Bu bir yazı değil. Şahsi bir değerlendirme. Benim aklımda kalanlar sadece. Unuttuklarım kusura bakmasın. Ancak yöntem de bu zaten. Aşağıdaki, hemen akla gelenlerin listesi. Yöntemimiz bu. Tamamen sübjektif. Madem geniş çaplı bir oylama ve araştırmayla yapılmıyor bu iş. Her gazete ayrı ayrı ayrı yapıyor. E! O zaman her yazar da ayrı yapabilir dedim ben de. Keyfinize bakın!
Yılın takımı: Sivasspor
Yılın hocası: Bülent Uygun
Futbolcusu: Mehmet Yıldız
Ligin en çok gelişim göstereni: Servet Çetin, Mehmet Topal
En çok gelişim gösteren olgunu: Mohammed Ali
Galatasaray’ın ligin 2. yarısındaki en önemli oyuncusu Ümit Karan’ın yokluğunda özellikle Song’un golünden sonra Sivas’ı bu kadar domine edebilmesi üzerinde durmalı. Tek santrforla oynarken, orta sahasındaki hemen her oyuncuyu gol bölgesinde, hatta altı pasta topla buluşturabilmesi iki yönlü orta sahalarının becerisi. Savunmayı onlara yakın tutup Sivas’ı felç ettiler. Bu bölümde Sivas tamamen oynayamaz oldu.
‘Yılın takımı’nın ‘marka’ hücum silahı olan geriden hatta Petkoviç’ten, Mehmet Yıldız’a direkt pas işinde de, Emre-Servet ikilisi uzun toplara verdikleri doğru tepkilerle geçersiz kıldılar. Bu oyun Sivasspor’u büyüklerle yaptığı tüm maçlarda olduğu gibi çok geriletti.
Sivasspor, bu yıl ligin geri kalan tüm takımlarına karşı Mehmet Yıldız’a attıkları toplarla nefes olma olanağı bulmuştu. Üstüne bundan gol pozisyonları da çıkardılar. Song’un kendi kalesine attığı gol sonrası ister istemez kapanıp Mehmet Yıldız silahını kullanamayınca, Galatasaray’ın
Galatasaray’ın inatçı şampiyonluk mücadelesinin altında birçok hoş hikâye var kuşkusuz. Teknik direktörsüzlük, yönetim değişikliği, yönetim tarzı değişikliği, genç ve kendini ispat etmeye çalışan, milli takım kapısını zorlayan oyuncular. Aykut’un, Servet’in, Emre’nin, Mehmet Topal’ın, Ümit Karan’ın dönüşümleri vs. Tonla hoşluk, Galatasaray taraftarının yüreğini ferahlatacak keyif dolu performanslar.
Bunların arka planı ne kadar yazılacak, şampiyon olunursa bilmiyorum. Muhtemelen hemen ertesi gün transfer hikâyelerine döneceğiz. Hep öyle yaptık.
Ancak özellikle derbi zaferinin kutlanmasında kullanılan bazı argümanların, hem bugünün değerlendirmesi hem de yarının kurulmasında son derece yanlış sonuçlar çıkarabileceği de bir gerçek.
Misal zenginle fakir arasında oynanan bir maç olduğu gibi. Brezilya Milli Takımı’yla Türk Milli Takımı arasında oynandığı gibi. Galatasaray’ın sadece Türk oyunculardan kurulu bir takım olduğu gibi argümanlar.
Galatasaray Futbol
Futbol satranç gibidir, ama değildir dostlar. Değişkenleri çok fazla olduğundan çok daha karmaşıktır. Aritmetiği, geometrisi çok daha farklıdır.
Çünkü futbolda piyonların bile beyni var. Vezirlerin sakatlıkları olabiliyor mesela. Atların bilekleri dönemeyebiliyor. Filler düz oyuncular olabiliyor.
Şah mattan kurtuluş var futbolda.
Bu oyunun oyuncuları vezirsiz sahaya çıkabiliyor. 3 kaleyle misal ve 4 fille. Piyondan kısıyorlar. Ya da tam tersi hep piyon.
Eğer bunlar tatmin etmiyorsa ve illa satranç gözüyle bakacaksak bu oyuna. Pazar akşamı olanı neye benzeteceğiz? Zico’nun karşısında oyuncu yok. Bilgisayara karşı oynadı diyebilir miyiz? Kalli’nin kupa maçları için yüklediği programa karşı.
