Kim kalsın?

22 Kasım 2010

Galatasaray’ın, Hagi’nin geldiği günden bu yana en dengeli maçını oynadığını söyleyebiliriz. Eksik kalan tıpkı Fenerbahçe maçında olduğu gibi Baros’tu.
Kayserispor topu Zaleyeta’yla tehlikeli bölgede buluşturma konusunda becerili değildi.
Galatasaray ise topu tehlikeli bölgede buluşturduğu oyuncuların Zaleyeta olmasını diledi. Ancak onlar bu performanstan çok uzaktı.
Rumen Hoca’nın planının deplasmana daha yatkın oluşu bu dengeli oyunun temel sebebi. 4’lü savunmanın kanatları neredeyse hiç çıkmıyor, orta saha sürekli savunmaya yakın duruyor, Pino önde rakibe basıyor ve orta sahada Sabri’nin enerji desteği var. Oyun merkezleri oldukça geride, açık vermeden bir bütün olarak duruyorlar.
Kayserispor maçın başında ters toplarla, göbeğe destek veren savunma kanatlarının yarattığı boşluğa sürpriz top atarak Galatasaray’ı tek ayak üzerinde yakalamak istedi. Selim’in organizasyonunda bunu belli oranda yapsalar da sonunu getiremediler. Final pasını yeterli etkinlikte yapamadılar.
Böyle olunca çok da net pozisyonlar yaratmayan bir oyun ortaya çıktı. Galatasaray ise belli bir planla rakibin üzerine girmese de daha net şanslar yakaladı. Kayseri’nin idealinin dışında (ki ideali de bu sene

Yazının Devamı

Portreler

18 Kasım 2010

Gökhan Gönül sağ kanadı baştan başa tek başına kullandığında rahat ediyor ve rakipsiz oluyor. Dünkü gibi 3 kişi birden o kulvarda olunca tutuklaşıyor. Eğer ona bu imkan sağlanmayacaksa, o bölgede Serkan Balcı bu yılki formuyla daha iyi bir tercih...
-Burak yeteneklerinin farkına yavaş yavaş varıyor gibi. Artık çok daha iyi durumda. Ayrıca kendisini daha az yere atıyor. Atletik üstün özelliklerini kullanıyor. Ancak maalesef taktik bilgisi 25 yaşa rağmen çok geride. Keşke Şenol Güneş’le 5 yıl önce karşılaşabilseydi.
-Umut’ta ‘Hakan Şükür sendromu’ var. Topsuz oyuna o kadar konsantre ki, topla buluştuğunda sanki işi bitmiş gibi hissediyor. Yanlış anlaşılmasın Türkiye’nin en iyi 2-3 santrforundan biri. Ancak bu sorunu çözmeli. Hakan Şükür’ün belli oranda yaptığı gibi.
-Biliyorsunuz İsmail aslında 10 numara. Onu sol beke yollayan da, dün birlikte oynadıkları, İskenderun’dan abisi Selçuk. Belki bu sebepten hala bir bekten daha çok bir hücumcu gibi düşünüp gereksiz risk alıyor. Çok yetenekli, açık fikirli, öğrenmeye açık ve daha çok genç. Bunları düzeltecektir.
-Hamit 2008’de şampiyonanın en iyilerindendi. Yarı finalde Almanya maçını tek başına almaya çalışınca maalesef çuvalladı.

Yazının Devamı

Günde 1 saat yürüyün

16 Kasım 2010




Doktorlar özellikle orta yaştakilere haftada en az 3 gün, 1 saat yürüyün diyorlar.
‘Koşmayın, biraz tempolu yürüyün’. Bu yürüyüş temposuyla saatte 6 km. yol alıyorsunuz. 1 buçuk saat yürürseniz 9 km eder. En iyi spor bu: Sağlıklı yaşam için spor.
40-50 yaşlarında sporculuk geçmişi olmayan kalbini çalıştırmak, ciğerlerini açmak, damarlarını esnetmek isteyen için yapılması gereken bu...
O zaman, bir 90 dakika boyunca 10 km mesafe kat etmiş bir profesyonel futbolcuya ‘Vay be! Adam 10 km koşmuş’ demenin manası ne?

