Fenerbahçe’nin ilk yarıdaki orta saha hamlığı sadece Emre’nin yokluğu ile açıklanabilir mi? Ya da ikinci yarıda sadece Semih-Alex-Niang (Stoch) üçlüsünün arasındaki pas trafiğinin rakibe üstünlük sağlanmasında yeterli olması enteresan değil mi?
Baştan başlayalım. Kendi standardının da ötesinde bir top kaybıyla oynayan Selçuk’un topun dağıtımından birinci derecede sorumlu oluşu ilginçti. Bu görevi üstlenmesi beklenen Baroni ise hiç sorumluluk almıyordu. Alex ‘Ben forvetim karışmam’ halindeydi doğal olarak.
Diğer önemli aday Özer’in ne yaptığına dair bizzat kendisinin dahi herhangi bir fikri olduğunu zannetmiyorum. Hani modern zaman futbolcusu bir iki hamle sonrasını hesap etmeli diyoruz ya. Özer bir adım öncesini bile hatırlamıyor sanki. Ligin ikinci yarısının en parlak oyuncusu Topuz için de benzer şeyleri söyleyebiliriz. İleri koşarken bir bakıyorsunuz kendi kalelerine doğru dönmüşler. Ya da iki çalım atmışken kaleciye pas veriyorlar. Kafalarında hiçbir şablon yok gibi.
Dolayısıyla her şey Gökhan Gönül’e kaldı. O da eksik kaldı tabii. Bütün bu durumu Emre’nin yokluğuyla açıklayabilir miyiz? Bir anda şampiyonluk adayından amatör küme seviyesine düşüş mümkün olabilir mi
Fenerbahçe’nin savunma ekibinin yarısı sahada yokken rakibine hiç pozisyon vermeden maçı rahat kazanması önemli. Tabii ki Konyaspor’un oyun yetersizliği, organizasyon eksikliği önemlidir. Ancak sarı-lacivertlilerin daha 2 ay evvel Yeni Malatya’ya kaybettiğini de unutmamak gerekir.
Dolayısıyla Fenerbahçe’nin 2. golü bulana kadar rakibi kendi sahasında oynatmayışı ne olursa olsun değerli bir veri. En azından sezon başından bu yana belli bir ilerleme kaydettiklerini söylebiliriz.
Galatasaray maçında gelince: Takımın yeni sistemini işleten en önemli unsur orta saha bütünlüğü. Savunma kanatlarının orta sahanın bir parçası gibi oynayışı. Hücum hattındaki iki oyuncunun aynı zamanda orta saha özellikli olması. Orta sahanın hem savunmada hem hücumda oyunun merkezi olabilmesi. Dolayısıyla Fenerbahçe’de pas seçenekleri artıyor ve topa sahip olarak savunma yapmak mümkün oluyor. Tabii hücumu da.
Bu oyunun merkezine oturan oyunculardan biri de Emre. Onun yokluğu Fenerbahçe açısından belli oranda ezberin bozulması anlamında etkili olacak. Ancak şunu unutmamak lazım ki bu tip bir oyun, sizi oyunculardan bağımsız olarak işler kılabildiği için önemli.
Emre oynadığı zaman yanındaki orta saha
İdeal kadrosundan 4 oyuncu farklı olarak sahaya çıktı Fenerbahçe... Bu zaten yüksek oranın yarattığı etki, bu oyuncuların savunmaya dönük isimler oluşuyla büyüyebilirdi. Ancak hem Cristian, Caner ve Bekir savunma yönünde çok büyük hatalar yapmadan oynadı. Hem de Konyaspor bu organ naklinden kaynaklanabilecek bağışıklık sorunundan yararlanacak organizasyondan yoksundu.
Böyle olunca Fenerbahçe arkada çok hata yapmadı, ama top da yapamadı. Savunmanın eksik kalma ihtimali muhtemelen Gökhan Gönül’ün hücuma desteğini sınırladı.
Dolayısıyla takımı ileri taşıyan Emre ve Topuz’un çabaları oldu daha çok. Topu Alex ve Stoch’a aktardıkları her anda Fenerbahçe pozisyon buldu.
