Anneliğin her aşamasında zaman zaman paniğe kapılırız. Sorunlar hiç geçmeyecek zannederiz. Oysa öyle hızla akıyor ki zaman. Unutulup gidiyor her şey...
Bebek doğar, müthiş bir heyecan, sonra korku... uykusuzluk çoğu annenin derdi olur. Emzirmek desen başlı başına bir iş. İlk aylar yapışık gezersiniz, açık açık ''off sıkıldım'' demeye çekinirsiniz. Hayat hep böyle mi devam edecek? diye düşünmeye başlarsınız. Derin bir bunalıma sürüklenir gibi olursunuz ama kucağınızdaki meleğin varlığı anında unutturur tüm olumsuzlukları. Bir kaç saat sonra yeniden aynı duygular içine düşeceksiniz belki ama işte o minicik, yumuşacık, savunmasız, mis kokulu yavrunuzun annesinden başka hiç bir şeye ihtiyacı olmadığını hatırlayıp devam edeceksiniz yaşamınıza.
Belki çok tecrübeli bir anne sayılmam. Henüz 2.5 seneliğim ama ilk ayların zorluğu yüzünden ikinci çocuk meselesini devamlı erteleyen bir anneyim. Hem biliyorum geçecek, hem de korkuyorum. Oysa gördüm, yaşadım. Kendi kendime devamlı tekrar ediyorum.
Ben bu tekrarı bir kere de benim gibi
Gerçekten biliyor musun?
Artık bilgiye ulaşmak çok kolay. İnternet bilinmeyenlerin ortaya çıkmasını sağlayan bir mucize. Hamile kalmaktan tutun da, 9 ay boyunca hafta hafta hatta gün gün bir hamileliğin nasıl ilerlediğini öğrenebilirsiniz. Doğum, doğum sonrası dönem, emzirme, uyku gibi konularla ilgili sayısız kaynak var. Bilimsel, kişisel her türlüsü var.
Hamile kalmak…
Ne muhteşeeem bir şeyyy!!!
Hoop bi’dakka.
Her şey bu kadar kusursuz güzellikte olabilir mi dersiniz?
Tamam bir yaşam sunuyoruz. Onu dokuz ay boyunca önce içimizde sonra da ömür yettiğince yanımızda büyütüyoruz. Nefes almak için koşulsuz bir nedendir çocuk. Anne olmak ise acayip bir şey. Pişmanlıklar, anormal bir sevgi…
Ancak bana kimse ama kimse ‘yeni’ anne olduğumda başıma şu aşağıdakilerin geleceğini açık açık söylememişti?:
Hamile kalmadan önce bile herkesin aklında bir fikir vardır. Hamile kalıp da 13-14.haftalara yaklaştıkça herkes sormaya başlar ‘kız mı erkek mi?’ diye. Cinsiyet belli olunca da ona göre isimler bulunur. Oyuncaklar, kıyafetler alınmaya başlanır. Anne adayına cinsiyetlerine göre bebeklerin özellikleri anlatılır. Hiç birimiz de çıkıp ‘size ne canım cinsiyetinden, neyse ne!’ demiyoruz. Açıkçası ben, demedim ama diyenler varmış. Çocuklarını herhangi bir cinsin kalıplaşmış özelliklerine bağlı kalmadan yetiştiren aileler varmış.
Ne zamandır takip ediyorum bu yeni akımı. Merak ediyorum, anlamaya çalışıyorum. Favori blogum Motherlode – Lisa Belkin de sık sık yer veriyor bu cinsiyetsiz çocuklara. Son günlerde dikkat çeken Kanada'lı bir aile var. Kathy Witterick ve David Stocker çifti evde doğan ve şu anda 6 aylık olan ‘Storm’ adını verdikleri üçüncü çocuklarının cinsiyetini kimseyle paylaşmıyor. Bebeklerinin kız mı yoksa erkek olarak mı doğduğunu kendilerinden başka doğuma giren iki ebe ve yakın bir dostları biliyormuş.
Bugüne kadar bir sürü yazı yazdım ‘geldi, geliyor, geçiyor, bu mudur?, şu mudur?’ başlıklarıyla. Meğer yaşadıklarımız buz dağının görünen kısmıymış. İnatlaşma, bağırış çağırış oluyordu da bir hafta-on gündür değişik bir evredeyiz. Ne dersek, ne söylersek itiraz. Hem ne itiraz. Mümkün değil engeli geçemiyoruz. Yemicem, uyumicam, gelmicem, istemiyim, yapmicam, giymeycem….
Normalde, eskiden, bilmiyorken ‘ayy ne şımarık çocuk, her şeye itiraz ediyor, ıyy’ derdim. Çoğu insan daha doğrusu eskiler, bu 2 yaş sendromu hakkında bilgileri olmadığından hem kendi çocukları hem de diğerleri için ‘şımarık bu şımarık’ derlermiş. Oysa olması gereken, yaşanması gereken ve asla aşırı tepkilerin verilmemesi gereken bir durum bu. Hoşumuza gitmeyen ve çocuğun bir an önce son vermesi gerektiğini düşünerek baskılamaya çalışmanın çocuk için hiç bir yararı olmadığı gibi zararı olacağından bahsediyor uzmanlar.