Yazının Devamı

Bir devrin sonu

15 Kasım 2010

O ana kadar dengede giden maçı koparan Makukula. Topa sahip olmadan, ne yapacağına karar verip, uygulamak böyle bir şey işte... Hızlı bir oyuncu olmadığını biliyoruz. Ama en çabuk o. Tek bir hamleyle o koca gövdesini çevirip topu önüne alıyor, iki adım atıyor ve terse şahane vuruyor.
Bu golü Servet üzerinden de konuşabilirsiniz. Geçen hafta Engin’e kaptırdığı toptan sonra bu daha mümkün.
Ancak hakkaniyetli olmaz. Bunu yaparsanız bir suçlu bulup kendinizi rahatlatabilirsiniz belki. Fakat tartışılması gereken şeyi kaçırırsınız. Manisa’nın hem de en golcü olmayan forveti Makukula’yken, Galatasaray’ın forveti nasıl Pino olur? Bu durum nasıl alkışlanır?
Fenerbahçe maçından sonra sahada uzaktan şut atmak dışında bir şey yapmayan Pino maçın kahramanı ilan edilmişti hatırlayın. İşte bu seviyeyi, takımın algılanışını, takımın kendisini nasıl algıladığını gösteriyor.
Bugün itibarıyla Galatasaray tamamen kendilerine güvenlerini kaybetmiş bir oyuncular topluluğu. Asıl kötü olan birbirleriyle de herhangi bir güven ilkişkileri yok gibi.
Bu durum inisiyatif almalarını engelliyor. Savunma rakibe dalış yapmak, hücumsa gördüğün yerden vurmaktan ibaret.
Bir akın geliştirme, plan, sabır ve

Yazının Devamı

Kolay oldu

14 Kasım 2010

Maçın başından sonuna kadar düşündüm. Bu iki takımda eksik bir şeyler vardı, ancak tam tanımlamak mümkün olmuyordu. Alan paylaşımı, oyun merkezi vs vs. Bir dolu laf edebilirsiniz, ama tam tanımlamak mümkün olmuyor.
Nihayetinde sorunun değil de, çözümün peşine düşmeye karar verdim.
Takımları şöyle bir karıp kartları bir kez daha dağıtsak. Ya da yeniden ‘adam alsak’ duruma açıklama getirmek ise mümkün olacak.
Özetle iki ilk 11’den şöyle bir karma yapsak: İvan, Yobo, Dani, Gökhan; Topuz, Murat Ceylan - Orhan Gülle; Alex - Semih Sosa... Kaleciyi de siz seçin, ama benim adayım dün itibarıyla Karcemarskars!
Bu takım hem çabuk hem de hızlı olanların karması. Top ayaklarına geldiğinde önceden ne yapacağını biraz olsun bilenler. Dolayısıyla yüksek ritimle şablon uygulamayı öğretmeniz kolay. Geri kalanların bir öğrenme sorunu olduğu açık. Tamamen doğaçlama oynuyorlar. Ancak doğaçlama özgürlüğü verebileceğiniz bir yetenek yok ortada.
İşte bu seyir keyfi açısından bir çözüm olabilir. Dolayısıyla ligin şu andakinin yarısı kadar takımla yapılmasının daha iyi olabileceğine kadar gidecek bir fikir silsilesini kurmak mümkün. Bunu burada keselim ve biraz gerçeğe bakalım.
Fenerbahçe,

Yazının Devamı

Ne final ama...