Burada Alex’e bir parantez açmak lazım. Çok kalabalık ve tek önceliği onu durdurmak olan bir markaj ekibinin ortasında aldığı topların çoğunu Stoch’a gollük paslar atarak değerlendirebildi. Eğer Stoch yarısını değerlendirebilse Alex ve kendisini maçın kahramanı yapabilir ve Fenerbahçe ilk 11’ini değiştirebilirdi.
Dün Stoch şahane oynadı ya da rezalet. Dün girdiği pozisyonlarla neden Chelsea’nin dikkatini çekip oraya transfer olduğunu anlattı bize.
Kaçırdıklarıyla da neden hâlâ orada olmadığını.
Aykut Kocaman’ın
Yattara bildik ortalama oyunlarından birini oynasa Trabzonspor için oyunu koparmak, maçı bir şenliğe çevirmek işten olmayacak.
Ancak Yattara uzun süredir bu oyundan oldukça uzak. Ve Trabzonspor’un Burak’ın yokluğunda ona bu kadar bağımlı oluşu sıkıntı verici.
Takımı akına kaldıran o değil belki, ama ileride top tutup rakibi sıkıntıya sokmakla yükümlü olan o. Sanki artık formsuzluğun ötesine geçmiş bir durumu var. Sanki bitiyor gibi.
Bir başka tezat Umut Bulut’ta. Olağanüstü fizik çabası her türlü takdirin üzerinde. Neredeyse yardımcı hakeme, rakip taraftara bile pres yapacak kadar güçlü, arzulu ve yüksek konsantrasyonlu. Ancak boş kaleye içeri vuramayacak kadar da soğukkanlılıktan uzaklaşabiliyor bir anda. İki kez çok net poziyonda. Bu yeteneksizlik değil. Umut bu kadar kof bir golcü değil. Bunun altında psikolojik bir durum olmalı.
İki kritik isim de durum bu olunca ne topu ileride tutmak ve rakibi kaleden uzak tutup sürekli rahatsız etmek ne de skoru rahatlatıp oyunu rölantiye almak mümkün oluyor.
Dün son derece iyi bir savunma ve orta sahaya rağmen 90 dakika diken üzerinde oluşları bundan.
Pawel Brozek’in fevkalâde pasını, zor pozisyonda çok kolaymışcasına gol yapan
Oyunun temel prensibi hiç değişmiyor aslında. Top sendeyken mümkün olduğunca genişleyip pas seçeneklerini çoğalt.
Top rakipteyken mümkün olduğunca daral ve pas seçeneklerini azalt/yok et.
Bunu yapmadan savunmadan veya hücumdan bahsetmek mümkün değildir. İşin temeli budur...
‘İyi futbol iyi futbolcularla oynanır’ gibi aslından bir yere kadar doğru, ama bir o kadar da gereksiz bir cümle değil.
İyi bir ziyafet iyi yemeklerle olur! gibi... Vay vay vay ne laf!
Bir kere her şeyden önce iyi futbolla, güzel futbol/güzel oyun kavramlarını birbirinden ayırmak gerekir. Güzel futbol büyük yıldızların oynadığı ya da büyük yıldızlar yaratan oyundur. Estetik, keyifli, romantik...
İyi futbolu ise iyi takımlar oynar. İyi işleyen, hızlı, az hata yapan, hata yaptıran sonuç alan... Önce bunu başarmak gerekir.
Burak Yılmaz, ABD’li bir sporcu olsa muhtemelen şu ana kadar birkaç filmi çekilmiş, bir figür haline gelmişti. Nefret edenlerinin ve sevenlerinin kocaman dernekler kurduğu bir isime dönüşmüştü. Hatta ismiyle, kelimeler, sıfatlar deyimler üretilmiş olurdu muhtemelen. Yani sadece isim değil, kavram da, fiil de olurdu.
Dünkü maça karakterini veren en önemli adam da yine o. Geçen sene eski takımını transfer olduğu sene içinde şampiyonluktan eden golü atan Burak bu kez daha karmaşık bir olaylar zincirinin başrol oyuncusu oldu.
