uyuşturdu. Herhangi bir pas organizasyonuyla rakip yaklaşamayınca beşli bir hücum hattıyla rakip savunmanın arasına geçip sırtları kaleye dönük şişirme beklemeye başladılar. Böyle bir oyunla ortalama bir İspanyol takımını yenmek mümkün değildi. Ama ilginçtir, Beşiktaş
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Pazar akşamı belki müthiş eğlenceli, insanın nefesini kesen bir maç yoktu. Ama futbolun ideolojisiyle ilgili olanlar Fatih Terim'in zeki hamlelerini, buna Daum'un verdiği cevapları görüp keyiflendiler. İmparator pazar günü bu maçı kazanmak için birçok hamle yaptı. Rakibini zor duruma sokan hamleler. Belki son değişikleri üzerinde tartışılabilir. Ama bence büyük bir yüzdeyle doğruların peşindeydi.
Petre'yle beşlenen savunma, taç çizgilerine kadar açılıp, rakibin iki hızlı kanadı Tuncay ve Mehmet Yozgatlı'yı çıkarmayan Ergün ve Prates... Ümit Karan'ın arkasında her an pozisyon kollayan Volkan ve Necati'nin rakip savunmaya çıkma olanağı vermeyişi... Duran toplarda 11 kişiyle ceza sahasına yığılıp, Fener'in kafacılarını rahatsız etme... Ve rakibin oyun kurucusu Van Hooijdonk'a yapılan sıkı markaj... Terim, Fenerbahçe'yi durdurmak için ne gerekiyorsa büyük bir cesaretle yaptı. Bu diziliş, hamle ve sistemle rakibi hızlı çıkışlarla vurabilirdi. Diyarbakır'ın yaptığını daha kaliteli bir kadroya sahip olan Galatasaray yapabilirdi...
İşte sorun burada bir kez daha bütün açıklığıyla gözler önüne serildi. Galatasaray gol dışında ceza sahası içinde bir kez bile şut