9 Kasım 2010

Bu durgun, ağır maçın böyle bir finalle biteceğini kim tahmin edebilirdi ki! Sezonun en kötü futbollarından birini oynayan Beşiktaş’ın 0’dan 100’e son 5 dakikada çıkacağını. Son yarım dakikada bir golünün ofsayt gerekçesiyle sayılmayıp, ardından da, hem de Guti’nin ayağından bir penaltı kaçıracağını...
Bu maça çok fazla bir final oldu. Hem de çok fazla...
Halbuki, ilk yarıda tamamen Guti ve Ernst’in sırtına yüklendi Beşiktaş. İki savunma kanadı İsmail ve Erhan’dan oyun kurmada destek alamadılar. İbrahim Üzülmez ve Hilbert’in performanslarının çok gerisindeydi iki kanat.
Mehmet Aurelio ise oyuna hiç dahil olmadı. Genelde üçüncü stoper olmayı tercih etti. Hem de rakibin herhangi bir tehdidi olmamasına rağmen.
Böyle olunca Holosko, Bobo ve Nihat, kalabalık Kasımpaşa savunması arasında kayboldu. Bunun oyuncuların kendileriyle bir alakası yok. 8 kişinin görevi 3 kişiyi durdurmak olunca herkes herkesi durdurabilir. Böyle olunca da ligin en parlak hücum takımlarından biri, ligde galibiyet almamış, 28 gol yemiş, -21 averajlı rakibine karşı pozisyon bulamadan devreyi kapadı. Bunu yorgunluğa vs. Bağlayabilir miyiz? Son 10 dakikaya bakılırsa hayır!
Bu durumun teknik sebebi, oyuncu

Yazının Devamı

Engin aldı götürdü

8 Kasım 2010

Galatasaray’ın eksikleri, bu şartlarda, Hagi’nin dezavantajı mı, avantajı mı karar vermek zor. Baros’lar, Arda’lar olsa, 7 savunma oyuncusunun 3 haftadır rakip hücumcuları bezdiren katı yapısı yine de olacak mı? Yoksa dengeli oyunda da hem yaratıcı hem de bu kadar katı olmayı sağlayabilecek mi?
Dün maçın büyük bölümünde Galatasaray’ın orta sahadaki boşluksuzluğundan bezmiş olan Engin niyeti bozmasa, kuşkusuz Hagi yine alkışlanacaktı. Ancak sahanın o ana kadar en kötüsü Engin, belki de en iyilerinden Servet’e hiç olmayacak bir yerde bastı, aldı. Penaltı araması muhtemeldi, yapmadı. Orta yapabilirdi, onu da yapmadı. Umut’a harika bir gol pası verdi. Ve bu yetenek gösterisi de Galatasaray’ı yıktı.
Ve Hagi’nin Galatasaray’ı ilk kez geri düştü. Bununla nasıl başedeceklerini test etme olanağı daha önce olmamıştı. Dün bu test başarılı olmadı.
Başa dönersek. Galatasaray 3 haftadır ligin yukarılarında pas yapmaya çalışan 4-3-3’lerle mücadele ediyor. Bunu nasıl tıkayacaklarını biliyorlar. Dün de aynı oyun sahnedeydi.
7’li bir blokla Trabzon’un oyunun merkezine baskı yaparak, rakibin top yapmasını engellediler. Selçuk, Colman ve Jaja’nın ender olarak ileriye aktarabildikleri toplarda

Yazının Devamı

Hangi noktada eşitlik

2 Kasım 2010




Cem Dizdar’ın, cuma günü bu sayfalarda yazdığı yazı önemli. Kaçıranların internetten bulup okumalarını tavsiye ederim.
Cem, kamuoyunda ‘Anadolu devrimi’ olarak nitelendirilen değişime farklı bir yönden bakıyor ve “O dediğiniz karşı devrim olmasın” diye soruyordu yazısında.
Sertlik sınırlarını zorlayan, kural dışılığa normalleştiren ‘oynatmama’ öncelikli oyun (!) tarzıyla sağlanan başarının ‘Anadolu Devrimi’ olarak sunulmasının yanlış olduğunu ve bunun ancak bir karşı devrim olabileceğini söylüyordu.
Ertesi gün ise sayfaları Alanzinho’nun bir demeci kapladı. Niang’ın tekmelerden doğan sakatlığı sonrası yaptığı şikayetine Brezilyalı Ali’nin söyledikleri ilginç: ‘Ben alıştım, Niang da alışır’.

Yazının Devamı