Futbolda teknik direktörün katkısı bazen %100’ü bulur. Takımın inşasında, başarısının devamlı oluşunda, oyuncu monte edilmesinde vs. Misal, Manchester United ya da Arsenal’de teknik direktör etkisi %100’dür. Zaten teknik direktör de bunun için lazımdır. Ve bu örneklerde satranç benzetmesi bir yere
Galatasaray, kupa maçlarında ezberlediği oyunla sahadaydı. Bu oyuna kağıt üzerinde 4-4-2 denebilir. Ama Ümit’in kanatlara kaçışıyla, Arda’nın öne çıkışıyla 4-3-3/4-5-1 varyasyonuna yakın bir oyunla Fenerbahçe’ye önde bastılar. Zico’nun da oyuncu ve diziliş tercihlerinin etkisiyle, rakibi durdurup istedikleri gibi oynadılar. Eksik kalan, oyun hızı ve Fenerbahçe’nin büyük boşluklar bıraktığı ters kanada top atamayışlarıydı. Bunu yapabilseler girdiklerinden çok daha fazla ve net pozisyon bulabilirlerdi.
Zico 4-3-2-1 (noel ağacı) dizilişini artık resmileştirmiş görünüyor. Kezman’ın arkasında Deivid ve Alex duruyor. Onları Kazım, Maldonado ve Marco üçlüsü tamamlıyor. Ancak bu oyun önde basan rakiplere karşı kopuyor, çok zayıf kalıyor. Kezman, Alex ve Devid. Kazım ve Marco hücuma yakın duruyor ve takımdan uzaklaşıyor. Hücum üçlüsü savunma sıkıştığında atılan uzun topları da alamıyor. Böylece tamamen oyun dışı kaldılar.
Önünde geriye gelmeyen Kazım olunca Gökhan ya savunmaya
Mondragon, Tomas ve Song daha bir yıl önce Galatasaray’ın oyununun temeli olarak görülüyordu. Sarı-kırmızılıların Gerets’le hücuma yönelmiş, ama takım savunması açısından kırılganlaşmış tarzının sigortası onlardı. Bu yıl Kalli’yle iyice hücumperver olan takımda 1 yıl geçmeden başka bir üçlü işbaşında. Emre, Servet ve Aykut’la geçen yılın mart ve nisanından çok daha az yenilen bir dönem yaşanıyor. Bunda kuşkusuz bu üçlüyü tamamlamakla kalmayıp, hücum yönüne destek veren büyük aşama kaydeden Mehmet Topal’ın da payı büyük.
Krizi yönetebilecek beyin var mı!
Yeni teknik oluşum bu en azından lig ölçüsünde başarılı ekibi güçlendirecek bir hamle daha yaptı. İBB maçıyla birlikte santrfor sayısını azaltıp, hücumcu orta saha ya da forvet oyuncularını iki yönlü defansif katkısı yüksek oyuncularla harmanlayan bir oyun seçildi. Ligin iyi pas oyunu oynayan takımlarından Belediye’ye pozisyon vermeden maçı kopardılar.
Buna benzer bir
Biz çocukken ‘Kadir gecesi doğmuş’ diye anılırdı çok ballı olanlar. Allah’ın sevgili kulu anlamında. Hâlâ var mı bu deyim bilmiyorum!
Çünkü her şey değişiyor...
Misal Kutlu Doğum Haftası yoktu biz çocukken.
Pazar akşamı sahaya çıkacak futbolcuların hiçbiri doğduğunda Kutlu Doğum Haftası yoktu.
Regaip Kandili vardı. Kadir gecesi vardı. Miraç Kandili vardı. Üç aylar vardı. Kutlu Doğum Haftası yoktu.
Sorsan ne olduğunu bilmez bizim kuşak! Zaten dini kutlamalar hicri takvime göre yapılırdı o zamanlar. Ve dini olan her gün, her hafta, her ay kutsaldı. Kutsal olan 1989’da çıkmaz ki. 1989’da kutsal hafta uydurulabiliyor demek ki!
Miladi rutinde Ulusal Egemenlik kutlanırdı bu hafta.
Hem yaratacağı heyecan, hem de getireceği gelirle TSYD Kupası kadar, belki ondan daha önemli olabilecek bu organizasyonu, TSYD’ye 2 yıldır öneriyorum, ama ses seda yok. Önerim, tüm mesleği temsil edecek, Futbol Oscarları’nın düzenlenmesi.
Statlara giden meslektaşlarımızın oyuyla, Türkiye ’nin her yanından katılımla, yılın takımı, yılın oyuncusu, yılın teknik direktörü seçilmeli. Lig bitmeden, şampiyon belli olmadan bu ödülleri vermeli. Bu sene artık geç. Ama önümüzdeki yıl sponsor gelirleriyle, ödül töreninin canlı yayın hakkıyla TSYD’ye büyük gelir sağlayacak bu organizasyonu düzenlemek lazım. Bu hem ülkede büyük bir heyecan yaratacak, hem de dernek için büyük bir saygınlık kaynağı olacaktır.
Eğer bu yıl bu seçim yapılsaydı sanırım oy çokluğuyla ödülleri alanlar da İstanbul dışından olacaktı.
Yılın takımı Sivas...
Yılın teknik direktörü Bülent Uygun...
Yılın futbolcusu Mehmet Yıldız...
En azından benim oyum tartışmasız şekilde bu üçlüye olurdu.