72. dakikada Burak, Selçuk’tan aldığı topla Ekrem’den kolayca sıyrıldı. Ardından Rüştü’yü terse yatırmışken tecrübeli kalecinin yerdeki ayağına ‘mecburen’ takıldı ve ardından düştü.
Hakem buna sarı kart çıkardığına göre bu takılmayı görmemiş olmalı. Normalde ‘bilerek takıldı, zannetti’ diyemeyiz. Çünkü o zaman hakem olmayan bir şeyi görmüş olurdu. Olan bir şeyi görmemek tamam da, olmayan bir şeyi görmenin açıklaması yok.
Ama oyuncu Burak Yılmazsa hakemler de yakıştırma yapıyor belli ki! Burak Yılmaz’ın orada kendisini bıraktığını söylebilir miyiz? Belki!
Peki Rüştü’nün çalım yedikten sonra onun için bir engel oluşturduğu gerçeğini nasıl saklayacağız?
Kab
Galatasaray savunma sorunlarını halletmiş gibi. Antep’ten sonra Karabük maçında da pozisyon vermeden 90 dakikayı kapattılar.
Ancak ne pahasına! Yine rakibi hataya zorlayacak bir baskı ya da yaratıcılık sergileyemiyorlar. Hiçbir hücum şablonları yok sanki. Topu ayağına alan oyuncu ilk kez bu ekiple birlikteymiş ‘şaşkın’ izlenimi veriyor.
Bugün futbolda böyle bir durumdan bir şey çıkarmak mümkün değil. Çünkü mesela dün Galatasaray’ı nihayet beceriyorlar diye övdüğümüz savunmayı Karabük sezon başından bu yana kendi gücü ölçüsünde yapıyor. Dolayısıyla herkesin belli ölçüde savunma yapabildiği yerde, farkı yaratmak için hızla uygulayabildiğiniz hücum şablonlarınızın olması gerek. Bir yaratıcılık sergileyerek bunları ortaya koyabilmeniz lazım.
Daha çok hücumcu kullanarak ya da Servet’i de santrfor yaparak çözebileceğiniz bir şey değil bu!
Galatasaray, Hagi’yle bu yönünden kaybetti en çok. Geçen sene bu hafta Rijkaard, lider Bursa’nın 2 puan gerisinde 2. sıradaydı. Bugünkünden sadece 3 gol az yemişti. Ama averajı bugünkü gibi -3 değil, +22’ydi.
Hagi belki mesleki deformasyondan, yememeyi düşünen takımlar hayal ediyor. Kendisi gibi oyuncuları sevmiyor. Asıl önemlisi kafasındaki
İlk yarı boyunca skora ihtiyacı olan Gaziantep gibiydi. Oyun merkezi önde, birbirine, yakın boyuna dar bir alanda oynamayı başardılar. Birkaç kez kontratak yiyecek kadar hücum odaklıydı 4-3-3 varyasyonları.
Cenk, Sosa, Popov, Wagner gibi oyuncularla rakibi tehdit ettiler. Ancak çok uzun zamandır görmediğimiz bir şey oldu. Galatasaray savunması 6’lı bir blok halinde iyi döndü. Gaziantep’in hücumu enine genişletmesine izin vermeyen bir alan daraltma yaptı. Çok iyi yardımlaştılar ve Serkan’ın, Servet’in, Cana’nın bireysel eksikliklerini giderdiler.
Ligin standart üstü yetenek sürat ve uyum seviyesinde olan Antep böylece neredeyse hiçbir tehlikeli akın yaratamadı. Bunun belki psikolojik sebepleri de olabilir. Hemen tüm oyuncuların isimleri fazlaca anılıyordu, kendilerini bir kez daha ispatlamak için şahane bir sahnedelerdi vs.
Bu standart üstü yardımlaşmanın hücum yönü için ise aynı derecede övgüde bulunmak olanakdışı.
1-Burada yetenek eksikliğinin etkileri önemli. Bu takımın Baros’tan sonraki en iyi oyuncusu Culio gibi duruyor. Ama onun da hücuma etkisi sınırlı. Bir posizyonu hatırlamak lazım. Yalçın oyundan çıkmış, Nounkeu kenarda tedavi görüyor. Sağdan korner atılıyor. Kale