Büyük şehirde popüler bir lokantaya veya cafeye girdin diyelim. Muhtemelen de pusetle. Sağa sola çarpmadan, insanları rahatsız etmeden dipte bucakta bir masaya gitme telaşına girersiniz hemen. Çoğu zaman pusetin tekerlekleri milletin sandalyesine çarpar, sinir olursun kendine. Bazıları yardım etmeye çalışırken çoğu, ters bir ifadeyle ‘pusetle ne işin var kadın?’ bakışı atar. O anda zaten pişman olmuşken sokağa çıktığın için, inadına dikkat etmekten vazgeçersin. Allahtan bu mekanların büyük bir kısmı çocuk-dostu da çalışanlar size her türlü hoş görüyü gösteriyorlar.
Çocuksuz yıllarımda hep yardım etmeye çalışmışımdır ben de. Sadece semt pazarlarına pusetleriyle gelenlere kızardım. Zaten daracık bir alanda ilerliyorsun. Kimi zaman da 1000 kişi oluyor. Pusetle sahilde yürüyüşe çıkmış gibi sallana sallana gezenlere ‘cık cık’ ederdim. Açıkçası hala da ediyorum. Diyeceksiniz ‘ya bırakacak kimsesi yoksa?’ Aynı şey geçen yaz benim de başıma geldi. Sabahın köründe tezgahlar kurulurken gittim. Alışverişimi yaptım. Ne kendim daraldım ne de diğerlerini daralttım. Ama işte koşullar farklı olabilir. Sabah erken çıkamazsınız, başka bir işiniz vardır, son anda çocuk elinizde patlamıştır… yine de kalabalık saatlerde pusetle pazara girmemekte fayda var. Sonra kavga çıkıyor tezgahların önünde. Kaç kere şahit oldum.
Neyse pazarlar değil zaten anlatmak istediğim.
Her ne kadar çocuk seven, çok çocuklu ailelere özenen bir toplum olsak da ‘çocuk fikri’ni sevdiğimizi fark ettim, birarada yaşamayı değil ya da başkasının çocuğunu da değil. Çocuklu aile evinde otursun bizim için ideal olan. Toplum düzeni bozulmasın, olur olmadık yerlerde ağlayan, bir türlü yerinde durmayan, lokantada koşturan çocuklar olmasın hayatımızda. Elbette terbiye almamış, işi şımarıklığa taşkınlığa dökmüş çocuklardan ve tüm bunlara kayıtsız kalan anne babalardan bahsetmiyorum.
Geçenlerde yoğun olmayan bir saatte kadın giyim mağazalarından birine girdik Koray ile. Mağaza oldukça büyük, içerisi tenha. Pusetle girmekte hiç sakınca görmedim ama rafların önünde ve arasında da durmamaya özen gösterdim. Hani biri geçmek isterse diye. Sağda solda ne var diye bakıyordum ki kadının biri pusete çarptı. Gerçi bana ayağıyla tekerleğe vurdu gibi gelmişti ama tam göremediğim için bir şey diyemedim. Kadın özür dileyeceği yerde ters ters bakış atmaz mı?
- Buyrun hanımefendi bir şey mi oldu?, diye sordum.
- Hayır, pusetle gelmişsiniz de.
- Eeeee….
- Pusetle de gelmeyiverin, bir rahat edemiyoruz.
- Şaka bu heralde. Terbiyesizlik yapıyorsunuz. Üstelik görmedim zannetmeyin, pusete sizin vurduğunuzu da biliyorum.
Kadının ne dediğini duyamadım sinirden. Bıraksalar üzerine atlayacaktım. Mağaza görevlisi geldi yanıma. ”Kusura bakmayın, bazen böyle sabırsız müşterilerle karşılaşıyoruz. Lütfen siz rahat rahat gezin. Dilerseniz oğlunuzla arkadaşlar da ilgilenebilir, siz ürünleri denerken” diyerek beni sakinleştirdi. Tir tir titriyordum sinirden. Hızımı alamamıştım. Görevlinin nazik davranışına karşılık da hemen terk edip gitmek olmazdı. Biraz gezinir gibi yapıp kendimi dışarı attım. Ağlamak geldi içimden. Neden böyle insanlar var ki?!?!
Bir seferinde de Koray 7-8 aylıkken 1 saatlik bir uçak yolculuğu yapacağız. Sadece ikimiz. Puset bu sefer görevliye teslim edilmiş. Koray, Slingo’da. Elimde bir sırt çantası var. Yani kimseyi rahatsız etmiyorum, yer kaplamıyorum. Bizimki bayılır seyahate, gık çıkmıyor. Uçakta yerimize oturduk. Yine bir kadın otuzlarında. Yanımıza oturdu. Tam yerleşiyordu ki Koray’ı fark etti. Hostesi çağırdı. ‘'Başka bir yere geçebilir miyim uçak boşsa?’' dedi. Hostes göz ucuyla bana baktı. Kadını iki sıra arkada cam kenarına oturttu. Benim yanıma da kimseyi almadı ve ‘'hanımefendi siz rahat edin, yanınız boş kalacak'’ dedi. Uçak kalktı, Koray çoktan uyumuştu bile. Onu koltuğa yatırdım. Üsteki bölüme yerleştirdiğim çantamı almak için kalktığımda, bizimle oturmak istemeyen kadının yanında bir adamın horul horul horladığını görünce beni bir gülme tuttu. Kadın sinirden cama yapıştırmıştı suratını. Diğer taraftan da saatler boyu süren uçak yolculuğunda bir türlü susmayan çocuklar da olabiliyor. Kim ister ki bebeği ağlasın. Ne zaman ağlayan çocuk görsem yolculuklarda, annenin halini düşünürüm en çok.
Hoşgörü yok bizde. Empati kuramıyorlar. Söylenmek yerine yardımcı olabilecekleri bir durum var mı, diye sorsalar herkes rahatlayacak aslında ama kötü kötü bakmayı marifet sayıyoruz. Bir de bu diğerleri zannediyorlar ki çoluk çocukluyken özel hizmet bekliyoruz, ayrıcalık istiyoruz. İlgisi yok aslında. Ben ‘çocuğuyla ne işi var?’ bakışlarını almasam, yardıma ihtiyacım olduğunda da birileri, asansörden inerken yol vermek gibi iyilik yapsa yeter. Zaten etrafa rahatsızlık vermeme konusunda yeterince hassasız, merak etmesinler.
Ama… iş ticarete gelince başka. Hedef kitle çocuklar ve aileleri oluyor genelde. Para harcatmak için her türlü göz boyama ve çekici reklam kampanyaları yapılıyor. İki yüzlülük değil mi bu?
Geçiyorum hepsini. Yardım da etmesin kimse bana. Puseti kendim katlar açarım, yürümeyen merdivenden bile çıkarırım. 10 tane çantayla beraber oğlumu kucaklarım. Yaparım ben bunları. Anneyim. Sadece biraz anlayış istiyorum o kadar.
Irem Erdilek