2 yaş nasıl bir dönem: çocuk artık bir sürü işini kendi görebiliyor. Çevrenin
Henüz hamileyken birçoğumuz evlerimizin düzenini bebeğe göre ayarlamışızdır. Tehlikeli köşeler tespit edilmiştir. Yasaklar belirlenmiştir bile. Ancak aynı şeyi evliliğimiz için de yapıyor muyuz? Evliliğimizin, çocukların varlığı yüzünden zarar görmemesi için hazırlanıyor muyuz? Çocukların dahil olmadığı bir evlilik hayatı yaratıyor muyuz?
Çocuklar, uyku düzenimizi alt üst ederler, mali olarak sarsıntı geçirmemize neden olurlar. Aynı zamanda çiftler arasındaki ilişkiyi de değiştirirler. En büyük darbeyi elbette seks hayatımız alır. Yeni annenin en büyük fantezisi deliksiz sekiz saatlik uykudur, ateşli geceler değildir. Aklına bile gelmez kadının seks.
Bu durum yüzünden ne yapacağını bilemez yeni babanın da hali içler acısıdır. Ancak hem kendinize hem de eşinize bu durumun geçici olduğunu defalarca hatırlatmayı ihmal etmeyin. Gün gelecek hormonlar yeniden ‘kadın’ olmanıza izin verecek. Doğumun hemen ertesi günü çekilen fotoğraflara ayıla bayıla bakar, baş köşeye koyarsınız da doğumdan bir kaç
Büyük şehirde popüler bir lokantaya veya cafeye girdin diyelim. Muhtemelen de pusetle. Sağa sola çarpmadan, insanları rahatsız etmeden dipte bucakta bir masaya gitme telaşına girersiniz hemen. Çoğu zaman pusetin tekerlekleri milletin sandalyesine çarpar, sinir olursun kendine. Bazıları yardım etmeye çalışırken çoğu, ters bir ifadeyle ‘pusetle ne işin var kadın?’ bakışı atar. O anda zaten pişman olmuşken sokağa çıktığın için, inadına dikkat etmekten vazgeçersin. Allahtan bu mekanların büyük bir kısmı çocuk-dostu da çalışanlar size her türlü hoş görüyü gösteriyorlar.
Çocuksuz yıllarımda hep yardım etmeye çalışmışımdır ben de. Sadece semt pazarlarına pusetleriyle gelenlere kızardım. Zaten daracık bir alanda ilerliyorsun. Kimi zaman da 1000 kişi oluyor. Pusetle sahilde yürüyüşe çıkmış gibi sallana sallana gezenlere ‘cık cık’ ederdim. Açıkçası hala da ediyorum. Diyeceksiniz ‘ya bırakacak kimsesi yoksa?’ Aynı şey geçen yaz benim de başıma geldi. Sabahın köründe
Zordur.
Bebeği kaybettiğiniz haftaya göre acısı, yüreğinizdeki sızısı o kadar derindir.
İlk öğrendiğinizde bir şok yaşarsınız. Hele ki kalp atışlarını daha önce duymuşsanız… bir sonraki kontrolde doktorunuzun suratındaki endişeli ifadeden anlarsınız ters giden bir durum olduğunu. ”Tanrım, lütfen lütfen…” diye yakarırsınız. Normalde odayı inletmesi geren pıt pıt pıt sesi yerine kocaman bir boşluk vardır. Başınız döner, mideniz bulanır.
Ağlarsınız, çok hem de… sonra sakinleşip mantıklı olmaya çalışırsınız. ”Bir daha deneriz, herkesin başına geliyor, ne var ki?!?” dersiniz.
Çoğu zaman nedenini de bilemezsiniz. Araştırmaya kalkar, internet canavarı olup çıkarsınız. Kafanız daha da karışır, binbir türlü hastalık teşhisi koyarsınız kendinize. Sonra bir ağlama hali gelir. İsyan belki de inkar. ”Bir doktora daha görünmeli” diye düşünürken aklınıza o sessizlik gelir. Kalp atışını beklerken içinde boğulduğunuz sessizlik. Yok, gitti, biliyorsun, bu sefer olmadı…
Atlatmak, yaşama devam etmek lazım. Bir an önce hem de.
Kocanın
Tıp dünyası bunu tartışıyormuş. Doktorların bir kısmı eşlerin doğuma girmesini istemiyormuş. Gerekçeleri ise yaşadıkları stres yüzünden anneyi panikletip doğumu zorlaştırmalarıymış. Doktorlar müdahalelerden ve beklenmedik durumlardan çekindikleri için doğumda kimsenin bulunmasını istemiyor olabilirler ama bir kadın için en büyük destek, en büyük mutluluk eşinin doğum sırasında yanında olması, elini tutmasıdır.
Hamile kaldığım ilk günden itibaren normal doğum yapacaktım ve Sarp da benimle birlikte bebeğimizin doğumuna tanıklık edecekti. Açıkçası ona sorma zahmetinde bile bulunmamıştım. Ben planımı yapmıştım. Ne zaman ki doğuma haftalar kala kuzenlerimden biri ‘Sarp sen de doğuma girecek misin?’ diye sordu, o anda fark ettim kocamın fikrini hiç almadığımı. Cevabı ‘elbette’ olmuştu neyse ki. Ya istemeseydi? Oturur oracıkta ağlardım. Bir önceki hamileliğim düşükle sonlanınca, kendi kendime travma yaşattım tüm hamileliğim boyunca. Özellikle de her doktor kontrolünden önce... Sarp’ın yanımda olmadığı doktor kontrolünde kalp